Kıymet bilmek: Bugün kaybetmeden değerini anlayabilmek
“Kıymet bilmek; kaybedince arkasından ağlamak değil, yanındayken sımsıkı sarılmaktır.” Mevlana Celaleddin Rumi
En sevdiklerimizi en kolay incitiriz oysa… Nasıl olsa yanımızdadırlar… Her ne yaparsak yapalım bizimle kalacaklarına inanırız değil mi? Nasıl olsa sevgili eşimizdirler, kızmazlar… Kızsalar da affederler… Gitmeyecek olanlardır… Nasıl olsa bir kere bizim sevgilimiz, erkek arkadaşımız, kız arkadaşımız, nişanlımız, karımız veya kocamız olmuşlardır… Hayatları boyu kızılmayı kabullenmişlerdir… O kadar kolay olur ki bazen, nasıl olsa daha önce de kötü sözlerimize bir tepki göstermemişlerdir… Saygısızlık etsek de özür dilemişizdir ve geçivermiştir… Sonra tekrar ve tekrar ve tekrar… Her seferinde daha da kolay oluverir kırmak, dökmek, incitmek… Nasıl olsa toplamak bundan daha da kolaydır… Yıkılmayacaktır o karşımızdaki… Nasıl olsa tamam diyerek bir kenara çekiliverecektir… Nasıl olsa her ne olursa olsun bizi aynı şekilde “sevmeye” (evet sevebilmeye) de devam edeceklerdir değil mi?
Ben bugün sizlerle birlikte sevdiklerimizin kıymetini bilmek konusuna biraz daha detaylı bakalım istiyorum… Bizler bugün yeterince kıymet bilebiliyor muyuz? Elimizi tutan adamın veya kadının kim olduğunu, onun da bir kalbi olduğunu, incinebileceğini, hayata dair hayallerini, kısacası o kişiyi yeterince değerli görebiliyor muyuz? O kişiye gerçekten “görmek” üzere bakmayı biliyor muyuz? Yani kıymetini bilebiliyor muyuz?
O kişi hayatımızda olduğu için, elimizi tuttuğu için kendimizi dünyanın en şanslı adamı veya kadını olarak hissediyor muyuz? Bu hayatımızda başımıza gelen en güzel şey mi? Ya da bu cümleleri tam tersine çevirelim; nasıl olsa benimle birlikte diye düşünerek üçüncü yılımızı tamamladığımız bugünlerde artık “aynı” yüze bakmak, aynı gözlerin içine bakarak konuşmak bizi eskisi kadar heyecanlandırmıyor mu? Ya beşinci senemizse o kadın “hep bildiğimiz” kadın olarak mı geliyor aklımıza? Nasıl değiştiğine nasıl güzelleştiğine nasıl olgunlaştığına nasıl kendileştiğine tanık olduğumuz için kendimizi artık o ilk günlerde olduğu kadar şanslı hissedemiyor muyuz? Nasıl olsa diye başlayan cümleler artık aklımıza daha sık mı geliyor?
Değerini bilmek kavramı aslında birçoğumuza göre “göreceli” öznel bir kavram… Ben bunun “kendimize” verdiğimiz değerden kaynaklandığını düşünüyorum. Öncelikle kendimize bu şekilde değer vermiyorsak başka birine verebilmemiz de mümkün olmuyor. Kendimize sonsuz bir saygı duymuyorsak başkasına da duyamıyoruz. İşte bu yüzden öncelikle özel ilişkilerimizdeki kıymet bilmek kavramına bakacağız…
Bir ilişkide eğer kendimizden önce karşımızdakini düşündüğümüzde, kendimizin yeterince değerli yıllar geçse de aynı öneme sahip sıkıcı olmayan kaybedilebilir olmayan olduğumuzu düşündüğümüzde, aslında aynı duyguları eşimiz veya sevgilimiz veya nişanlımız veya kız ya da erkek arkadaşımız için de hissedebiliyoruz… Bizler para kaybetmeyi göze alabiliriz, iş kaybedebiliriz, yer kaybedebiliriz, belki araba belki ev kaybedebiliriz ama hayatta kaybedemeyeceğimiz tek şey kendimiziz… Bu inanç içimizde olduğunda hayatımızda “o” kişi olanı da aynı sıralamaya koyamayız; o kişiyi “kaybedemeyiz”… Nasıl ki kendimizi kaybettiğimizde para, iş, araba, ev her ne ise değersiz hale gelecekse ve hepsinin kaynağı yine benden geçecekse, o kişi de hayatımızda işte böyle bir kıymettedir…
Bu yüzden “gerçekten” kıymet bilmek, o kaybedemeyeceklerimizi her daim bu gerçekle hatırlamaktan geçer… Sesimiz yükseldiğinde bile bu gerçek bizi yatıştırır… Sadece kendimiz ile ilgili planlar yaparken bile bu gerçek ile planlarımız değişir… Hayattan beklentilerimizi düşündüğümüzde bu gerçek ile beklentilerimiz ortaklaşır… Yapmak istediklerimiz, sahip olmak istediklerimiz, gitmek istediklerimiz, konuşmak istediklerimiz, hepsini sıralarken, bu gerçek tüm bu “isteklerimizin” içerisinde hayat buluverir; biz işte o zaman gerçekten kıymet vermekteyizdir… Kıymet vermek demek, o adamı veya kadını hayatımıza “gerçekten” kabul edebilmek ve bu kabulün tüm sorumluluklarına iyisi ve kötüsüyle tüm zorluk ve kolaylıklarıyla razı olmak demektir…
İşte incinmek, kırılmak, yıkıp dökmek noktası tam olarak bu “andaki” kopuşlarda gerçekleşir. Örneğin X anında yanımızda olsun isteriz de Y için haber vermek bile aklımızdan geçmez… A yaparken yanımızda olmalıdır da B için hesap vermek tüylerimizi diken diken yapar. C için bizim “eşimiz” olur da, D yemeğine katılırken “eşimiz” olup olmadığı konusunda o derece emin değilizdir…
E günü geldiğinde o kadın karımız olur o adam kocamız olur da, F gününde X durumunda bizim “biricik” karımız veya kocamız olmak hali siliniverir, utanırız, öyle göğsümüzü gere gere açık edemeyiz, başka “olasılıkları” kaybetmekten korkarız… İşte bu anlarda kırarız, işte bu şekilde kıymet “bilemiyoruzdur”… Oysa sıkı sıkı elini tutmak vardır, sıkı sıkı sarılabilmek her ne olursa olsun her kim olursa olsun karşısında durup bu benim “bir” eşim, hayat eşim, hayat arkadaşım ve değişmeyen tek gerçeğim diyebilmek vardır…
Bugün bu yazımı okuyorsanız o “biricik” eşinizin elini sıkı sıkı tutmanızı dilerim. Her ne olursa olsun, her nasıl ve her nerede olursanız olun, o kişinin hayatınızdaki kıymetini ve varlığının güzelliğini sonuna kadar hissedebilmenizi dilerim… Çok geç olmadan, kaybetmeden, yitirmeden kırıp dökmeden, yıldırmadan çok ama çok daha önce bunu “tüm kalbinizde” hissedebilmenizi dilerim… Geç olmadan kıymet bilmek mümkün…
İlginizi çekebilir: Her şeyin bir vakti varsa beklemek o kadar kolay mı?