X

Kişisel çelişim 3: İnanç kavramı hayatınızın neresinde duruyor?

İnanç birçok manayla tanımlanabilir bir sözcüktür. Kişisel Çelişim yazı dizisi boyunca olduğu gibi bu başlık altında da bu satırları okurken herhangi bir kavramın manasının peşinde koşup durmak yerine kavramın kendisiyle bir olmak/kendisi olmak üzerine bilinçli bir düşünsel çaba rica ediyorum sizden. Kavramın kendisi olmak ifadesi size şu saniye bir şey ifade etmemiş olsa dahi okumaya devam etmeniz için bir şans vermenizi öneririm çünkü ileriki satırlarla birlikte bunu açıklamış olmayı umuyorum.

İnanç konusu oldukça derin ve titizlikle işlenmesi gereken bir başlık fakat burada elimden geldiğince genel bir çerçeve dahilinde ele alacağım. Hepimizin bildiği gibi “gerçeklik” pek çok şeyin art arda gelmesiyle oluşur ve hepsi birbirine sıkıca bağlıdır. Burada ise gerçekliğin sadece bir başlığına değiniyorum: İnanç. İnanç tek başına bir şey ifade etmez ama bu yazıyla kafamızdaki inanç kavramlarından özgürleşmek istiyorum, olabildiğince. Dolayısıyla bu konu ve tüm yazılarım için söyleyeceğim bir önsöz var: 

“İnanç konusunu ele alırken, kendi içimde de, “İnanç ne? Bende nasıl işliyor? Benim mensubu olduğum topluluğun kültürel etkileri neler? Kendi hayatıma tezahürü nedir?” gibi daha birçok soru silsilesinden geçtim/geçiyorum. Yani ben bu yazıyı yazacağım, siz okuyacaksınız ama bu bir süreç, bu süreçten geçmeye devam ediyor olacağım. İşte buradan anlayacağınız üzere aynı zamanda kendimi de düşünmeye teşvik ediyorum. Dolayısıyla bu yazı “eksiksiz olma iddiası” veya “kesinlikle budur, bu doğrudur” şeklinde bir iddia taşımamaktadır. Şu an tek iddiam “kişisel gelişimin tamamen kişiseldir” ve bunu göz ardı edersek sadece kişisel olarak çelişiriz.

Tüm yazılanları kendi akıl süzgecinizden geçirmek üzere yazılmış bir aracı olarak kabul etmeniz, beni her şeyden önce çok mutlu eder ve sonrasında yazılarımı yazma yolcuğumdaki amacım, yani “düşünmeye teşvik” sizin de sayenizle mana kazanır.

İnanç kavramına bir bakış

İnanç, her anımıza sirayet etmiş ve -bu sebeple olduğunu düşündüğüm- bir görünmezliğe bürünmüş bir konu bence hayatımızda. İnanç deyince ne anladığımız her birimize göre değişkenlik göstermektedir. İnanç kelimesini duyduğunuzda aklınıza gelen ilk şeyden uzak bir anlam taşısa da bu açıklayacaklarım; muhtemelen inanç, sandığımızdan/okuduklarımızdan daha geniş ve derinlikli bir hal. Bu kapıyı daima aralık bırakmak gerektiğine inanıyorum…

İnanç, inanma/inanabilme becerisidir. Yani bir beceridir. İnanmak insana özgü bir tercihtir ve akılla var olur. Bu haliyle inanç tamamen kişiseldir. İnsanın “güven” ihtiyacından doğan ve “kabullenme” ile ortaya çıkan bir durumdur. İnancın olduğu yerden bakınca, yani en tepeye inancı koyup, insanın inanmayı becerebildiği bir halden bakınca, bir insanın neye inandığının önemi yoktur. Yeter ki inandığı sistemin tüm gerekliliklerini akılcı bir tutumla yerine getirebilsin.

İnanç, insan için güvenli bir alandır. İnsani bir ihtiyaçtır: İnsan inanmak ihtiyacı hisseder. Bunu sadece bir din veya öğreti olarak algıladığımız zaman inanç kavramını dar bir kalıba sıkıştırmaya mahkum etmişizdir. İnsan, var olmak için inanmak zorundadır.
İnanç yoksa, insan yoksundur. Ve hatta bazen insan, bu yoksunluğun farkına varamayacak kadar da yoksunlaşmıştır.

Zaman içerisinde bozulmuş bir inanç sistemi tüm dengemizle birlikte psikolojik ve fiziksel açıdan bizi alt üst etme gücünü ve (tam tersi bir açıdan da bakalım) bizi ve ait olduğumuz hayatı tehdit edici ögelerini de içinde barındırıyor: Güven duygusunun kaybı ve ardından gelen değersizlik, kızgınlık ve tükenmişlik hisleri, öz şefkatin azalarak yerini öz-nefrete bırakması… Bunlar katlanarak artar. Hayatımızı alt üst eden duygulara baktığımız zaman bugün mutlaka en az birisi baş etmemiz gereken duygular kategorisinde, değil mi? Tanıdık bir kaos. Çok insani bir diğer yanıyla.

Tüm bu duygu kaosunda sıkışan bir insan düşünelim: Bilinmeyene karşı duyulan büyük korku ve bunun doğal sonucu olarak da eylemsizlik/durmak-tıkanmak/ilerleyememek… Tüm bu sarsıcı duygular -daha da çoğaltılabilir örnekleriyle birlikte- bir insanın inanç yoksunluğunun doğal sonucudur.

Başlarken demiştim ki “İnanç hayatımızda es geçtiğimiz bir kavram.” Bir es geçmek, bizi insan yapan tüm yanlarımızdan yaralayarak hayatımızda ne kadar çok şeye dokunuyor, geniş açıyla düşününce.

Ve buyurun, yine geldik mi insanlık hallerine? Halbuki konumuz inanç hakkındaydı. Evet, ama esas konumuz hep insan. Ana başlık her zaman insan, ardından gelenlerse hep alt başlık: “Tümden gelip tüme varıyoruz neticede, her seferinde.”

Neye inanmalı?

İnanmanın insana ait bir beceri olduğunu kabul ettikten sonra neye inanıp neye inanmayacağımızı biz seçeriz: Tamamen özgür irade ve bilişsel yeteneğin işbirliği sonucunda ortaya çıkan bir beceridir inanç. İnanç bir beceri olma yönüyle insanı hayvanlardan ayıran bir özelliktir.

Nasıl inanmalı?

İnanç bir beceridir, geliştirilebilir. Hayat pratiğinin içinde inanç sadece birkaç tanımdan bile ibaretse sizin için bu tanımlara inanmak için yapılan şeylerin hepsi bir yöntemdir ve önceki yazımda da bahsettiğim üzere yöntem tamamen kişiseldir.

İnanabilmek için nasıl bir yol izlemeli?

Burada amacım herhangi bir yönteme yönlenmeden, kavramları sadeleştirmek ve içimizdeki inancın gerçek karışıklığını görmeye ve bunu netlemeye çabalamaktır. Eğer inanç hakkında net olmakla birlikte geliştirmeye/değiştirmeye açık düşüncelere sahipsek, biz de gelişebilir/dönüşebilir ve tümden gelip tüme varabiliriz. Aksi halde birkaç tanım ve birkaç olasılık dahilinde hareket ettiğimizde başka bir harekat alanımız yoktur: O birkaç tanım ve olasılıktan başka…

Ancak tek bir yöntem var ki, işte bu, biz insana yardımcı olur…

Kesin olduğunu zannettiğimiz şeyleri alıp bir kenara koymuşken kesinliğinden emin olduğum tek yöntemimiz olmalı diye düşünüyorum ve bunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki bu insan olmanın doğal getirisi olan akıl yöntemlerimizi kullanmaktır. Akıl yöntemlerimiz tektir, biriciktir, şahsımıza münhasırdır. Ve bunun kendimize hatırlatmamızı gerektiren bir bilgi olduğunu düşünüyorum, en azından benim günlük bilinçli minik çabalarım içinde hatrı sayılır bir yeri olan bir düşünce pratiğidir.

İnanmak tek başına ve sınırlayıcı mıdır, birden fazla inanç mümkün müdür?

Tek başına veya birçok şeye aynı anda veya farklı zamanlarda inanmayı seçebiliriz. Bu en doğal hakkımız. Bu insani yanımız. Bu yanlış veya doğru değildir. Siz istediğiniz müddetçe sürekli değişim ve gelişim gösterir.

Ve şimdi gelelim, aklın olmadığı ama inancın varolduğunu “zannettiğimiz” yere…

Tarihin bilinen en eski dönemlerindeki kabile yaşam tarzındaki insanlardan tutun da günümüz dünyasına kadar, insan hep inançla yaşamıştır. Çünkü inanç insani bir temel ihtiyaçtır. Ama inanç bu kadar insana güç verebilen, bireylerin toplumlaşmasına katkı veren bir yerde dururken aynı zamanda daha da ileriye ve bizi bu günümüze taşıyan bir güçse eğer, kötü etkileri de yok mudur hiç? Bence evet var. Çünkü aklın dahil olmadığı yerden inanmak İNANÇlar doğurur durur. Ve ne demiştik: İnanç tamamen şahsına münhasırdır. Yani evrende milyarlarca insanın var olduğu bilgimizden yola çıkarsak, buradaki inanç obezitesini siz de görebilirsiniz…

Öyle çok inanç çıkar ki ortaya belli bir süre sonra kendi bilişsel yeteneklerimiz bu inançlardan hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunun ayırdını bile yitirir. Yani böyle bir ayırda varmak için akıl yöntemlerimizi uyanık bir biçimde, farkında olarak kullanmamız gerekir ama biz, bu basamakları yapmak gerekliliğini es geçip görmezden geldiğimizi bile fark etmeyebiliriz. Artık kendi ihtiyaçlarımızı göremez olur ve asla ölçüp tartmadan bir fikrin veya görüşün sıkı bir savunucusu olup üstümüze büyük gelen bir yöntemin peşinden koşar dururuz. Ama altını çizmeliyim ki inanmak eylemi sadece akılla yapılan bir iş değildir.

İnanmak zorunda mıyım?

İnsanın anlam arayışından bakınca, buna kesin bir cevap hissediyorum: evet. Çünkü inanç bir güçtür. Hayat, bizi yarının sabahına uyandıran ve uyusam da hadi hemen yarın olsa dedirten bir kıvılcımdan ibaret olmalı diye düşünüyorum. Sürdüremediğimiz için altında kaldığımız ritüeller inancımızı kökten zedeleyip kendimizi yiyip bitiren bir şey olmamalı. Bildiklerimizi unutmalı, kimliklerimizi kenara koymalı, insan olmanın verdiği dürtüyle insanı anlamalı, hayatın içinde insanca yaşamalı ve önyargılarımızı bırakıp her gün yeniden başlamalıyız. Tarihin başlangıcından beri dertlerimizin benzer olduğunu hatırlamak, yalnız olmadığımızı hissettirecek ve bizi inanç hayatta tutacak!

Şimdi bir bakalım, kendi hayatımızda inanç kavramı nerelerde vuku bulmuş ve bizi nasıl etkiliyor?

Öncelikle neye inanacağımızı biz seçeriz, tamamen özgür irade ve bilişsel yeteneğin sonucunda ortaya çıkan bir beceridir inanç. İnanç bir beceri olması sebebiyle insanı diğer yaşam formlarından ayıran özelliktir. Bakabiliriz; inandığım şeyleri ben mi seçtim?

Bir objeyi kapının girişinin tam karşısına koyunca olacağına inandığın şey her ne ise; bu senin inancındır ve tamamen sana özgüdür. Bunun hakkında başkasının kurduğu cümleler tamamen o kişinin şahsi yorumdur ve gerçeklikten uzaktır. En azından senin gerçekliğinden uzaktır ama O’nun kendi gerçekliği içinde gerçektir. Bu tartışılamaz. Aynı zamanda senin uygulaman bir başkasına iyi gelecek diye kesin bir yargı da kabul edilemez. Bakabiliriz; kendi inanç sistemim içinde kullandığım yöntemlerim nelerdir?

İnanç, bir başkasına dikte edilemez, –mış gibi yapılamaz. Yapabilme yetisi açısından insan tüm bu bahsettiğim negatif tanımların içinde kendisini elbette bulabilir ama bilişsel yeteneklerin burada devrede olması gerekir ki insan, duygu ve düşünce dünyasıyla tam bir insan gibi davranabilirsin, insan olmanın hakkını verebilsin. Çünkü insan, sadece kendi hayatından ve kendisinden sorumludur esasında. Bakabiliriz; inandığım şeylere tutunmuş muyum yoksa inandıklarım doğrultusunda gelişim ve değişimim devam ediyor mu? Tüm bunlara açık ve yargısız bir tavırda mıyım?

İmdat! Biri bana yardım edebilir mi?

Ve nice kendinize yönelteceğiniz kendinize ait sorularla, kendinizi ve inançlarınızı tanımanız bu noktada en önemli meseledir. Ama nitekim insanız. Tüm bu ve benzeri durumlar biz yaşayalım diye var ve bunları yaşadık diye kendimizi sadece kötü hissetmemiz gerekmiyor. Ama tüm bu gibi negatif durumları da yaşamaya devam etmemize gerek yok. İnsanlık hali deyip geçebilmeli insan bazen… Ve eğer duygu böyle yıkıcı ise kalkıp iyi hissetmememiz için de bir sebep yok. Mecburen kendi elimizi kendimiz tutacağız.. Ne başkasının elinden tutup onu aşağı çekeceğiz ne de kendimizi o elin yöntemiyle A noktasından B noktasına götürmesi için medet umacağız.

İnancım yok, asla da olmayacak çünkü…

Bugün içinde varsa vardır yoksa yoktur inanç. Bugün yok diye hiç olmayacak ya da var diye hiç yok olmayacak değildir. Olması lazım düşüncesine tutunup bu doğrultuda çabalamaksa tekerleğin girdiği kumdan geri çıkmasını iyice zorlaştıracak çukur açmasına yardımcı olur sadece. İnanç; değişebilir ve gelişebilir; insan gibi, insanla birlikte. Böyle bir kalıba inanın hiç ihtiyacımız yok.

Ve sonuca Yuval Noah Harari satırlarıyla varıyorum…

“Kulağa fazla iddialı gelebilir ama Homo Sapiens’in beklemeye vakti yok. Felsefe, din, bilim topyekun vadesini doldurmak üzere. İnsanlar binlerce yıldır hayatın anlamını tartışıp duruyor. Bu tartışmayı sonsuza dek sürdüremeyiz. Ufuktaki ekolojik kriz, giderek artan kitle imha silahları tehlikesi ve sıçrama yaratacak nitelikte yeni teknolojilerin ortaya çıkması buna mahal vermeyecek. Belki de en önemlisi şu ki yapay zeka ve biyoteknoloji, insanlığa yaşamı yeniden şekillendirip tasarlama gücü bahşediyor. Çok kısa süre sona birinin çıkıp hayatın anlamına dair örtük ya da aleni bi anlatı çerçevesinde, bu gücün nasıl kullanılacağına karar vermesi gerekecek. Filozoflar son derece sabırlı insanlar ama mühendisler o kadar sabırlı değil, yatırımcılarsa hiç değil. Hayatı tasarlama gücüyle ne yapacağınızı bilmezseniz, piyasayı idea edenler bir karar varmanız için bin yıl oturup beklemeyecektir. Piyasanın görünmez eli , el yordamıyla bulduğu kendi cevabını dayatacaktır. Hayatın geleceğini üç aylık gelir raporlarının insafına bırakmaya razı değilseniz, yaşamın ne ifade etiği konusunda belirgin bir fikre sahip olmanız gerekir.”

Buraya kadar olan kısımda “inanabilmenin nasıl bir eylem ve insani bir beceri” olduğu üzerine biraz yazdım, bolca düşündük. İnanç konusunun devam yazısında size bir hikaye anlatacağım, belki biliyorsunuzdur: “Arızalı bir buzdolabında donarak ölen bir adamın hikayesi.” Ve bu hikaye eşliğinde inanç konusunu başka açılardan ele almaya devam edeceğim: inanç kalıplarımıza bir bakıp, inandığımız şeyin hayatımızdaki yerini ve önemini fark edip, inanabildiklerimize inanabilmeyi/inanamamayı vb.. gibi birçok detayı düşünmeye devam edeceğim. Eğer siz de benimle birlikte düşünmeye devam etmek isterseniz, sonraki yazım için takipte kalın ve ekleyecekleriniz olursa lütfen benimle paylaşın. İletişim için sosyal medya ikonuna tıklayabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: Kişisel çelişim 2: Kişisel gelişim nedir, ne değildir?

Şebnem Pınar: Merhaba! Yazılarımda benim 'anlama yolculuğumu' okuyor olacaksınız. Beni anlamak için yazan birisi olarak tanımlamak da isteyebilirsiniz. Şimdi daha önceden edindiğiniz tüm varsayımları ve okurken yapacağınız tüm kritikleri bir kenara bırakıp, sadece okuyun. İdraki de doğal sürecine bırakın... Okuduğunuz an anladığınız şey az sonra değişebilir! Bunu hatırlayın. Bu sizin size yapabileceğiniz en güzel şey!

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale