Kişisel çelişim 3: İnanç kavramı hayatınızın neresinde duruyor?

İnanç birçok manayla tanımlanabilir bir sözcüktür. Kişisel Çelişim yazı dizisi boyunca olduğu gibi bu başlık altında da bu satırları okurken herhangi bir kavramın manasının peşinde koşup durmak yerine kavramın kendisiyle bir olmak/kendisi olmak üzerine bilinçli bir düşünsel çaba rica ediyorum sizden. Kavramın kendisi olmak ifadesi size şu saniye bir şey ifade etmemiş olsa dahi okumaya devam etmeniz için bir şans vermenizi öneririm çünkü ileriki satırlarla birlikte bunu açıklamış olmayı umuyorum.

İnanç konusu oldukça derin ve titizlikle işlenmesi gereken bir başlık fakat burada elimden geldiğince genel bir çerçeve dahilinde ele alacağım. Hepimizin bildiği gibi “gerçeklik” pek çok şeyin art arda gelmesiyle oluşur ve hepsi birbirine sıkıca bağlıdır. Burada ise gerçekliğin sadece bir başlığına değiniyorum: İnanç. İnanç tek başına bir şey ifade etmez ama bu yazıyla kafamızdaki inanç kavramlarından özgürleşmek istiyorum, olabildiğince. Dolayısıyla bu konu ve tüm yazılarım için söyleyeceğim bir önsöz var: 

“İnanç konusunu ele alırken, kendi içimde de, “İnanç ne? Bende nasıl işliyor? Benim mensubu olduğum topluluğun kültürel etkileri neler? Kendi hayatıma tezahürü nedir?” gibi daha birçok soru silsilesinden geçtim/geçiyorum. Yani ben bu yazıyı yazacağım, siz okuyacaksınız ama bu bir süreç, bu süreçten geçmeye devam ediyor olacağım. İşte buradan anlayacağınız üzere aynı zamanda kendimi de düşünmeye teşvik ediyorum. Dolayısıyla bu yazı “eksiksiz olma iddiası” veya “kesinlikle budur, bu doğrudur” şeklinde bir iddia taşımamaktadır. Şu an tek iddiam “kişisel gelişimin tamamen kişiseldir” ve bunu göz ardı edersek sadece kişisel olarak çelişiriz.

Tüm yazılanları kendi akıl süzgecinizden geçirmek üzere yazılmış bir aracı olarak kabul etmeniz, beni her şeyden önce çok mutlu eder ve sonrasında yazılarımı yazma yolcuğumdaki amacım, yani “düşünmeye teşvik” sizin de sayenizle mana kazanır.

İnanç kavramına bir bakış

İnanç, her anımıza sirayet etmiş ve -bu sebeple olduğunu düşündüğüm- bir görünmezliğe bürünmüş bir konu bence hayatımızda. İnanç deyince ne anladığımız her birimize göre değişkenlik göstermektedir. İnanç kelimesini duyduğunuzda aklınıza gelen ilk şeyden uzak bir anlam taşısa da bu açıklayacaklarım; muhtemelen inanç, sandığımızdan/okuduklarımızdan daha geniş ve derinlikli bir hal. Bu kapıyı daima aralık bırakmak gerektiğine inanıyorum…

İnanç, inanma/inanabilme becerisidir. Yani bir beceridir. İnanmak insana özgü bir tercihtir ve akılla var olur. Bu haliyle inanç tamamen kişiseldir. İnsanın “güven” ihtiyacından doğan ve “kabullenme” ile ortaya çıkan bir durumdur. İnancın olduğu yerden bakınca, yani en tepeye inancı koyup, insanın inanmayı becerebildiği bir halden bakınca, bir insanın neye inandığının önemi yoktur. Yeter ki inandığı sistemin tüm gerekliliklerini akılcı bir tutumla yerine getirebilsin.

İnanç, insan için güvenli bir alandır. İnsani bir ihtiyaçtır: İnsan inanmak ihtiyacı hisseder. Bunu sadece bir din veya öğreti olarak algıladığımız zaman inanç kavramını dar bir kalıba sıkıştırmaya mahkum etmişizdir. İnsan, var olmak için inanmak zorundadır.
İnanç yoksa, insan yoksundur. Ve hatta bazen insan, bu yoksunluğun farkına varamayacak kadar da yoksunlaşmıştır.

Zaman içerisinde bozulmuş bir inanç sistemi tüm dengemizle birlikte psikolojik ve fiziksel açıdan bizi alt üst etme gücünü ve (tam tersi bir açıdan da bakalım) bizi ve ait olduğumuz hayatı tehdit edici ögelerini de içinde barındırıyor: Güven duygusunun kaybı ve ardından gelen değersizlik, kızgınlık ve tükenmişlik hisleri, öz şefkatin azalarak yerini öz-nefrete bırakması… Bunlar katlanarak artar. Hayatımızı alt üst eden duygulara baktığımız zaman bugün mutlaka en az birisi baş etmemiz gereken duygular kategorisinde, değil mi? Tanıdık bir kaos. Çok insani bir diğer yanıyla.

Tüm bu duygu kaosunda sıkışan bir insan düşünelim: Bilinmeyene karşı duyulan büyük korku ve bunun doğal sonucu olarak da eylemsizlik/durmak-tıkanmak/ilerleyememek… Tüm bu sarsıcı duygular -daha da çoğaltılabilir örnekleriyle birlikte- bir insanın inanç yoksunluğunun doğal sonucudur.

Başlarken demiştim ki “İnanç hayatımızda es geçtiğimiz bir kavram.” Bir es geçmek, bizi insan yapan tüm yanlarımızdan yaralayarak hayatımızda ne kadar çok şeye dokunuyor, geniş açıyla düşününce.

Ve buyurun, yine geldik mi insanlık hallerine? Halbuki konumuz inanç hakkındaydı. Evet, ama esas konumuz hep insan. Ana başlık her zaman insan, ardından gelenlerse hep alt başlık: “Tümden gelip tüme varıyoruz neticede, her seferinde.”

Neye inanmalı?

İnanmanın insana ait bir beceri olduğunu kabul ettikten sonra neye inanıp neye inanmayacağımızı biz seçeriz: Tamamen özgür irade ve bilişsel yeteneğin işbirliği sonucunda ortaya çıkan bir beceridir inanç. İnanç bir beceri olma yönüyle insanı hayvanlardan ayıran bir özelliktir.

Nasıl inanmalı?

İnanç bir beceridir, geliştirilebilir. Hayat pratiğinin içinde inanç sadece birkaç tanımdan bile ibaretse sizin için bu tanımlara inanmak için yapılan şeylerin hepsi bir yöntemdir ve önceki yazımda da bahsettiğim üzere yöntem tamamen kişiseldir.

İnanabilmek için nasıl bir yol izlemeli?

Burada amacım herhangi bir yönteme yönlenmeden, kavramları sadeleştirmek ve içimizdeki inancın gerçek karışıklığını görmeye ve bunu netlemeye çabalamaktır. Eğer inanç hakkında net olmakla birlikte geliştirmeye/değiştirmeye açık düşüncelere sahipsek, biz de gelişebilir/dönüşebilir ve tümden gelip tüme varabiliriz. Aksi halde birkaç tanım ve birkaç olasılık dahilinde hareket ettiğimizde başka bir harekat alanımız yoktur: O birkaç tanım ve olasılıktan başka…

Ancak tek bir yöntem var ki, işte bu, biz insana yardımcı olur…

Kesin olduğunu zannettiğimiz şeyleri alıp bir kenara koymuşken kesinliğinden emin olduğum tek yöntemimiz olmalı diye düşünüyorum ve bunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki bu insan olmanın doğal getirisi olan akıl yöntemlerimizi kullanmaktır. Akıl yöntemlerimiz tektir, biriciktir, şahsımıza münhasırdır. Ve bunun kendimize hatırlatmamızı gerektiren bir bilgi olduğunu düşünüyorum, en azından benim günlük bilinçli minik çabalarım içinde hatrı sayılır bir yeri olan bir düşünce pratiğidir.

İnanmak tek başına ve sınırlayıcı mıdır, birden fazla inanç mümkün müdür?

Tek başına veya birçok şeye aynı anda veya farklı zamanlarda inanmayı seçebiliriz. Bu en doğal hakkımız. Bu insani yanımız. Bu yanlış veya doğru değildir. Siz istediğiniz müddetçe sürekli değişim ve gelişim gösterir.

Ve şimdi gelelim, aklın olmadığı ama inancın varolduğunu “zannettiğimiz” yere…

Tarihin bilinen en eski dönemlerindeki kabile yaşam tarzındaki insanlardan tutun da günümüz dünyasına kadar, insan hep inançla yaşamıştır. Çünkü inanç insani bir temel ihtiyaçtır. Ama inanç bu kadar insana güç verebilen, bireylerin toplumlaşmasına katkı veren bir yerde dururken aynı zamanda daha da ileriye ve bizi bu günümüze taşıyan bir güçse eğer, kötü etkileri de yok mudur hiç? Bence evet var. Çünkü aklın dahil olmadığı yerden inanmak İNANÇlar doğurur durur. Ve ne demiştik: İnanç tamamen şahsına münhasırdır. Yani evrende milyarlarca insanın var olduğu bilgimizden yola çıkarsak, buradaki inanç obezitesini siz de görebilirsiniz…

Öyle çok inanç çıkar ki ortaya belli bir süre sonra kendi bilişsel yeteneklerimiz bu inançlardan hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunun ayırdını bile yitirir. Yani böyle bir ayırda varmak için akıl yöntemlerimizi uyanık bir biçimde, farkında olarak kullanmamız gerekir ama biz, bu basamakları yapmak gerekliliğini es geçip görmezden geldiğimizi bile fark etmeyebiliriz. Artık kendi ihtiyaçlarımızı göremez olur ve asla ölçüp tartmadan bir fikrin veya görüşün sıkı bir savunucusu olup üstümüze büyük gelen bir yöntemin peşinden koşar dururuz. Ama altını çizmeliyim ki inanmak eylemi sadece akılla yapılan bir iş değildir.

İnanmak zorunda mıyım?

İnsanın anlam arayışından bakınca, buna kesin bir cevap hissediyorum: evet. Çünkü inanç bir güçtür. Hayat, bizi yarının sabahına uyandıran ve uyusam da hadi hemen yarın olsa dedirten bir kıvılcımdan ibaret olmalı diye düşünüyorum. Sürdüremediğimiz için altında kaldığımız ritüeller inancımızı kökten zedeleyip kendimizi yiyip bitiren bir şey olmamalı. Bildiklerimizi unutmalı, kimliklerimizi kenara koymalı, insan olmanın verdiği dürtüyle insanı anlamalı, hayatın içinde insanca yaşamalı ve önyargılarımızı bırakıp her gün yeniden başlamalıyız. Tarihin başlangıcından beri dertlerimizin benzer olduğunu hatırlamak, yalnız olmadığımızı hissettirecek ve bizi inanç hayatta tutacak!

Şimdi bir bakalım, kendi hayatımızda inanç kavramı nerelerde vuku bulmuş ve bizi nasıl etkiliyor?

Öncelikle neye inanacağımızı biz seçeriz, tamamen özgür irade ve bilişsel yeteneğin sonucunda ortaya çıkan bir beceridir inanç. İnanç bir beceri olması sebebiyle insanı diğer yaşam formlarından ayıran özelliktir. Bakabiliriz; inandığım şeyleri ben mi seçtim?

Bir objeyi kapının girişinin tam karşısına koyunca olacağına inandığın şey her ne ise; bu senin inancındır ve tamamen sana özgüdür. Bunun hakkında başkasının kurduğu cümleler tamamen o kişinin şahsi yorumdur ve gerçeklikten uzaktır. En azından senin gerçekliğinden uzaktır ama O’nun kendi gerçekliği içinde gerçektir. Bu tartışılamaz. Aynı zamanda senin uygulaman bir başkasına iyi gelecek diye kesin bir yargı da kabul edilemez. Bakabiliriz; kendi inanç sistemim içinde kullandığım yöntemlerim nelerdir?

İnanç, bir başkasına dikte edilemez, –mış gibi yapılamaz. Yapabilme yetisi açısından insan tüm bu bahsettiğim negatif tanımların içinde kendisini elbette bulabilir ama bilişsel yeteneklerin burada devrede olması gerekir ki insan, duygu ve düşünce dünyasıyla tam bir insan gibi davranabilirsin, insan olmanın hakkını verebilsin. Çünkü insan, sadece kendi hayatından ve kendisinden sorumludur esasında. Bakabiliriz; inandığım şeylere tutunmuş muyum yoksa inandıklarım doğrultusunda gelişim ve değişimim devam ediyor mu? Tüm bunlara açık ve yargısız bir tavırda mıyım?

İmdat! Biri bana yardım edebilir mi?

Ve nice kendinize yönelteceğiniz kendinize ait sorularla, kendinizi ve inançlarınızı tanımanız bu noktada en önemli meseledir. Ama nitekim insanız. Tüm bu ve benzeri durumlar biz yaşayalım diye var ve bunları yaşadık diye kendimizi sadece kötü hissetmemiz gerekmiyor. Ama tüm bu gibi negatif durumları da yaşamaya devam etmemize gerek yok. İnsanlık hali deyip geçebilmeli insan bazen… Ve eğer duygu böyle yıkıcı ise kalkıp iyi hissetmememiz için de bir sebep yok. Mecburen kendi elimizi kendimiz tutacağız.. Ne başkasının elinden tutup onu aşağı çekeceğiz ne de kendimizi o elin yöntemiyle A noktasından B noktasına götürmesi için medet umacağız.

İnancım yok, asla da olmayacak çünkü…

Bugün içinde varsa vardır yoksa yoktur inanç. Bugün yok diye hiç olmayacak ya da var diye hiç yok olmayacak değildir. Olması lazım düşüncesine tutunup bu doğrultuda çabalamaksa tekerleğin girdiği kumdan geri çıkmasını iyice zorlaştıracak çukur açmasına yardımcı olur sadece. İnanç; değişebilir ve gelişebilir; insan gibi, insanla birlikte. Böyle bir kalıba inanın hiç ihtiyacımız yok.

Ve sonuca Yuval Noah Harari satırlarıyla varıyorum…

“Kulağa fazla iddialı gelebilir ama Homo Sapiens’in beklemeye vakti yok. Felsefe, din, bilim topyekun vadesini doldurmak üzere. İnsanlar binlerce yıldır hayatın anlamını tartışıp duruyor. Bu tartışmayı sonsuza dek sürdüremeyiz. Ufuktaki ekolojik kriz, giderek artan kitle imha silahları tehlikesi ve sıçrama yaratacak nitelikte yeni teknolojilerin ortaya çıkması buna mahal vermeyecek. Belki de en önemlisi şu ki yapay zeka ve biyoteknoloji, insanlığa yaşamı yeniden şekillendirip tasarlama gücü bahşediyor. Çok kısa süre sona birinin çıkıp hayatın anlamına dair örtük ya da aleni bi anlatı çerçevesinde, bu gücün nasıl kullanılacağına karar vermesi gerekecek. Filozoflar son derece sabırlı insanlar ama mühendisler o kadar sabırlı değil, yatırımcılarsa hiç değil. Hayatı tasarlama gücüyle ne yapacağınızı bilmezseniz, piyasayı idea edenler bir karar varmanız için bin yıl oturup beklemeyecektir. Piyasanın görünmez eli , el yordamıyla bulduğu kendi cevabını dayatacaktır. Hayatın geleceğini üç aylık gelir raporlarının insafına bırakmaya razı değilseniz, yaşamın ne ifade etiği konusunda belirgin bir fikre sahip olmanız gerekir.”

Buraya kadar olan kısımda “inanabilmenin nasıl bir eylem ve insani bir beceri” olduğu üzerine biraz yazdım, bolca düşündük. İnanç konusunun devam yazısında size bir hikaye anlatacağım, belki biliyorsunuzdur: “Arızalı bir buzdolabında donarak ölen bir adamın hikayesi.” Ve bu hikaye eşliğinde inanç konusunu başka açılardan ele almaya devam edeceğim: inanç kalıplarımıza bir bakıp, inandığımız şeyin hayatımızdaki yerini ve önemini fark edip, inanabildiklerimize inanabilmeyi/inanamamayı vb.. gibi birçok detayı düşünmeye devam edeceğim. Eğer siz de benimle birlikte düşünmeye devam etmek isterseniz, sonraki yazım için takipte kalın ve ekleyecekleriniz olursa lütfen benimle paylaşın. İletişim için sosyal medya ikonuna tıklayabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: Kişisel çelişim 2: Kişisel gelişim nedir, ne değildir?

Şebnem Pınar
Merhaba! Yazılarımda benim 'anlama yolculuğumu' okuyor olacaksınız. Beni anlamak için yazan birisi olarak tanımlamak da isteyebilirsiniz. Şimdi daha önceden edindiğiniz tüm varsayımları ve okurken ... Devam