Kişilik nedir ve ilişkilerimizi nasıl etkiler?
Ben kimim? Kim olduğumu belirleyen sınırlar ve kaynaklar neler? Beni ben yapan şeyler davranışlarım mı, duygularım mı, fiziksel görünüşüm mü, toplumda edindiğim yer mi? Bunların tamamı ve belki de daha fazlası… “Ben”i tarif etmek konusunda sürekli olarak bir şeyler eksik kalıyor gibi. Öte yandan yedi-sekiz yaşlarında “ben” dediğim kişiyle şimdi aramda neredeyse hiçbir benzerlik dahi yokken ikisine de “ben” diyebiliyorum. Bedenim değişiyor, duygularım değişiyor, alışkanlıklarım ve zevklerim de değişiyor. Öyleyse değişkenim, durağan değilim. Çevremdeki insanlar da öyle. Hepimiz hem birbirimizden farklıyız hem de kendi içimizde sürekli bir akış içerisinde var oluyoruz.
Ancak kendimizi sabitlemeyi ve belli özelliklerimizle tanımlamayı da istiyoruz. Çünkü bizi biz yapan belli niteliklerle diğerlerinden ayrışmaya ve kendimize özgü yanlarımızı belirlemeye ihtiyacımız var. Diğerleri için de buna benzer bir sınıflandırma yaptığımızda ilişkilerimiz ve birbirimize karşı tutumlarımız hakkında tahmin yürütebilir oluyor ve bilinmezlikten bir nebze kurtuluyoruz.
Birbirimiz için birer kapalı kutuyuz. Kendi duygularımızı, niyetlerimizi, iç dünyamızı bildiğimiz gibi diğerlerini bilemiyoruz, ancak tahmin ediyoruz. Ama çevresi ile sürekli etkileşimde olan ve belirsizlikten hiç hoşlanmayan sosyal varlık olarak bir arada yaşayabilmek için kararlı, sabit, düzgün ve karşılıklı dayanak noktalarına gereksinim duyuyoruz.
İşte kişilik kavramı tam da bu noktada anlamlı ve işlevsel hale geliyor. Kişilik (karakter) bir kimsenin düşünme, duyumsama, davranış kalıpları olarak tanımlanıyor. Kişiliğin oluşumunda etki eden doğal, toplumsal, bilinçli, bilinçdışı ve çevresel faktörler ve bu faktörler arasındaki bağlantılar öyle sınırsız sayıda ki, kişiliğimizin nasıl oluştuğu hakkında tutarlı fikir yürütmek neredeyse imkânsız. Ancak buna gerek de yok. Önemli olan nasıl kazandığımızdan çok mevcut durumu belirlememiz. Bunun için de pek çok farklı teori ve yaklaşım var.
Bir özelliğin insanın kişiliğinin bir parçası olduğunu söylememiz için bunun belli bir süre içinde tekrarlanması ve ayırıcı nitelikte olması gerekiyor. Tanıdığımız birinin konuşurken yüzünün kızardığını, sesinin titrediğini görsek, onun utangaç, içe dönük olduğunu düşünsek de, belirli koşullar içinde oluşan bu tepkiyi kişilik özelliği olarak hemen kabul edemeyiz. Bu kişi başka koşullar altında sıkılmadan, utanmadan rahat konuşabilen biri olabilir. Anlattığı konunun kendisine verdiği kaygıdan, ya da konuştuğu insana karşı beslediği olumsuz duygular nedeniyle böyle davranmış olabilir. Ayrıca konuşma sırasında ortaya çıkan engelleyici ve kısıtlayıcı koşullar da konuşma biçimini etkilemiş olabilir. Kişinin başka zamanlarda, başka yerlerde, başka kişilerle konuşmasını izlemeden, kişiliğine ilişkin kesin bir yargıya varmak çok yanıltıcı olur. Değişik koşullar altında yine utandığını ve sesinin titrediğini görürsek, o zaman bir kişilik unsurundan söz edebiliriz. Alışkanlık durumuna gelmiş birbirine benzeyen, uzun süren niteliklerin birleşmesi, örgütlenmesi sonucu kişilik yapısı kavramı kullanılabilir.
Ta Hipokrat’tan bu yana pek çok farklı tarzda kişilik sınıflandırması yapılmış. Bu sınıflamaların bazıları beden yapısını bazıları ise ruhsal ve davranışlar durumları esas almış. Hipokrat’ın yaptığı “ağır kanlı”, “hafif kanlı”, “melankolik” kişilik kavramlarını bugün günlük dilimizde hala kullanıyoruz.
Kişiliğimizi tanımak ve etkileşimde olduğumuz kişilerin kişilik özellikleri hakkında fikir sahibi olmak ilişkilerimizde bize çok yarar sağlıyor. Beklentilerimizi belirlerken, kendimizi konumlandırırken, mesafemizi ayarlarken kişilik özelliklerimizi esas alabiliyoruz. Örneğin, içedönük bir partnerimiz varsa içedönük kişilik faktörünün özelliklerini bilmek, ondan gereğinden çok sosyalleşmesini, partilere katılmasını, grup içinde çok aktif ve istekli olmasını beklememizin yanlış olduğunu bize gösterir. Bu, farklı kişilik tiplerinin birlikte mutlu olamayacaklarını göstermez, belli konularda uzlaşmaları ve beklentilerini ayarlamaları gerektiğini söyler sadece.
İlişkilerimizin başında genellikle benzerliklerimiz ve ortak noktalarımız üzerinden bağ kurarız. Onunla aynı tür filmleri sevmek, benzer müzik listesine sahip olmak, gezginseniz onun da seyahati sevmesi, kitap kurdu iseniz onun da okumaktan hoşlanması, benzer dünya görüşlerine sahip olmak bir çekim noktası oluşturur ve mutlu bir ilişkinin giriş anahtarını bulmuş gibi hissettirir bize. Ancak ortak zevkler bize böyle hissettirse de benzer kişilik özellikleri her zaman avantaj olmayabilir. Örneğin, iki baskın (dominant) kişiliğin birbiriyle güç mücadelesi yaşaması, harekete geçmekte zorlanan iki kişinin tembelliğe teslim olması gibi… Elbette hangi noktalarda benzerlikler, hangi noktalarda farklılıklar olduğu da önemli.
Her ilişkinin belli fedakârlık ve uzlaşı noktalarına ihtiyacı vardır. Sanırım bkurada yine “denge” kavramını ön sıraya koymak gerekiyor. Zaman zaman benzerliklerin tadını çıkarmak zaman zaman da zıtlıklardan beslenmek ve ilişkimizi zenginleştirmek… Bazen partnerimizin kişilik özelliğine tahammül göstermek bazen de kendi alanımızı korumak… Hatırlamamız gereken şeylerden biri kişiliğin “değişmez” olmadığı. Ancak bu değişim bir başkasının arzusuyla değil kişinin kendi çabasıyla mümkün. Ötekinden değişmesini beklemek bu nedenle pek gerçekçi değil.
Partnerimizle tekrarlayan belli davranış ve tutumları nedeniyle sorun yaşadığımızda şu soruyu sormanın yararı olacağını düşünüyorum. “Partnerimin bu davranışı benim canımı sıkma amacı taşıyan kasti bir tavır mı, yoksa onun zaten benzeri durumlarda sergilediği davranış kalıbı mı? Yani kişiliğinin bir parçası mı?” Çoğunlukla göreceksiniz ki bu gibi durumlar onun var oluş ve dünyayla ilişki kurma biçimi ile ilgilidir ve içinde kötü niyet barındırmamaktadır. Bunu fark etmekle vereceğiniz tepkiler ve belki çözüm için arayacağınız yollar çok daha yapıcı olacaktır.
Not: MBTI kişilik testi ile kendinizin ve partnerinizin kişilik tipini öğrenmek, uyumunuz hakkında yorum almak isterseniz [email protected] adresinden bize ulaşın.
İlginizi çekebilir: “Kendin ol!” diyorlar: Kendimiz olmak ne kadar mümkün?