Kişiliğin kaç para eder?
Böyle sorunca kulağa çok ayıp bir soru gibi gelse de, asla şaşmayan bir gerçek vardır ki; kişilik ve benlik algısı doymaya başladığında bir statüye ait olma hissi azalır. Tam tersi bir durumda ise, yani kişilik ve benlik algısı doymadığında, insanlar bu açlığı marka giyerek, markalara göre yaşayarak ve dolayısıyla bir statüye ait olduklarını hissetmeye çalışarak doyururlar. Yani “dışarı” harcadıkları para ile kişiliklerinin ederini arttırmaya çalışırlar.
Peki neden?
Bu soruya cevap vermeden önce Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ne bir bakalım. Hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğumuz şeyleri bir piramit olarak gösteren Maslow’a göre insanların karşılanması gereken 5 temel ihtiyacı vardır.
Bunlar:
- Fizyolojik İhtiyaçlar: Yeme içme gibi temel ihtiyaçlar
- Güvenlik İhtiyacı: Hayatta kalmak için güvenli bir şeklide barınma ihtiyacı
- Sosyal İhtiyaçlar: Kabul görme, sevgi görme ve aidiyet hissi
- Değer Verilme/Saygınlık İhtiyacı: İtibar, başarı, statü ihtiyacı
- Kendini Gerçekleştirme: Potansiyelini kullanarak hedeflediği hayata ulaşma ihtiyacı
Sağlıklı bir bireyin, hayatta kalabilmesi ve tatminkar bir hayat sürebilmesi için ihtiyaçlarının 1’den başlayarak 5’e kadar doyurulması gerekmektedir. Fakat genelde 1. ve 2. maddeyi çocukluğunda bir şekilde geçiren insanlar 3. maddede tıkanıp kaldıklarında, burada devreye başka etkenler girer.
Aileden sonsuz bir sevgi ve kabul göremeyen çocuk, bulunduğu diğer alanlarda, bir gruba ait olmak ister. Hatta çok acıdır ki, sonsuz sevgi gösteremeyen ebeveyn de çocuğun bir gruba ait olması için elindeki tüm maddi imkanları kullanabilir. Maddiyat ile gruba girmek; ebeveyn ve çocuk tarafında, özel okula gitmek, özel okulda popüler çocuklar ile görüşmek, onların gittiği yerlerde takılmak, giydiği kıyafetlerin aynılarını almak, benzer yerlerde doğum günü kutlamak ve benzer yerlere tatile gitmek şeklinde sıralanabilir.
Öte yandan sevgi ve kabul göremeyen fakat maddi imkanları da az olan diğer bazı çocuklar bunu maddi olarak değil manevi olarak, yani olduğu gibi kabul göreceği ortamlara girerek bulurlar. Bu da bazı tehlikeli maddelerin kullanıldığı ama olduğu şekilde kabul görülüp sevildiğini hissettiği yerlerdir. Aralarına girmekte problem yaşamaz, bu sebeple genellikle orada olmayı tercih eder. Kendini böyle ortamlarda sevilmiş ve kabul görmüş hisseder. Yani ailede bulamadığı bu temel maddeyi dışarıda hissetmeye çalışır. Çoğu bağımlılığın temelinde de ait olamama ve zayıf bir benlik hissi yatar.
3. madde sarsıldığında, 4. ve 5. maddeler, yani saygınlık ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçları bir domino taşı gibi sekteye uğrar. Genelde bu maddelerin hayata geçirilmesi yetişkinliğe denk geldiğinden, bu kişinin kariyerini ve dolayısıyla geleceğini etkileyecek kararlar vermesine sebep olur. Değer göremeyen kişi, değer göreceği bir meslek seçer. Genelde bu statüsü ve maaşı yüksek olan ve yaşadığı yerde saygınlık gören bir meslek olacaktır. Böylelikle kendisini daha değerli hissedecek ve hiç tanımadığı insanlardan itibar görerek daha başarılı olduğunu düşünecektir. Fakat bu kişi asla kendini gerçekleştiremeyecek, yani potansiyelini kullanarak istediği mesleği yapamayacak ve en temelinde kendisini mutlu hissedemeyecektir. Çünkü kariyerini yapmak istediği şeyi yaparak değil, kendini değerli hissetmeye çalışarak harcayacaktır.
Marka takıntısı
Marka takıntısı genelde 3. maddenin karşılanmaması ile başlayan bir takıntıdır. Kişi bir ortama girmek veya o ortamda daha zengin görünmek için marka giymeye ihtiyaç duyar. Bu bazıları için lüks bir markanın lüks bir kıyafeti veya takısı olacağı gibi, kimisi için lüks bir araba da olabilir. Gerçekten de bunlara sahip olduğunda, benzer hikayesi olan insanlar tarafından fark edileceği için, kişiliğini para ile satın almış ve insanlara da öyle göstermiş olabilir.
Marka aslında sosyal bir statüyü göstermektedir. Kişi o markayı satın alarak, sosyal statüyü de satın aldığını ve kendisine yeni bir hikaye yazdığını zanneder. Olmadığı bir kişiliği daha zengin göstermeye çalışır.
Bunun daha da acısı, alma gücü olmadan sadece bir yere ait olmak adına taklit de olsa marka giyenlerdir, ki bu borç içinde yaşayıp lüks arabalara binen veya kredi ile özel okulda çocuk okutan insanlar adına da söylenebilir. Bu kişiler manevi olarak doyuramadıkları benliklerini, maddiyatla kapatmaya çalışırlar.
Kişiliğini para ile ölçmeyen biri ne yapar?
Sağlıklı bir benliği olan bir birey, yani maddeleri teker teker tamamladıktan sonra belirli bir hayat standardına ulaşan bir insan, onun gibi giyinen veya onun gibi arabalara binen veya binmeyen insanları iyi veya kötü olarak etiketlemez. Yani, sizin borç alarak aldığınız arabaya hali hazırda sahip olan bir kişi, siz o arabaya sahipsiniz diye sizi daha fazla sevmez. Hatta belki de bu kişi alabileceği her şeyi almayı bile tercih etmez. Yani sizin borç alarak aldığınız arabayı alabilse de, almaz.
Kişiliği doyurulmuş, sevgi görmüş, ihtiyaçları karşılanmış bir birey, ne giydiğinizle veya tatilde nereye gittiğinizle ilgilenmez. Hatta çoğu zaman ne iş yaptığınızla da ilgilenmez. Sizin gerçekten nasıl bir insan olduğunuzla, sizinle ne denli derin sohbetler edebildiğiyle, sanatla ne kadar ilgilendiğinizle veya hayat hakkında ne düşündüğünüzle ilgilenir. Çünkü böylesine soyut şeyler para ile satın alınamaz. Bunlar maddi değil ama manevi zenginlik gerektirir.
Unutmayın, sizi lüks bir arabaya sahip olduğunuz için daha çok sevecek kişi, büyük ihtimalle çoğu temel ihtiyacı karşılanmamış olan bir kişidir. Ve bu son derece sağlıksız başka bir ilişkinin temelinin atılmasına sebep olur. Burada, ortada benliği ve kimlik algısı olmayan, kişiliği doyurulmamış birkaç insandan söz edilmektedir. Böyle bir ilişki sizce ne kadar sağlıklı olabilir?
İlginizi çekebilir: Gerçekleri saptırır mısınız?