Kırmızı kalemlerimizi bırakıp, bizleri özgürleştirecek silgiler uzatalım birbirimize
Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun. Keşke böyle bir gün takvimlerde hiç yer almasaydı, keşke 1857’de 129 kadın grev sırasında çıkan yangında hayatlarını kaybetmeseydi, keşke kadınlar erkeklerle eşit fırsat ve özgürlüklere sahip olsalardı, keşke bunca gelişmenin yaşandığı bir çağda hala kadının adı olsun diye çabalamak zorunda kalmasaydık. Ancak, bu gün artık anlamını yitirip doğal yollarla kadınlar haklarına kavuşuncaya kadar umudumuzu yitirmeyeceğiz ve yolumuza devam edeceğiz.
Kadın olarak dünyaya gelmek şahane bir şey. Ancak Simone De Beauvoir’in dediği gibi, “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Zira önce içine doğduğu aile, sonra da toplum tarafından şekillendirilir bir kadın. Söz konusu “kadın” olunca, herkes kullanmaktan hiç çekinmediği birer kırmızı kalem alır eline. Önce kadının bedeninden başlanır, bir çizik, “Etek boyu şu kadar olmalıdır.” Bir çizik daha, “Kadın dediğinin kaşı gözü şöyle durmalıdır.” Daha küçük birer kız çocuğuyken utanma duygusuyla yetiştirilmiş, kıyaslamalara maruz kalmış ve kendi bedeniyle ne yapacağını bilemeyen, onu özgürce benimseyemeyen kadınlar hayatları boyunca kendi derilerinde rahat edebilmek için çabalamak zorunda kalırlar.
Sonra o kırmızı kalemle kocaman bir çarpı işareti konur kadının dudaklarına, “Kadının sesi çok çıkmamalıdır.” İhtiyaçlarını dile getirmek adeta erkeğe mahsusmuş gibi eğer bir kadın ihtiyaçlarını dile getirirse “mızmız” bir kız çocuğu ya da “dırdır yapan” bir kadın etiketiyle tanışır. Ve sırf bundan kaçmak için ya da sesi çıksa da duyulmadığını fark ettiğinden, ya artık kendinden vazgeçmesi gerekmektedir ya da ihtiyaçlarını giderebilmek için karşısındakini manipüle etme becerisini geliştirmek zorundadır. Ve bu durum, özellikle ikili ilişkilerde açık iletişime en çok zarar veren şeylerin başında gelecektir.
Daha sonra, bu kırmızı kalemlerle görev tanımları yazılır. Cinsiyetinden bağımsız olarak bir bireyin en temel ihtiyaçları olan yemek ve temizlik “kadının görev tanımları” arasında yerini alır. Bu görev tanımlarına her gün bir yenisi eklenir, ve bunlar onun asli görevi olduğundan emeği de değersizleştirilir.
Kurallarının biraz daha net olmasını beklediğimiz iş hayatında da aslında kırmızı kalemler yine hazır bekler kadınları. Cam tavan bu kırmızı kalemlerle çizilmiştir. Sonra bir de işleri “adam gibi” yapması beklenmektedir. Kendini kanıtlayabilmesinin yolu, dişil enerjisini bastırıp eril enerjisini parlatmaktan geçmektedir. Bundandır ki, hem kadın hem erkeğin eril enerjileriyle katıldığı iş hayatı giderek empati, sağduyu, sebat ve uyumdan uzak bir hal almaktadır.
Kadınla ilgili en çok konuşulan “doğurmak” konusunda ise, kırmızı kalemler diğerlerinden de keskindir. Zira bir kadının mevcudiyeti tamamen buna bağlıdır. Bir erkek baba olmadığı için asla “yeterince erkek değil” diye nitelendirilmezken, bir kadın ancak doğurduğunda “yeterince kadın” madalyasına kavuşur. Adeta bu bir tercih değil, varoluşunun tek sebebidir. Halbuki doğursun ya da doğurmasın her kadın zaten hayatının en az bir döneminde annelik yapar. Bu dişil enerjinin doğal yansımasıdır, dişil enerji besler, büyütür, olgunlaştırır.
Sonra o kırmızı kalemle gider saatin üstünde bazı işaretlemeler yapılır. “Bu saatten sonra” kadının olabileceği yerler belirlenir. Bir kadınla bir erkeğin 24 saati bile eşit değildir. Her saatte, her yerde olabilmeyi herkes için güvenli hale getirmek için çabalamak yerine kadınların 24 saatinden çalmak çok daha kolay bir yoldur belli ki.
Hayatın her alanında hepimizin deneyimlediği ya da şahit olduğumuz bu çizgileri tanımlamaya devam edebiliriz, liste uzar gider. Ancak çok önemli bir konuya dikkat çekmek isterim; bu kırmızı kalemler sadece erkeklerin ellerinde değil!
Kendi deneyimlerimden yola çıkarsam, 12 yıllık iş hayatımda, en büyük desteği de kadınlardan aldığımı, en büyük zararı da kadınlardan gördüğümü söyleyebilirim. Yani istersek birbirimizi yükseltme, istersek de aşağı çekme gücüne sahibiz. Ve bu gücümüzü neden yıkıcı değil de destekleyici şekilde kullanmayı tercih etmeyelim ki?
Bazı kadınlar kendi tercihlerinden ötürü ya da maruz kaldıkları haksızlıklardan yola çıkarak başka kadınlara içerleyip adeta yorgunluklarının bedelini onlara ödetmeye çalışabiliyorlar. Bunun çok kötü niyetlerle ve kıskançlıkla yapılması da söz konusu, farkında olunmaksızın yapılması da. Ancak her türlü, kendi yaşadıklarımızdan yola çıkarak birbirimize kırmızı kalemlerle yaklaşabiliyoruz. Bir yandan bizlere konan sınırlardan şikayet ederken, bir yandan hemcinslerimize yeni sınırlar çizmenin peşinde koşabiliyoruz.
Halbuki ihtiyacımız, önce kendi hayatımızdaki, sonra da diğer kadınların hayatlarındaki kırmızı çizgileri silmek.
Bugün lütfen hepimiz kendi elimizdeki kalemleri fark edelim. “Acaba kendi korkularım yüzünden başka bir kadının kariyer yolunda önüne engeller koyuyor muyum?”, “Ben çocuk sahibi olmayı tercih ettiğim için diğer kadınlardan daha üstün olduğum yanılgısına düşüyor muyum?”, ya da “Ben çocuk sahibi olmayan biri olarak anne olan birine empati yapmadan yaklaşıyor muyum?”, “Ben özgürce yapamadığım bir şeyi başkası da yapamasın diye onu kınıyor muyum?” Kendimize sorabileceğimiz bu soruları çoğaltmak mümkün.
Dişil enerji çok güçlü bir enerjidir. Kişisel farkındalığımız, öz-şefkat, güven inşa etmek, uyum sağlamak, birleştirici olmak hep dişil enerjinin konularıdır. Bu gücümüze sahip çıkarak ellerimizdeki kırmızı kalemleri bırakalım ve bizleri o çizgilerden özgürleştirecek olan silgileri uzatalım birbirimize. Birbirimizi destekledikçe kendi yollarımızı da açacağımızı fark edelim. Kadın olmanın kolektif enerjisini kullanmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Kutlamaya gerek kalmayana dek Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun.
İlginizi çekebilir: Düşüncelerimizi esnetmeliyiz: Siyah ve beyaz iç içe olabilir