Kırmızı çizgileri olmalı insanın; şartlar ne olursa olsun esnetmeyeceği, taviz vermeyeceği, geçilmesine izin vermeyeceği. Çünkü bu çizgiler aynı haritalardaki gibi benliğimizin sınırlarını belirler. Bir işe girebilirsiniz, biriyle bir ilişki içinde olabilirsiniz, ancak sizden “bekleneni” yapmak uğruna sınırlarınızı silerseniz “kendiniz olmaktan” vazgeçmiş olursunuz. Uyum sağlamak çok önemlidir, hatta hayatta kalmanın ilk şartıdır belki de. Ancak uyum sağlamakla, kendini bir kişide ya da oluşum içinde kaybetmek birbirinden çok farklıdır.
Bazen onaylanmak, sevilmek ve kabul görmek uğruna kendi sınırlarımızı silikleştirmeye yani kırmızı çizgilerimizden vazgeçmeye gönüllü olabiliyoruz. Ancak o çizgiler aslında boşuna olmadığı için, bir süre sonra aşılan her sınırın üstümüzde yarattığı yük sebebiyle başka bir kırmızı çizgiyi hayatımıza sokuyoruz ve o kişi, o kurum, her kim, her neyse onun üzerini kıpkırmızı bir çizgiyle çizerken bulabiliyoruz kendimizi. Bu uç noktalara sürüklenmemek için, daha en baştan kendi alanımıza sahip çıkmamız çok önemli.
Kırmızı çizgilerin varlığı kendimizi korumak, benliğimize ve değerlerimize sahip çıkmaktır aslında. Bununla birlikte, aynı zamanda karşı tarafa da hangi alanlara ne kadar müdahale edebileceğini anlatmak için bir yol haritasıdır. Ve hatta kırmızı çizgiler, kişinin hayattaki duruşunu da bazı yerlerde netleştirir, bazı yerlerin altını çizer. Bu haliyle bir kişinin sahip olduğu değerlerle ilgili de başkalarına fikir verir.
Aynı zamanda kırmızı çizgilerimizin varlığı sağlıklı ilişkiler kurmamız için de gereklidir. Çünkü “ben” ve “sen” ayrımının yapılabildiği, kimsenin bir diğerinde yok olmadığı ilişkiler için bu sınırlara ihtiyaç vardır. Bu çizgiler geçildiğinde karşı tarafın kaybedilebileceğini bilmek de ilişkinin dinamiğini korumak için gereken kaygıyı sağlar. Ve karşı tarafın sizin çizgilerinize gösterdiği ya da göstermediği hassasiyet de onu daha iyi tanımanıza yardımcı olur.
Ancak çoğu kişi, kendi sınırları ve kendi değerleri üstüne yeteri kadar kafa yormaz. Bunların varlığından haberdar olmadığı için de iletişimini yapamaz ve kendini gerektiği şekilde ortaya koyamaz. Sonra da aşılan her sınır, görmezden gelinen her değer kişinin ilişkilerinde ya da içinde bulunduğu ortamlarda sorun olarak karşısına çıkar.
Dolayısıyla, her zaman olduğu gibi biraz içimize dönmeli ve “olduğumuz halimizle” var olmamızı sağlayan sınırlarımızı fark etmeliyiz. Hayatta önem verdiğimiz değerler neler? Henüz bunların adını koymadıysak tek tek adını koymalı, hatta öncelik sırasını bile belirlemeliyiz. Hangisi kıpkırmızı bir çizgiyle korunmalı, hangisinde esneme payımız var en baştan biz farkında olmalıyız. Böylece bunları kolayca ortaya koymamız ve korumamız da mümkün olur. Değerlerimizi yaşatabildiğimizde ve kendimizi tam olarak ortaya koyabildiğimizde hayatımızı çok daha anlamlı ve doygun bir hale getirebiliriz.
İlginizi çekebilir: Çağımızın temel ihtiyaçlarından dikkat ve sadelik