Başka bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyip, hatta buna canıgönülden inanıp aynı yerlerde saymak… Aynı şeyleri yapmaya devam etmek için oyunlar kurmak, dünyayı yakmak ama kendi küçük kabuğunda kendine minik ninniler söylemek…
Biliyorsunuz değil mi bunu, kendinizden, karşınızdakilerden?
Ben de!
Biraz daha kaldırmak lazım o narin popolarımızı yerlerinden, o güzel zihinlerimizi yapışıp kaldığı kasap penceresinden. Birazcık daha.
Biz değişmeden değişsin her şey, rüzgar esip gürlerken, teline değmesin saçımızın minik bir meltem.
Öyle olmuyor işte, o rüzgar hepimizi yerimizden hop diye kaldırıyor.
Sen istediğin kadar kapa pencerelerini, kapılarını, sütçü kapıya geldiğinde anahtar deliğinden içeri sızıveriyor o rüzgar!
Hem en iyi ben olayım, hem de bütün dünya aydınlansın “ama benden sonra” diye bir şey olmuyor.
Her şeyi herkes bilsin “ama benden öğrensin, kepçeci Hasan ben olayım” olmuyor.
Sevdiğim adam/kadın en çok beni sevsin “ama ben bütün dünyayı seveyim” olmuyor.
Dünyada yalan olmasın “ama ben cesaret edemediğim yerlerde kıvırayım” olmuyor.
Pastanın çileği, kreması benim olsun, kekini “diğerleri” yesin olmuyor.
“Kurt yapar” derdi anneannem!
Belki de doğrudur!
Böyle böyle kurtlanıyoruzdur, içimizdeki Gollum’larla beraber arşınlıyoruzdur belki “güzel” dünyamızı. Hep beraber aydınlanıyoruzdur belki, “aynı rengin laciverdine dönüşerek.”
Dürüstlüğü “densizlikle”, duygu ifadesini “cezalandırma, yargılama, suçlama, kendine acıma” ile karıştırmamak gerek.
Saygıyı, “yaşa, ezbere, diplomaya” değil, “davranışa, emeğe, samimiyete, cesarete, özgünlüğe” vermek gerek.
Sevgiyi sadece küçüğe değil, kendimize vermemiz gerek. Belki o zaman, yavaşça yerimizden kalkmak için bir özgüvene ve yaşam inancına sahip oluruz.
Azıcık salmak gerek sıkı sıkıya tuttuğumuz dizginleri, varılacak bir bitiş çizgisi yok. Ulaşılacak, aşılacak, kaçılacak bir eşik yok ya da beklediğimiz yerde değil!
Biraz her şey şaşı bak şaşır oyunları gibi. Şaşı baksan da olmuyor bazen, şaşılığına gülmeye başladığında belki karşındaki karmaşıklıktan bir aslan görünür oluyor. Öyle, kuralları var gibi görünen ama kuralsız bir oyun.
İşte tam bu yüzden, korkuların ardından filizlenerek çıkmış tüm akılcı planlar, manipülasyonlar, kimliklenmeler fazla yenilen pasta kreması etkisi yapıyor bağırsaklarımızda.
Kurtlanıyoruz.
Yiyecekler mantarla kaplandıktan sonra yavaş yavaş kurtlanırlar. Artık geri dönüşüm başlamıştır. O bölge çürümüş, boşa çıkmıştır. Öyle değil mi?
Sizin nereniz kurtlanıyor?
Artık dönüşmesi gereken neresi kendini bu kıvranmalar ile gösteriyor?
Bazen birinin davranışında, bazen içinizden geçeni söyleyemeyen hallerinizde, bazen tetiklenen korkularınızda, kıtlık inancınızda, rekabette, oltanın ucundaki havuçtan kendinizi alamayışınızda… Sizinkiler nerelerde kıpırdanıyor?
Evet, yeni bir dünya istiyorsak, eski koltuklarımızdan kalkmayı öğrenmek zorundayız hep beraber. Kardeş olmayı öğrenmek zorundayız. Dünyalık kardeşlikten bahsetmiyorum, varoluşun kardeşliğinden bahsediyorum. Herkesin aynı çanak içinde olduğu, herkesin en az bizim kadar çabaladığı, en az bizim kadar kaybolduğu ve kendini tekrar tekrar bulduğu…
Belki bu sefer kaybetme korkusuna karşı, kaybetmenin keyfini yaşamaya gider maceracı gönüllerimiz.
Bir bıkkınlıkla belki “Ne olursa olsun!” der içimizde asi yanımız.
Kardeşliğe, dürüstlüğe doğru bir adım atar.
Kırılganlığını korkusuzca açmaya yönelik bir çığır açar kendi küçük dünyasında.
Uzun lafın kısası, her şeyin “en” tarafının fazlası bağırsaklarımızı bozar!
İlginizi çekebilir: Sanrılar dünyasında bir yaşam mı, gerçeklerle yürüyen bir yaşam mı?