Kimsin sen: İyi oluşun yolu benliğin tek ve sabit olmadığını kavramaktan geçer
“Kimsin sen?” diye sorsam kendinizi nasıl tanımlardınız? Böyle bir soru, kesintisizce var olan bir varlık olduğumuz ön kabulünden kaynaklanıyor. Acaba gerçekten de öyle mi? Kimsin sen sorusuna verilecek cevaplar genelde bedene ve zihne atıflar yapılarak veriliyor. Öyleyse kimsin sen sorusunun cevabı beden mi yoksa zihin mi? Aslına bakarsanız insanlar olarak bizler tamamlanmamış varlıklar olarak dünyaya geliyoruz. Yaşantısal ve çevresel olaylar ile sürekli değişiyoruz. Bedenimiz de zihnimiz de tamamlanmış, sabit bir bütün değil. Bedenimizdeki ve beynimizdeki hücrelerin tümü belli aralıklarla tamamen ölüp yerine yenileri oluşuyor. Bu durumda “ben bedenim” veya “ben zihinim” şeklinde bir tanım yapmak anlamsız. Hele de duyum, duygu ve düşünce gibi zihinsel durumların sürekli değiştiğini göz önünde bulundurursak sürekli değişen bir yapıyı nasıl tanımlayabiliriz?
Bu sebeple “Sen kimsin?” sorusu, cevabı belirsiz bir soru. “Sen”i neyin belirlediği belirsiz. “Sen” bedene de zihne de göndermede bulunuyor olabilir. Her iki durumda da kim olduğumuza, yani her gün aynı insan olarak kaldığımıza ilişkin inancımızın temeli de kuşkulu. Nasıl aynı nehirde iki kere yıkanamazsak, yani bir nehrin sürekli aynı nehir olarak kalması mümkün değilse, aynı şekilde bir insanın da sürekli aynı insan olarak kalması mümkün değil (Kolak & Martin, 1989).
Benlik tek ve sabit değil: Ego ve Self ayrımı
Peki kim olduğumuzu tanımlamak mümkün görünmüyorsa kendimizi nasıl tanıyacağız? Bunun için önce beynimizin yapısına bir bakalım. İnsan beyni üçlü bir yapıya sahip. Birinci bölüm olan sürüngen beyin (veya beyin sapı) tüm hayvanlarda var olan, kontrolümüz dışında faaliyet gösteren yaşamsal fonksiyonları yöneten beynimiz. İkinci bölüm olan limbik sistem, duygusal yaşantıları düzenleyen kısım. Beynimizin üçüncü ve diğerlerine göre çok daha genç olan bölümü olan neokorteks ise düşünme ve anlamlandırma merkezi. İşte bizi diğer hayvanlardan ayıran en önemli şey neokortekse sahip olmamız.
Beynimizin bu üçlü yapısı sürekli zihin üretiyor. Görüldüğü gibi birbirinden farklı fonksiyonları olan (ama bir bütün olarak çalışan) beynimizin ürettiği zihin de bu yapılardan bağımsız değil. Örneğin eski beyinler olan beyin sapı ve limbik sistemin temel amacı hayatta kalmak. İşte bu yazı boyunca, sadece hayatta kalmaya programlanmış olan bu kısmın ürettiği zihne “ego”, düşünme ve anlamlandırma gibi faaliyetleri yerine getiren, düşündüğü üzerine düşünebilen neokorteksin ürettiği zihne de “self (öz)” diyeceğiz. Şimdi kendimizi tanımak için egomuzun nasıl çalıştığına bir göz atalım.
Egonun temel çalışma prensibi “hayatta kal!” olduğu için tanıdık olana sıkı sıkıya bağlı olmak ve çok güzel olsa bile değişime direnmek gibi huyları var. Şu ana kadar değişmediğini düşündüğünüz ne varsa yüksek olasılıkla egonun direnciyle ilgili. Ancak egonun sınırlamalarına şefkat göstermek önemli. Çünkü kendimizdeki ya da başkalarındaki egoyu kınarsak onu güçlendirmiş oluruz. Egonun tipik özelliklerden biri de, sürekli kişisel gelişim okumaları ve eğitimleri içinde kişiye kendini kaybettirmek. Bu tür çalışmaları yapan kişiler o kadar çok okuyor ve eğitim alıyorlar ki bir yerden sonra “ben bunu zaten biliyorum” tuzağına düşüyorlar. Bu aynı yerde takılıp kalmaya sebep oluyor. Öyleyse “her şeyi bilmemize rağmen” neden değişemiyoruz? Cevap basit: Bilgi başka bir şeydir, deneyim başka bir şey. Benlik dediğimiz şey dinamik ve sürekli değişen, olmaya devam eden bir şey. Dolayısıyla bizi dönüştüren güç ego olarak adlandırılan benlikten kaynaklanmıyor.
İnsan benliği (zihni ve bedeni) sürekli değişmekte olan bir yapıya sahip ise ne yapacağız? Aslına bakarsanız hiç bir şey “yapmayacağız”. Bir şey yapmamız gerektiğini söyleyen de ego zaten. Elimizde sadece şu an olduğuna göre, şu anda olana nasıl tepki verdiğimizi ve onu nasıl anlamlandırdığımızı gözlemlemekten başka yapacağımız bir şey yok. Gözlem yapan (yani ne düşündüğünün farkında olan) benlik parçamıza da self (öz) diyecek olursak, egoyu gözleyen parçamız bizi iyi oluşa götürür. Ego dirençlidir ve savunmaları devreye sokar. Ancak egomuzun dirençlerini bırakmaya istekli olmak bile iyileşmeyi başlatır. Ego kontrolün kendisini gözleyen başka bir şeye bırakılmasına direnir çünkü aslında kişinin sıkışıp kaldığı konumun getirilerinden zevk alıyordur. İşte kendinizi olduğunuz yerde sıkışmış hissetmenizin sebebi egonun bundan bir kazanç sağlıyor olmasıdır.
İşte kazanç/fayda odaklı olan Ego, hayatta kalmak için sürekli olarak tehditlere odaklanır, dost/düşman, iyi/kötü gibi kavramsallaştırmalar yapar. Ego neyin faydalı, neyin zararlı, kimin düşman, kimin dost olduğunu sürekli olarak ve çok hızlı saptayan bir bilgisayar gibidir. Ancak bilgisayarlar bir bilgi parçasına diğer bilgiden daha fazla değer ve anlam atfetmez. Ama ego bunu yapar. Bu sebeple ego ile gerçeklik arasında çok küçük ama önemli bir fark vardır. Dolayısıyla ego hiç bir zaman şimdiki anı deneyimleyemez. Ego sürekli bir yapma hali içinde olmalıdır zira bir şeyler yapmak egoyu canlı tutar. Fayda ve kazanç odaklı olan Ego “haklı kızgınlık”, iyilik yaparak kendini iyi hissetmek, “haklı mağduriyet” gibi kılıfları da sever. İnsan neden acı çekmek istesin ki diye düşünebilirsiniz ama aslında pek çok insan haksızlığa uğramaktan ve rahatsız edilmekten (kurban olmak) büyük zevk alır (Hawkins, 2020). Çünkü Ego acıya bağımlı olmayı sever. Bu bakış açısı egonun kendini değiştirmek yerine dünyanın değişmesini talep etmesinden gelir. İşte bu nedenle iyi oluş, diğer insanları/toplumu/dünyayı değiştirmek yerine kendinizi değiştirmeye istekli olmanızla ilgilidir. Zaten kendinizi değiştirdiğinizde başkalarını/olayları da farklı şekilde deneyimleyeceğiniz için, bir yerde onlar da değişmiş olur.
Ego her zaman -acı verici olsa bile- tanıdık olana çekilir ve ona tutunur dedik. Bunun pek çok örneğini günlük hayatta görürüz: Kendisine şiddet gösteren bir eşten ayrılmamak, manipüle edildiğimiz ilişkilerde ısrarla kalmak, hiç de mutlu olmadığımız işlere gitmeye devam etmek gibi. Egonun bunu yapma sebebi bilinen şeye tutunarak gelecekteki belirsizlikten korunmaya çalışmasıdır. Ego geçmişin acı verici de olsa kesinliğini, gelecekteki belirsizliğe yeğler. Çünkü bilinmeyene kalkışmak çaba ve enerji gerektirir. Ama ego en az çaba ve enerjiyle hayatta kalmaya çalışır. Bu nedenle “değişmek” göze büyür. Peki değişim için çaba göstermeye karşı bu isteksizliğin üstesinden nasıl geleceğiz? Burada öncelikle “çaba” ile ne anladığımıza bir bakalım. Ego açısından çaba göstermek bir şeyi değiştirmek için ona müdahale etmek, onunla mücadele etmek, çok enerji harcamak gibi anlamlara geliyor. Ama aslında içsel değişimin sırrı değiştirmeye “çabalamadan” sadece gözlemlemekten geçiyor.
“Değiştirmeye çabalamadan olanı gözlemlemek” niyeti sayesinde Heisenberg’in belirsizlik ilkesi devreye girer ve gücünüzü artık egonuzdan değil, alandan almaya başlarsınız. Heisenberg’in belirsizlik ilkesine göre “bir şeyin gözlemlenmesi onu değiştirir.” Böylece daha fazla farkında olur ve istemediğiniz şeye verdiğiniz anlamı nötürleştirirsiniz, yani artık “olsa da olur olmasa da olurdur”. Zaten istemediğiniz şeyi hayatınızda tutan da ona olumsuz anlamlar yükleyerek onu güçlendirmektir. “Bu çok kötü/tahammül edilemez bir şey, asla olmamalı” şeklinde bir kavramsallaştırma zorla değiştirmeye çalışmaktır. Ama zorla güzellik olmaz.
İşte şeylere iyi/kötü, doğru/yanlış ikililiğinde anlamlar yükleyen Ego, gördüğü dünyanın onun gördüğü gibi olduğundan emindir. Ego, olan şey ile kendi algısı arasında bir fark olabileceği gerçeğini kabul etmek istemez. Bu nedenle olanı çarpıtmayı sever. Algısının olgudan uzak oluşu sebebiyle ego başkalarını kınama, haklı olma, dışarda bir suçlu arama, intikam ve nefret içinde olma hallerini yaratır. Bunu aşmanın yolu bu bilgilerin kendimiz için de geçerli olduğunu kabul etmekten geçer. Yapabileceğiniz tek şey başkalarının egosuyla değil kendi egonuzla ilgilenmek ve ona gözlemciden bakmaktır. Böylelikle dürüstleşir ve iyi oluş yolculuğunuzu başlatmış olursunuz.
Bir psikolojik danışmandan profesyonel destek almak isterseniz detaylı bilgi almak için bana [email protected] eposta adresinden ulaşabilirsiniz.
Kaynaklar:
Elbeyoğlu, K. (2011). Zihin Felsefesi. Editörler: Veli Urhan & Serdar Uslu. Anadolu Üniversitesi.
Hawkins, D. R. (2020). The Map of Consciousness Explained A Proven Energy Scale to Actualize Your Ultimate Potential. Hay House Inc.
Kolak D. & Martin, R. (1989). Wisdom Without Answers: A Guide to the Experience of Philosophy, Belmont, California: Wadsworth Publishing Company.
İlginizi çekebilir: İnsan aritmetik bir toplam değil, olasılıktır: İyi oluş bir inşa sürecidir