“Hayaletin de turizmi mi olurmuş?” demiştim ilk duyduğumda. Çocukken uykularımızı kaçıran onlarca hikayenin baş müsebbibi olan hayaletler, nasıl olur da turizm yani para kazanma yolu olabilirdi.
Edinburgh’a tarihi yapı ve heykellere olan hayranlığımdan gitmeyi hep çok istemiştim, rota günün birinde oraya çevrilince açtım okunacak ne varsa. Şehre dair tarihi bilgilere tam mest olmuştum ki gözüme bir kaynakta “hayalet hikayeleri” başlığı takıldı; sonrası ise tam bir şaşırtıcı olaylar silsilesi.
Hala hayaletlere inanır mısınız bilmiyorum ya da hayalet denince aklınıza tek gelen isim “Casper” mıdır yalnızca? Eğer öyleyse şehrin hayalet turları çok ilginizi çekmeyebilir ama fantastik kitaplar okuyup, hayal gücünüz de size farklı oyunlar oynuyorsa o zaman kendinizi hayalet turizmine kendinizi teslim edebilirsiniz.
Zamanında tüccarlar tarafından depo olarak kullanılan mahzenler, su baskınlarından dolayı kullanamaz hale gelince terk edilmişler. Sonrasında ise evsizler bu mahzenleri kendileri için ev haline getirmiş. Fakat zamanla buralar cinayetin kol gezdiği yerler haline gelmiş ve insanları öldürüp kadavra olarak tıp fakültesine satabilmek için cinayetler işlenir olmuş. Bu cinayetler de hayalet hikayelerini doğurmuş. Hatta öyle ki şehre ait ünlü seri katiller türemiş.
Bu hikayeler her ne kadar benim dikkatimi çekmemiş olsa da, eğer bu tarz korkular yaşamayı seven biriyseniz “hayalet turlarına” katılmanızı öneririm.
Fakat Edinburg hafızamda tam da hayal ettiğim gibi, tarih şehri olarak kalsın istediğim için, ben turlar yerine tarihi yerleri gezmeyi tercih ediyorum. O zaman başlayalım!
Edinburgh: Nasıl gidilir, nerede kalınır, havası nasıldır?
Edinburgh havaalanından şehre ulaşımı çok rahat olan Avrupa şehirlerinden biri, şehir merkezine sık aralıklarla kalkan otobüsler ile hem ucuz hem de çok kolay bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. Konaklama içinse yine şehir merkezinde yer alan butik otelleri tercih edebilirsiniz. Konaklama hem para biriminden hem de bu bölgenin genel olarak pahalı olmasından kaynaklı diğer Avrupa şehirleri kadar ucuz değil ama şehri gezmeniz için 2 gün yeterli olacağından 1 gece konaklamanız da sizi çok zorlamayacaktır.
Bu bölgenin klasik hava durumu yağışlı olsa da benim gibi güneşe aşık birinin geleceğini duymuş olacak ki, gezimiz boyunca hava hep ışıl ışıl güneşliydi. Ama yine de siz gezi öncesi hava durumunu mutlaka kontrol edin, zira buraların yağmuru bir başladığı zaman kolay kolay bitmez.
Edinburgh Kalesi
Odamıza yerleşip yola koyulmadan önce haritada ilk işaretlediğim yer olan Edinburgh Kalesi’ne odamın camından “bekle geliyorum” diye avaz avaz bağırmak istiyorum. Şehrin hemen hemen her noktasından görülebilen kale, o kadar büyüleyici ki sizi kendine hayran bırakıyor.
Edinburgh’ta her yer yürüme mesafesinde olduğu için çok şanslıyız, gezmek istediğimiz noktalara yürürken aynı zamanda diğer tarihi yerleri de görme şansımız oluyor.
The Royal Mile Caddesi’ni gezmek zaten başlı başına bir tarih turu. Caddenin her iki tarafı minik, renkli cafeler ve pub’larla dolu. İster cafelerde İskoçya’ya özgü kurabiyeler ile çayınızı yudumlayın isterseniz de İskoçya’nın nam salmış viskilerinin tadına bakın. Yola daha yeni başladığımız için henüz soluklanmak istemiyoruz ama tasarım dükkanlarını da gezmekten kendimi alamıyorum. Bu yol boyunca kendinizi orta çağda geziyor gibi hissedebilirsiniz. Dokusuna hiç zarar verilememiş yapılar ve sokaklar insana bir film platosunda geziyor hissi yaşatıyor.
Kaleye bir an önce ulaşabilmek için hızlı adımlarla ilerliyoruz veeeee perde…
Edinburgh’un en önemli simgelerinden biri olan şehrin “old town” kısmında yer alan kale, 1000 yıldır yıkılmadan ayakta kalan dünyanın nadir kalelerinden biri. Kalenin girişinde William Wolce heykeli karşılaşıyor bizi, bu kişi İskoç halkı için kahraman olarak sayıldığı için kale girişine heykelini dikmişler. Kalenin bahçesinde hala sembolik olarak kullanılan birçok top bulunmakta ve bu toplar belirli günlerde kullanılmaktaymış. Aktif olarak içerisinde yaşam olan dönemlerin lüks hayatını yansıtan ve ziyarete açık odalarını dolaşırken döneme tanıklık edebilirsiniz. Gezerken kalenin içerisinde yer alan ve Edinburgh’un en eski yapılarından biri olduğu söylenen St. Margaret’s Chapel’i göreceksiniz. Sanırım bu yapı evlilik ve vaftiz gibi törenlerde hala kullanılmaktaymış. Kaleyi detaylı bir şekilde gezmek yarım gününüzü alacaktır; yapı içerisinde engebeli yollar ve birçok merdiven olduğu için mutlaka rahat bir ayakkabı giymenizi öneririm.
Yorgunluğumuzu atmak için şehrin merkezinde yer alan ve Princess Street boyunca uzanan yemyeşil parkta soluklanmaya gidiyoruz. Şehrin “new town” bölümünde yer alan, muhteşem doğası ve Edinburgh Kalesi manzarası ile dinlenmek için iyi bir tercih.
Yola tekrar koyulmaya karar verdiğimizde ise güneşin batmasına az bir zaman kaldığı için güneşin batışındaki eşsiz manzarası ile nam salmış Calton Hill’e gitmek için yürümeye başlıyoruz. Princess Street’in doğu kısmında yer alan yapı asıl bulunduğu konum ile önem arz ediyor. Güneşin batışına doğru yetişebilirseniz nedenini anlayacaksınız. Çok şükür yetişip o eşsiz manzarayı yakalıyoruz. Size ufak bir tavsiye, güneşin batımına 1 saat varken orada olursanız fotoğraf çekmek için iyi bir nokta yakalayabilirsiniz. Hem yerli halk hem de turistler tarafından rağbet gördüğü için çok kalabalık oluyor.
Şehrin manzarasını ise ayrıca paylaşmak isterim.
Görebilmek için yalnızca tek bir akşamımız olduğundan bu manzarayı kaçırmadığımız için kendimi çok şanslı hissediyorum…
İlk gün için oldukça çok yer gezdiğimizden iyi bir yemeği hak ediyoruz. Hem yemek hem de azıcık dinlenip yarın yola devam etmek için biraz dinlenme vakti. Sabah erken uyanıp hayatı ıskalamayanlardansanız bu özelliğiniz en çok da böyle tatillerde işe yarayacaktır. Güne erkenden başlıyoruz yine. Bugün için rotada 2 yer var, onun dışında da azıcık alışveriş!
Scott Anıtı
İkinci günün ilk durağı Scott Anıtı! Ki zaten dün Princess Street’de gezerken önünden geçmiştik ama durup inceleme ve fotoğraf çekilmeye zaman kalmamıştı. Bu anıt bir yazar için dikilmiş en büyük anıt özelliği taşıyor. Walter Scott isimli yazar için yapılmış olan anıtta yazarın sadık köpeğine de yer verilmiş. Anıtta yazarın kitaplarında geçen karakterin küçük heykelleri de bulunmakta.
Yalnızca İskoçya değil, aslında tüm Birleşik Krallık’a baktığımızda da edebiyata ne kadar değer verdiklerini yaptıkları eserlerden bile anlayabiliriz.
Bu nokta hem Princess Street, hem Edinburgh Kalesi hem de o dün gittiğimiz yemyeşil parkın tam orta noktasında yer aldığı için kafamızı çevirdiğimiz her yer fotoğraflamak ve bu gezimize birer kare daha katmak için mükemmel bir yer.
Şimdi ise son durağımıza doğru yavaş yavaş ilerlemeye başlayalım. Orayı da anlatayım size biraz, sonra ben tasarım dükkanlarına gömüleceğim…
St. Giles Katedrali
Son durağımız St. Giles Katedrali. Katedrale geçmeden önce fotoğrafta da görebileceğiniz gibi katedralin önünde büyük bir heykel yer alıyor. Bu heykel İskoçyalı ünlü filozof Adam Smith’e ait. “Ulusların Zenginliği” demem yeterli olacaktır, sanırım.
Gotik emareleri rahatlıkla görebileceğiniz katedrale doğru ilerlemeye başlıyoruz.
Şehrin en önemli dini yerlerinden biri olan katedral 900 küsur yıldır görevini sürdürmektedir. Bu katedralin en önemli özelliklerinden biri fotoğrafta da görebileceğiniz gibi “taç” şeklindeki çan kulesidir. Bu özelliği ile diğer katedrallerden ayrılmaktadır. İçerisini gezmek isterseniz az bir ücret ödeyerek gezebilme şansınız var, ki nitekim gotik eserleri sevenler için gezilmesi gereken önemli yerlerden biri. Katedralden ayrılıp ilk gün gördüğü tasarım dükkanlarına doğru yol almaya başlıyorum.
Sonrasında ise yine yolculuk vakti. Kim bilir belki bir gün yollarda karşılaşırız.
Yolların insanı geliştirdiğine inananlardansanız yollarınızın çok olması dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Sokaklarında yürümekten bıkmayacağınız masal şehri: Canterbury