Hayat diye adlandırdığımız bir sahnenin içerisinde doğuyoruz, büyüyoruz ve sonunda bu sahneden er ya da geç bir zaman içerisinde bize ayrılan sürenin sonuna geliyoruz. Bu oyunun kaçınılmaz bir sonu var. Bu oyun içerisinde bazen kendi isteğimizle bazen de çevresel faktörler ile yer alıyoruz. Bazılarımız bu rollerle oluşturulması gereken bağları keyifli ve güzel bir şekilde yaşarken; bazılarımız bu rol veya rollere bağımlı hale gelip, ilerleyen zamanlarda aslında ona uygun olmadığını, onu tükettiğini anlayabiliyor.
Hayat dediğimiz sahnenin içerisinde elbette ki bağ kurmak çok önemli bir olgu; daha anne karnında bile ilk andan itibaren bağ kurma üzerine kurulmuş bir sistemle hayata başlıyoruz. Bu bağ, hem fizyolojik hem psikolojik bir bağ. Annenin hissettiği, etkileşim kurduğu her türlü olguyu bizde bu bağ sayesinde öğreniyoruz. Ekstrem durumlar olmadığı takdirde 9 aylık ihtiyacımız olan gelişim süresinden sonra artık bu fiziksel bağa ihtiyacımız ortadan kalkıyor, doğuyoruz ve hayattaki ilk bağımızı kesiyoruz.
Tabii ki bu kestiğimiz bağ, bir başlangıç her ne kadar bilinçli olarak çok hatırlayamasak da hayatta belki öğrendiğimiz en önemli ilk öğretilerden biri. Bağ kesmek konusunun bağ kurmak ve bağımlılık konularından biraz daha önemli ve zor olduğunu düşünüyorum. Özellikle de gördüğümüz gibi canlılar içerisinde ilk andan itibaren ve sürekli olarak uzun bir süre bakıma ve başkalarına muhtaç olan bir canlı insan. Dolayısıyla özellikle ilk gelişim süreçleri içerisinde sürekli bağ kurmayı, ihtiyaçlarının karşılanmasını çevresel olarak başkalarından öğrenen bizler, dolaylı ve zorunlu bağ kesmeler dışında bilinçli olarak çoğu zaman kendimiz yapmakta zorlanmaktayız.
Pek çoğumuz bağ kesememe durumunun negatif etkilerini her gün bir çok farklı olay içerisinde görmekteyiz. Anne-babasını bırakmayan çocuklar veya çocuklarından bir dakika ayrılamayan ebeveynler, işlerinden mutsuz ama ayrılamayan insanlar, ilişkilerinden uzaklaşamayan çiftler, ev, araba, giysiler gibi maddesel ürünlerden vazgeçemeyenler, sürekli geçmişte yaşayanlar, işkolikler, hep öfkeli, hep üzgün, hep mutlu gibi tek bir duyguyu bütün varlığıymış gibi benimseyenler, kaybettiği yakınlarını çok uzun süre bırakamayanlar, rollere bağımlı hale gelen ve zamanı gelince bırakamayanlar vb. pek çok farklı konuda örnekler verebiliriz…
Bu bahsettiğimiz konularda tabii ki her şeyle bağımızı keselim, hiçbir şey ile bağ tutmayalım gibi bir anlayış değil, zaten insan doğası içerisinde şu anki yapımızla bu mümkün değil, sağlıklı ve gerekli de değildir. Hayat, uzun bir yol hepimiz için özel ve farklı ilerleyen bunun içerisinde öğretilerimiz ve zamanlarımız farklı. Ancak zamanı geldiğinde de bağları kesebilmeye hazır olmak ve kesebilme kapasitesine sahip olmakta bizim elimizde. Sona doğru yaklaşırken de bağ kesmek kavramını tamamen bütün bağlarımız kopmalı, sıfır bağ gibi düşünmeyelim.
Sadece ilk olarak ailemizden başlayarak zamanı geldiğinde gerektiği kadarıyla hayatımızdaki duygu, durum, kişi ve olaylardan yeterince uzaklaşmak ve sınırlar oluşturmak olarak düşünebiliriz. Eğer hayat dediğimiz sahneyi başkalarının sahnesinde figüran veya yan rollerde geçirmek istemiyorsak… Hayatınızın baş rolü olmanız için kesiyorum, kesiyorum, kestim.
İlginizi çekebilir: ‘Kaç, kaç, kaçınmak’: Rollerimiz, duygularımız ve hayatta kalma iç güdümüzKaç, kaç, kaçınmak’