Bizler, bir duygu durumu geldiğinde ya içerisinde kendimizi kaybediyoruz ya da bu duygu bize ait değil diye düşünüp görmezden gelmeye çalışıyoruz. Sahi duygu ne demek? “İnsanın iç dünyasında oluşturduğu, uyandırdığı yankı, etki, tepki, izlenim.” Yani iç dünyanda olan, içinde gerçekleşen bir hali kabul etmemek ya da sadece ondan ibaret olduğunu düşünmek, seni kendine yabancılaştırır ya da seni seninle boğabilir. Her duygu durumuna izin vermek aslında, bütün duyguların varlığını kabul etmektir. Tabii bir noktadan sonra çözüme ilerlemek, kendini çıkmaza sokmamak önemlidir.
İnsanlığın bir kısmı ve tabii ki ben de, bazen gelen duygu durumunu anlayamıyoruz ya da anlama çabasıyla içerisinde kayboluyoruz. Aynı şekilde bir kısmı da kesinlikle duygu kelimesini kabul etmiyor. Öfke kelimesi belki onlar için var ama hüzün, acı, üzüntü gibi hislere yerleri yok. Oysa gülmek kadar öfke de doğal, öfke kadar üzülmek de doğal. Hepsi bir duygu durumunun eseri. Bu duygu kelimesinde bile bir kutuplaşma var sanki, çabuk öfkelenen insanlar çabuk üzülen insanlara “sen duygusalsın” diyebiliyor. Ya da çok gülen bir insan kızgın bir insana “sen de çok gerginsin hemen geriliyorsun” diyebiliyor. Halbuki hepsi duygu durumlarından kaynaklı ve baktığında duygusallık ve hassasiyet sonucu çok gülüyoruz, çok üzülüyoruz ve öfkeleniyoruz.
Hepimiz duygusal varlıklarız. Sadece bazı duygu durumlarını karakter ve bedendeki element dengesine göre daha yoğun yaşıyoruz. Buradaysa duygusal açıdan dengelenmeye ihtiyacımız olabilir. Her zaman üzülen bir insan, öfkelendiği zaman şaşırabilir ve bu duygu ona ait değilmiş gibi hisseder. Ya da öfkeli veya hep gülen bir insan bir an üzüldüğünde veya üzerine hüzün geldiğinde bunu anlayamayabilir. Çünkü alışmış olduğumuz normalimiz olan duygu durumları var ve biz o duygu durumundan bir başkasını deneyimlemeye kendimize alan açmıyoruz. Kendimize diğer duygular geldiğinde izin vermiyor olabilir miyiz?
“Bu kadar üzülme, yeter ne çok güldün, daha fazla sinirlenme, bu his de nereden çıktı, neyse çok da önemli değildir.” gibi milyonlarca cümle üretebilir zihnimiz. Öyle anlarda zihni dinlemek yerine o duygunun gelmesi ve gitmesi için izin verebilir miyiz? Belki de kendimizi o kadar sıkıştırmasak duygumuzun üzerinden daha hızlı geçeceğiz, derinliğinde kaybolmadan dengeyi bulacağız. Ya da bazen derinliğinde kaybolacağız ki kendimizin diğer yanıyla, diğer duygularıyla da tanışacağız.
Bunu herkes için genelleyemeyiz. Bazılarımızın duygularını tanımaya, bazılarımızın duygularını gözlemlemeye ihtiyacı vardır. Bazılarımızın da eğitmeye. Çünkü bazı duygu durumları hem bize hem de çevremize zarar verebilir. Öyle bir durumda duygu durumu izin verme halinden, taşkınlığa geçmiştir.
“Duygular nasıl eğitilir?” noktasında, duygusal eğitim gibi bakabiliriz. Bu bana ne kadar zarar veriyor veya fayda veriyor, bunu yaşamalı mıyım veya devam ettirmek beni çıkmaza mı sokuyor? Bu noktada eğitim aslında içsel dengedir. Dengeyi hayat boyu kazanmaya devam ederiz. Bazılarımız dengeli olduğunu bilir, bazılarımız ise olmadığını. Ve bazılarımız da olmadığını bilerek üzerinde çalışır. Herkesin hayat dersi başka bir şekilde planlandığı için çok renkte ve çok farklı duygu yoğunluklarında insan vardır. Önemli olan tanımlayamadığın bir duygu olduğunda bırak içeri girsin. Onu da tanı. Sonuçta o senin içsel dünyandan geliyor. Belki o an canını yakıyor ya da tam tersi hiç yaşamadığın kadar gülüp eğleniyorsun.
İşte o noktada kendini yargılamadan, o duygu durumuyla kal. Sadece yaşa. Sonra zararına karar vererek onu evinde kalması gerektiği kadar tut. Ve duygunun ilk geldiği an değil sonra, eğer o duygu sana zarar verecekse çözüme geç. Çünkü duygusal bir anın yoğunluğunda aslında dişil enerjide, yani oluşta olmamız gerekiyor. Eril enerji daha çok düşünen, tasarlayan ve çözümcül (bilgi odaklı) bir enerjidir. Sen kendine izin vermeden daha duyguyu bile hissedemeden, “Bu duygu da nereden çıktı? Hemen çözelim, anlayalım, idrak edelim ve yollayım.” hızıyla tanımlamaya çalışmak, kendini tanımanı engeller. Duyguları tanımlamak yerine tanımak gerek, arkadaş gibi bakmak… Ama tamamen arkadaşın da olmamalısın. Duygularına izin verirsen, onları tanımaya başlar ve kendini de tanımaya başlarsın. Ne istediğini, neyin zarar verdiğini veya neyin kısır döngüye soktuğunu, neyin seni kendinden uzaklaştırdığını anlayabilirsin. Kısacası önce hissetmelisin, sonrasında anlayış gelecektir. Kendini sıkıştırmana veya soru yağmuruna tutmana gerek yok.
Bazen kendini sorgulamadan, her duyguyu “BİLMEYE” çalışmadan, hissi deneyimlemek en iyisidir. Bırak, geçsin gitsin. Çünkü her şey geçicidir. Geçmeyen büyük bir his varsa eğer o senin birikmiş duygularındır ve belki de patlayacaktır. Böyle anları kendi başına halledemezsin, o ipliği yavaş yavaş birileriyle, belki de bir terapi yoluyla çözmelisin. Geçmeyen büyük his durumlarında o artık arkadaştan öte yerleşmiş bir ev arkadaşı olmuştur. Ve sana iyi gelip gelmediğini anlamak için de adım atmalısın.
Temelinde bütün duygular insan olduğunu hatırlatır. Hem bilmeye ve çözmeye çalışan hal seni robotikleştirir. Eril enerji saf haliyle seni yorabilir, dişil enerji de aynı şekilde. Bu yüzden dengeye gittiğin yol, duyguları kabul etmekten geçer. Bilmeye çalışmaktan değil, hissettiğinde kendine anlayış gösterdiğinde geçer. İşte orada duygusal dengeni kazanırsın. Ve artık tanıyamadığın bir his geldiğinde, aşamaları bilirsin. Bu da seni kendine tanıtacak bir yandır.
Işığımızı karanlığımıza bakarak buluruz. İşte o zaman kendinle kalabilmeyi başarırsın, içsel huzur bazen huzursuz durumların içinden geçerek gelir. Huzursuz halde bile kalabildiğinde ve çıkabildiğinde, zihin; “Bak kalabildiğin kadar çıkabiliyorsun. Senin elinde bu seçim.” demeye başlar.
Aslında somatik açıdan zihni eril diye ayırmamak gerekir. Çünkü dişil enerjinin, oluşun yansımaları bütün bedenini etkiler, bedenin aracılığıyla karar verip zihinde onaylatırsın. İç içe kavramları tanımlarken ayırsak da ayrılmaz bir bütündür; duygular ve mantık, dişil ve eril enerji. Ama o bütünlüğü yakalayamayız çoğu zaman. Hayat bir ritim içinde olduğu için bu durumların yakınlaşması ve uzaklaşması, dengelenme halindeki ritimleri oldukça doğaldır.
Biz de doğalız ve bütün duygu durumlarımız da doğal. Bu yüzden doğallığı yaşayabilmek için kendine izin verebilir misin? Öfkelendiğinde yargılamadan, gelsin ve deneyimle. Üzüldüğünde gelsin ve deneyimle. Çok güldüğünde bırak o da aksın gitsin. O an o duygu belki sadece gelmek istemiştir. Belki de başkalarının etkisi üzerinde kalmıştır. Ya da tamamen ihtiyacın başka bir şeydir ve kendini korkularından dolayı, asıl ihtiyacından uzaklaştırmışsındır.
Tanıdıktan sonra tanımlama zamanın da gelecek. Bazen de gelmeyecek, çünkü sadece insansın ve akışta nehre giren çöpler kadar, takılı kalan dallar da ve suyun içinde zevkle yüzen balıklar da doğal. O yüzden yaşamı ve kendi doğallığını, duygularını kucakla. Yabancı değilsin, anormal hiç değilsin. Yoğunluğun ister az ister çok. Bunun olması gereken bir hali yok. Sen sadece dünyanın renklerinden birisin, gelen duygular da öyle…
İlginizi çekebilir: İlişkilerde merkezinde kalabilmek: Dişil-eril enerji dengesi nasıl bulunur?