Sana hayatı kim anlatıyorsa dön bak, yaşıyor mu?
Her hücresinde tüm duyguları coşkun bir halde barındırıyor mu?
Bir yanardağ gibi gürleyip, püskürttüğü alevlerden en verimli topraklara dönüşüyor mu? Çiçekler açıyor mu o yeni soğumuş lavların üzerinde…
Kim bahsediyor yaşamdan, kim bahsediyor gezginlikten, kim bahsediyor bolluktan bereketten, dön bir bak. Oluyor mu dediğini?
Peki, sen oluyor musun dediğini?
Hani dürüstlük arayan gönlün, dürüst mü?
Açıklık, sadelik arayan aklın açık ve sade mi?
Anlam arayan varlığın, kendi manasının tadına bakabilmiş mi?
Samimiyet, yakınlık arayan kalbin, samimi ve yakın mı bir diğerinin gönlüne?
Güven arayan sen, güvenilir misin?
Kendine dürüst ol, aklının tüm dolambaçlarında yankılanan küçük seslerin her birini dillendirebilecek kadar açık ve dürüst müsün? Her birini seslendirecek kadar cesur mu yüreğin?
Yaptığının, verdiğin cevapların ardında duracak, olanı olduğu gibi gözün seğirmeden karşılayabilecek misin?
Evet diyebilecek misin hatalarına, bahane bulmadan…
Hayır diyebilecek misin dürüstlüğünle sebep sunmadan?
Kısaca ve net olarak. Sebepsiz, bağımsız…
Kendi kendinin oyununa geldiğini gördüğünde, kendinle sınırsız eğlenebilecek misin? Egonun, seni kendinden saklamaya çalıştığı anlarda, onun uzun kuyruğunun köşeden dönüp diğer odaya dolandığını hissedince ardından sessizce gidip “Böh!” diyecek misin?
Oyun bu!
Garip bir saklambaç, kendi içinde bir körebe!
Yakaladığında saklananı, merkezine koşarak “Sobe!” diye bağırdığın büyük bir neşe ile…
Seni gördüm, hangi yollardan gittiğini izledim ve sobeledim! Şimdi orada, o durumda, o hal içinde oyun dışı kaldın!
Şimdi başka bir köşede, başka bir oyunda tekrar karşılaşacağız, ta ki birimiz “Sobe!” diyene kadar.
Ve belki de bir gün, bu oyunlardan vazgeçeceğiz. Saklanmadan, tüm ara sokakları, arka odaları beraber gezeceğiz. Bizden kendini saklayan kuyruklunun eşliğinde tek tek tüm dehlizlere girip çıkacağız. Beraber yürümeye, beraber karar vermeye başlayacağız, gerçek bir ekip gibi. Sahibi olmadan, elden bırakmadan gerçek bir hakimiyetle.
İşte o zaman, aklımızın köşesinden geçen o fısıltılar görünür, duyulur olacak.
Evet diyeceğiz, hayır diyeceğiz. Sebep aramadan, bahane bulmadan. Sadece öyle olduğu için, içimizde hemfikir olarak. Gerçek bir barış halinde.
Huzur başka nasıl gelir ki?
Coşku ve kutlama başka nasıl gerçekleşir ki?
Sadelik başka nasıl mümkün olur ki?
Dinginlik başka türlü nasıl nüfuz eder ki?
Kendi hayvanının ortaya çıkması için ona ihtiyacı olan güveni verebilir misin?
İlginizi çekebilir: İçimizdeki çocuğa sorma zamanı: “Derdin neydi?”