“Yarın öldüğümüz zaman birisi bize: “Dünyada neler gördünüz?” dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki!”
Sabahattin Ali, Değirmen
“Koca yıl nasıl geçti hiç anlamadım” gibi şaşkınlıklara giderek daha sık düştüğümüz, çünkü giderek daha hızlı yaşamaya, zamanı ve her şeyi daha hızlı tüketmeye alıştığımız bir hayatın içinde sürüklenip gidiyoruz gibi geliyor mu size de?
Bir doktorun bize yorgunluk ya da strese bağlı hastalık teşhisi koymasını beklemeksizin içinde bulunduğumuz bu durumu fark etmeli; işimiz (veya uğrunda sınırlarımızı zorladığımız her ne ise) ile hayatımız arasında dengeyi kurmayı başarabilmeliyiz. Üstelik, “duramayanlar” olarak bu halimizden bir edebi eser çıkmayacağı da malum.
“7 Secrets Your Mind Doesn’t Want You To Know”“7 Secrets Your Mind Doesn’ (Zihninizin farkında olmanızı istemediği 7 sır)adlı kitabın yazarı Lisa Esile, neden duramadığımız konusunu irdelemiş ve belli başlı 4 düşünce ve davranış biçimini özetlemiş:
‘’Burada duraklamak serbesttir.’’
Sürekli tamamlamamız gereken bir iş, halletmemiz gereken bir sorun, üzerini çizmemiz gereken koca bir yapılacaklar listesi ile yatıp kalkıyoruz. Kişiliğimizin gelişmesini elde ettiğimiz başarılarla doğru orantılı sanıyor, sadece ve basitçe “var olma”yı değersizleştiriyoruz.
Aslında durmak ya da en azından duraklamak kolaydır. Ancak, yoğunluğun yarattığı stresin vücutta yarattığı başlıca etki kişiyi enerjik ve “diken üstünde” tutmaktır. Bu, vücudun bizi koruma yoludur; acil durumlarda reflekslerimizin keskinleşmesi gibi. Öte yandan, geceleri yatakta dönüp durmamıza neden olan şey de bu etkidir: Yapılacakların fazlalığı yüzünden huzur bulamama hali.
Elbette tüm planlarımız geçersiz ya da tüm kafaya koyduklarımız yarıda bırakılabilir olmamalı; öyle olsaydı başladığımız hiçbir şeyi bitiremezdik. Sadece, neyin gerçekten gerekli olduğuna karar verme konusunda daha dikkatli olmamız ve etrafımızdan çok kendimizi dinlememiz gerekiyor. Örnek vermek gerekirse, kaydolduğumuz sertifika programının getirdiği ekstra iş yükünün, programı bitirdiğimizde bize sağlayacağı faydaya değip değmeyeceğini tartıp ona göre karar vermemiz gerekiyor. Yoksa, iş arkadaşlarımızın çoğu bu programı tamamlıyor diye kendimizi zorunlu mu hissediyoruz?
‘’Hiçbirimiz vazgeçilmez değiliz.’’
İyi bir puanla okula başladığımızda, işe ilk girdiğimizde ya da ilk ciddi ilişkimizin bitişinde çoğumuz vazgeçilmez olduğumuz yanılgısına düşmüşüzdür. Çağrıldığımız bir parti ya da kutlamanın bizsiz aynı olmayacağına inanırız (ya da inanmak isteriz), bu da gidip gitmeme kararımızı etkiler ve genelde kendimizi bir yerlere sürükleyerek götürürüz.
Ancak gerçek şu ki, kimse vazgeçilmez değil. Çok yorgun olduğumuz için olumlu yanıt veremediğimiz bir kutlama, büyük olasılıkla biz orada olmadan da aynı şekilde gerçekleşecek; yoğunluktan ötürü iş arkadaşımıza pasladığımız acil bir iş, en az bizim yapacağımız kadar titizlikle yapılacaktır.
Yerimizin doldurulabilir olduğuna inanmanın yarattığı anlık üzüntünün, kendimize ayırdığımız zaman veya yarattığımız rahatlama alanı ile rahatça telafi edilebildiğinden emin olabilirsiniz.
”Kalbinin sesini dinle.””
Birçoğumuz mantığın en doğru ve güvenilir rehber olduğuna inanarak büyüdük. Akla uygun kararlar en doğru kararlardı. Üstelik dünyada düz mantık işlerdi: Daha zengin olursak daha popüler, dolayısıyla daha mutlu olurduk; daha büyük bir evimiz ya da arabamız olursa daha güzel/yakışıklı bir eşimiz olacağı belliydi… Aslında tüm bunlar, kendimizi sürekli daha fazlasını yapmak için zorlamamıza sebep olan bahaneler (içten içe hepimiz, o daha güzel/yakışıklı eşin bize değil, gösterişli arabamıza tav olduğu için peşimizden geleceğini biliyoruz).
Neyse ki aklımızdan daha güçlü bir rehberimiz var; o da kalbimiz. Romantik anlamda, “ellerimde çiçekler, kapında sırılsıklam” gibi bir rehber değil; içgüdü ya da sağduyu da diyebiliriz buna. İçten içe bizim için, fiziksel ve ruhsal sağlığımızı korumak için nasıl davranmamız gerektiğini, neyin bizi mutlu edeceğini bilmemizi sağlayan şey bu rehberimiz. Canımızın ne istediğini ona danışmak bizim için faydalı olacaktır.
‘’Bu kadar enerji bana fazla.’’
Beş parmağın beşi aynı olmadığı gibi, insanlar da birbiriyle aynı değiller. Kimimiz soğukkanlı iken diğerlerimiz tezcanlı, aynı anda birden çok şey yaparak mutlu olabilen insanlar olabiliriz. Yani, sabahları kendine gelmek için belli bir süreye ihtiyaç duymak kadar, neşe içinde kalkıp insanlara gülücükler saçarak günaydın demek de normal. Önemli olan, sakin bir insanken hızlı hareket etmek zorunda kaldığımızda hayatımızı tekrar dengeye oturtmayı başarmak. Bu da, tekrar düzenimizi kurmak demek. Örneğin sakince yenen bir akşam yemeği, hafta sonu sahilde bir yürüyüş ya da bir kafede tek başına oturup kitap okumak gibi, kendimize lezzetli bir zaman dilimi ayırmak…
Hayat zor ve hızlı akıyor olabilir, ama bu hayata ayak uydurmak için illa onun kadar hızlı hareket etmek zorunda değiliz. Boş zamanlarımızın bir kısmını sessizlik içinde, hatta tavana bakarak geçirmenin de kafa dinlemeye ya da deşarj olmaya faydası olacaksa, bütün tavanlar bizim!
Kaynaklar:
http://tinybuddha.com/blog/4-tips-stop-pushing-yourself-doing-too-much/
http://www.altogethereasyguide.com/
http://www.helpguide.org/mental/stress_signs.htm