X

Kendinizi geliştirmek için mükemmel bir hediye: Sevgili

Bilenler biliyor eski bir reklamcıyım. Aslında hala ucundan içindeyim sektörün zira ben bıraksam da o beni bırakmıyor. Reklamcılık sektörünün en hareketli haftalarından ikisi Şubat’ın ilk iki haftasıdır zira 14 Şubat’a yetişecek çok iş vardır. Genellikle oldukça durgun geçen Ocak ayı sonrasında sektörün hareketlendiği bir vaha gibidir o iki hafta.

Buradan hareketle yazının Sevgililer Günü’nün ne de ticari bir hadise olduğuna dair akacağını bekleyen değerli okurlar, sabredin! Akışta geleceğimiz yer çok farklı.

Evet, ticari faaliyetin, reklamların, alışverişin gaza bastığı ve bir miktar da yapay olarak pompalanan bir gün 14 Şubat. Ancak çiftler ve ilişkiler açısından iş biraz daha farklı. Çiftlerin bir şeyler yapmak zorunda hissettiği günlerden biri bu ve bir şey yapmazsan ciddi dertlere de neden olabiliyor. Yapılan bir araştırmaya göre, en çok ayrılığın yaşandığı günlerden biri Sevgililer Günü!  Beklenen hediye ya da sürpriz gelmediğinde çıngar çıkabiliyor zira, oraya geleceğiz…

Şu anda sevgilisi olmayanlardan başlayalım:

Sevgililer Günü’nü yalnız geçiren insanlar ağırlıklı olarak ikiye ayrılıyor ve ben sizlerin hangi kategoride olduğunuzu merak ediyorum:

1)Bedbaht olup kendini kedere vuranlar

2) “Oh be bu sene de yırttık” diyenler

Peki, şimdi aranızda sevgilisi olanlara sorayım:

Sevgilisine hediye alanlar var mı? Elbette vardır! Mutlu oldu mu sevgili o hediyeyle? Eğer evetse süper, değmiyorum keyfinize. Çiçek, çikolata, pelüş ayı falan aldıysanız ve henüz kafanızda paralanmadıysa, şanslısınız. Gelecek sene daha yaratıcı olmanız sağlığınız açısından daha faydalı olacaktır 🙂

Peki, hediye almayanların kaçının başı belaya girdi? Muhtemelen hediye almama gafletine düşen erkeklerdenseniz, canınız okunmuş olabilir.

Reklam sektörü kadınlara bayılır!

Bazen kadınların reklamcılarla ortaklaşa çalıştığını düşünüyorum. Öyle ya, Anneler Günü ve Sevgililer Günü’nde hediye baskısı yiyen milyarlarca erkek var dünya üzerinde. Bununla beraber kendisine Babalar Günü’nde hediye verilmedi ya da Sevgililer Günü’nde ona sürpriz yapılmadı diye üzülen, bozulan, karalar bağlayan, sinirlenip olay çıkaran bir erkek tanımadım şimdiye kadar.

Bu da bizi kadınlar ve erkekler arasındaki en önemli farka getiriyor: Hayatı algılama ve onu ortaya koyma şekilleri. Büyük farklar var, bu doğru. Ve komik şeylere de neden oluyor bu farklar, ama esas konu bu değil. İlişkilerde gerçek problemi yaratan ve asıl aşmamız gereken şey aslında kadın ve erkeklerin ortak yönü.

Bu konuya hızla geçmeden evvel Sevgililer Günü’nün hikâyesiyle ilgili dikkatimi çeken bir konunun altını çizmek isterim: Muhtemelen biliyorsunuz Sevgililer Günü adını Aziz Valentine’den alıyor ya da orijinal adıyla St Valentine’s Day.

Sevgililer Günü’nün Hikâyesi

Valentine’in Türkçe anlamlarına baktığımızda, ancak 4. anlamının “sevgili” olduğunu görüyoruz.

Sözlükteki anlamlar şöyle:

1) Resim

2) Mektup

3) Gönderilen Kart

4) Sevgili

5) Sevgililer Günü kartı

6) Sevgililer Günü hediyesi

İnanışa göre Valentine isimli bir din adamı evlenmeleri yasak olan Romalı askerleri evlendirirmiş.

Aynı zamanda Hristiyanlığın da yasaklandığı bu dönemde Valentine bir de üstüne Hristiyanmış, iyi mi? Neyse en nihayet yakalanmış tabi ve zindana atmışlar bunu.

Gardiyanlardan birinin gözleri görmeyen bir kardeşi varmış, Valentine’ın da Tanrı inancı öyle kuvvetli ki, mucizeler yarattığından söz ediliyor halk arasında. Umut fakirin ekmeği! Gardiyan kız kardeşi Julia’yı getirmiş Valentine’e, belki bir mucize de o yaşar diye.

Kız; “Ben çok inançlıyım” demiş, “Her sabah ve her akşam Tanrı’ya dua ediyorum, gözlerim görsün diye. Tanrı istediğimiz şeyleri bize verir mi, Valentine?”

“Bil ki yavrum” demiş Rahip Valentine, “Tanrı, sadece bizim için en iyi olanı yapar”

Beraberce duaya başlamışlar.

Birden hücrenin duvarları altın renkli bir nur ışığıyla aydınlanmış ve kız mutlulukla bağırmış:

“Şükürler olsun! Görüyorum! Görüyorum!”

Ertesi gün Valentine’in ölüm emri gelmiş ve Valentine, Julia’ya bir not yazıp göndermiş. Notta Tanrı’ya hep yakın olmasını öğütlüyormuş. Ve notu da “Senin Valentine’in” diye imzalamış. Bu not bir sonraki gün Julia’ya ulaştığında tarih 14 Şubat 270’i gösteriyormuş ve bu aynı zamanda Valentine’in de idam edildiği tarihmiş.

Çok duygusal, mucizevi, acıklı falan ama bu anlatılan hikâyenin gerçek olup olmadığına dair en ufak bir somut kanıt yok. Bu da bize toplum dediğimiz ortak bilincimizin en tuhaf alışkanlıklarından birini hatırlatıyor: Kendi uydurduğumuz yakıştırma hikâyelere (efsanelere) kendi kendimize inanmak.

Bu konudaki tek somut gerçek şu: Ölümünden 226 yıl sonra Vatikan Hristiyan olduğu için öldürülen bu din adamına Aziz unvanı veriyor ve 14 Şubat “Aziz Valentin” adına bir anma günü/bayram olarak kutlanmaya başlıyor.

Bu hikâye kadar duygusal olmasa da daha net bazı bilgiler de var:

Mesela; Hem Fransa’da hem de İngiltere’de 14 Şubat’ın kuşların çiftleşme günü olarak bilindiği bir gerçek. Günün bu özelliğinden dolayı da – özellikle İngiltere’de – sevgililer ve/veya sevgili olmak isteyenler birbirlerine güzel sözler yazan küçük pusulalar verirmiş.

Ticaret başlıyor

Buradan ilham alıp almadığını bilemediğimiz uyanık bir girişimci olan Massachusettsli Esther Howard, 1847’de tarihin ilk Sevgililer Günü kartını üretiyor. Dantel işlemeli bu kart sayesinde ilerleyen yıllarda paraya para demeyecek olan bu çakal ruhlu kadın, Sevgililer Günü hadisesinin geniş kitleler tarafından tanınıp duyulmasına da böylece ön ayak oluyor. Ve sonrasını biliyorsunuz zaten, her yıl Noel/Yılbaşı ile birlikte en çok hediye trafiğinin yaşandı muazzam bir küresel ticari olguya dönüşüyor.

Elbette bu kadar sığ bakmayalım hadiseye! Dedik ya; kadınların beklentileri var bu günlerde ve şu iki salak bahanenin arkasına sığınmak ilişki için yapılabilecek en kötü şeylerden biri:

1) “Ben kapitalizme karşıyım o yüzden Sevgililer günü kutlamam”

2) “Sevgi benim için öylesine geniş bir kavram ki bunu bir tek güne sıkıştırmanın ticari mantığından tiksiniyorum”

Sevgililer Günü’nde sevgilinize onu ne kadar sevdiğinizi gösterin

Bak sevgili erkek kardeşim; hiçbir kadın bunları yemez! Ama sen kafaya topuklu ayakkabıyı yiyebilirsin, dikkat et!

Ne demiştik; sevgililer gününde kadınlar hediye almazlarsa erkeklerin canına okurken, erkeklerde bu duruma rastlamak oldukça zor. Ve yine dedik ki, temcit pilavı gibi ısıtılıp önümüze konulan kadın-erkek farkı değil ilişkileri zora sokan, İlişkilerdeki problem; kadın ve erkeklerin ortak bir yönlerinden kaynaklanıyor ve sadece 14 Şubat’la da ilgili değil, yılın her gününde bu ortak yönümüz, tuzaklar kurup duruyor bize!

Asıl aşmamız gereken ortak sorunumuz

Hadiseyi bir örnekle anlatayım:

Belki bir on yıl olmuştur. Cumartesiye denk gelen bir Sevgililer Günü’nün ertesiydi. Benim o dönem bir sevgilim yok fakat bir arkadaşımın bir sevgilisi var, bayılıyor çocuk kıza. Kız çok güzel, çocuk yakışıklı ve varlıklı. Acayip de yakışıyorlar birbirlerine, kızı da çok seviyoruz bütün ekip. Çocuğun bütün erkek arkadaşlarıyla oturur, muhabbetler, maç geyiği yapar. Adeta bizim kankamız gibi bir kız.

Gerçek isimleri vermeyeceğim. Kıza Sinem, arkadaşıma da Volkan diyelim. Bir yandan da ekipten bir başka arkadaşın eşi var ona da Nilay diyelim. Nilay’la Sinem çok samimi olmuşlar, kız kardeş gibiler. Süper bir ortam oluyor Sinem ve Volkan katıldığında.

Neyse, haftalar evvel de planlarını yapmış Volkan, bize ballandıra ballandıra anlatmıştı Sevgililer Günü planlarını. Şimdi size o Sevgililer Günü’nün çapraz kurgu hikâyesini anlatacağım.

Kâbusa dönen muhteşem Sevgililer Günü

Pazar öğlene doğru kahvemi yapmışım, müziğimi koymuşum ve gazetelere bakıyorum, birden telefon çaldı, bu arıyor. Telefonu açtım, sırıta sırıta “Len Kazanova, dünyanın en romantik Sevgililer Günü gecesinin sabahında beni niye arıyorsun?” dedim. Felaket bir sesle; “Abi müsaitsen bir uğrayacağım” dedi.

Geldi. Nasıl kötü size anlatamam.

“N’oldu olum?” dedim. “Sorma” dedi, “Sinem beni terk etti”.

Ağzımı kapatmam ne kadar sürdü, hatırlamıyorum. “Baştan anlat” dedim.

“Sabah çiçeklerle doldurdum, arabayı aldım Kuruçeşme Ottoman Hotel’de kahvaltı ettik. Manzara, sofra, müzik, ortam muhteşem; Sinem’in ağzı kulaklarında, çok mutlu. O mutlu olunca nasıl hissettiğimi biliyorsun abi”

‘Biliyorum’ dedim.

***

Bu sırada aynı Pazar günü Sinem Nilay’ı arıyor. O da çok kötü ve konuşmak istiyor, bunlar da buluşuyorlar. Daha sonradan biz Nilay’la konuşuyoruz olanı biteni ve çapraz kurgu dediğim şey de burada başlıyor. Sabah kahvaltısıyla ilgili Sinem’in Nilay’a anlattıkları mealen şöyle:

“Sabah geldi, arabayı doldurmuş çiçekle. Yemin ediyorum oturmak için zor yer buldum. Götürdü Ottoman’a kahvaltıya; iki tane kıçı kırık zeytinle peynire dünyanın parasını verdi, neymiş manzaraymış! Gösteriş de gösteriş!”

***

Volkan, garibim bana anlatmaya devam ediyor: “Kahvaltıdan sonra, aldım onu Hyatt’ın spasına götürdüm. Önce buhar banyosu ve sauna, şok havuz derken çift masajı yaptırdık. Masaj yaptırırken, el ele tutuşmuş göz göze bakıyoruz. O kadar romantikti ki…”

“Eee?”

***

Sinem’in versiyonu: “Onca şeyi yedikten sonra nereye gittik bil bakalım? SPA’ya! Buhardı saunaydı derken taşikardi geçiriyordum. Bir de üstüne masaj! Yemin ediyorum neredeyse çıkaracaktım bütün yediklerimi!”

***

Volkan devam etti… “Öğleden sonra hazırlandık, akşam Lacivert’te hazırlattığım çok özel bir masada yemek yedik. Garsonları önden besledim, kendisini prenses gibi hissetsin diye her şeyi yaptım. Çok mutluydu abi. A’jia Otel’de, denizin üstünde bir oda tutmuştum, oraya gittik. Çok güzel bir ince kolye ve takım küpelerini verip günün crescendosunu yapacağım”

“Ulen! Eeeee…” meraktan kıvranıyorum hikâyenin sonu nasıl bitecek diye…

***

O crescendonun, nasıl kroşeye dönüştüğü Sinem’in versiyonunda çıkıyor ortaya:

“Lacivert’teyiz, özel masa yaptırmış yine gösterişli gösterişli. Garsondan geçilmiyor masanın etrafı; yemek mi yedik dayak mı yedik anlamadım kalabalıktan. Sonra orada A’jia Otel’e geçtik. Odaya girdik ne yapsa beğenirsin?!”

Nilay da merak ediyor tabi: “N’aptı?” demiş.

“İnci kolyeyle küpe verdi öküz! Ben de bastım kalayı, çıktığım gibi atlayıp taksiye eve döndüm, 47 kere aradı o saatten bu yana. Mesajları saymıyorum bile. Ulan böyle bir günden sonra insan evlenme teklif eder!”

Gerçek bir hikâye bu. Ayrıldılar ve ayrı kaldılar.

İlişki katili: Beklentiler

İlişkilerde en büyük sorunu yaratan, kadın ve erkeğin ortak özelliği demiştim. Yani beklenti ve isteklerimiz. Karşımızdaki kişinin bizim istediğimiz gibi olmasını, bizim beklediğimiz şeyleri yapmasını istiyoruz. Ve bu çocukluğumuzdan itibaren başlıyor. Anne ve babanın istediği gibi davranan çocuklar ödüllendiriliyor, öğretmenin istediği gibi öğrenciler övülüyor, patronun istediklerini yapan çalışanlar terfi ediyor. Bunun normal bir şey olduğuna inandırılıyoruz ve iş dönüp dolaşıp kendi özel hayatlarımıza gelince, birileri de bizim istediğimiz gibi davransın diye bekliyoruz.

Bu insanlar da sıklıkla en çok değer verdiğimiz, hayatlarımızı birleştirmek niyetinde olduğumuz sevgililer oluyor. Oysa sevgi denen, aşk denen şeyin sınırı, kalıbı, kuralı olur mu?

Konu karşımızdakini olduğu gibi sevmek olunca çoğumuz mangalda kül bırakmayız, idealin bu olduğunu söyleriz, beklentimiz budur çünkü: “Beni olduğum gibi sevsin.” Ama iş bunu yapmaya gelince pek de öyle davranmıyoruz. Ve o “benim istediğim gibi olsun” arzusu, gün geliyor büyük aşkla başlayan ilişkinin celladı oluveriyor.

Ben kendime sık sık bunu hatırlatıyorum: ‘Sevgilim Yeliz, benim istediğim gibi olmak zorunda değil, benim beklediklerimi yapmak zorunda değil. Ve buna da tüm kalbimle minnet duyuyorum; çünkü o kendisi olunca daha güzel.’

Evet, bu beni bazen delirtiyor. Evet, bu yüzden bazen kavga da ediyoruz. Ama bildiğim bir şey var egomu törpülemem, konulara farklı açılardan da yaklaşabilmem ve gerçekten “kendim olabilmem” sadece ve sadece onun kendisi olmasıyla mümkün.

Sevgilinizin olduğu gibi olmasına müsaade ettiğiniz sürece kişisel gelişimde mesafe katedebilirsiniz.

Sevgililer Günü, yıldönümü, yeni yıl… Bu özel günler sevdiğiniz insanı kendi istediğiniz kişiye dönüştürmekten ziyade onu olduğu gibi kabul etmekle ilgili şeyler hatırlatsın hepinize. Sevgiliyi özgür bıraktıkça özgürleşiyor insan ve onda sizi rahatsız eden ne varsa bilin ki kişisel gelişiminiz tam da orada başlıyor. Yani sevgilinizin olduğu gibi olmasına müsaade ettiğiniz sürece kişisel gelişimde mesafe katediyorsunuz.

Elbette bunu yapmanın olmazsa olmazı bunu karşılıklı yapmak. Kendinize şu soruları sormak ilişkinizde size yardımcı olacak:

  • Bu istediğim şeyi neden istiyorum?
  • Bu sadece benim isteğim mi? Sevgilim bu konuda ne düşünür?
  • Bu ilişkinin şu anda olabileceğin en iyi seviyede olması için, ilişkinin neye ihtiyacı var?

Sizi olduğunuz gibi kabul etmiyorsa ve sevgilinizbu konuyla ilgili kavga gürültü oluyorsa; oturup birlikte şunun kararını verin: “Şımartılması, pohpohlanması, çok iyi bakılması gereken şey ben miyim? Sevgilim mi? Yoksa İlişki mi?” Bilin ki ilişkiye asıl önemli yapan şey “Ben”i devreden çıkarmaktır. Sadece ve sadece her iki taraf da “Ben”den vazgeçerse “Biz” olmak mümkün…

Ben’den Biz’e, Biz’den Bir’e

Ben’den Biz’e geçmek iki kişilik bir iştir. Ve ancak, o iki kişi “Biz” olabilirse “Bir”lik bilincine varabilir. “Bir”lik bilinci ise şu anda dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu şey. Dolayısıyla sevgilinizin tekâmül yolculuğunuzda en muhteşem ayna olduğunun ve bunun dünyayı etkileyecek kadar önemli bir konu olduğunun farkına varın. Onda sinir olduğunuz ve değiştirmek istediğiniz şeylerin tamamı sizin içinizde, gelişiminizle ilgili değişmesi gereken şeylere işaret ediyor.

Bu farkındalıkla bile, ilişkiniz bambaşka bir boyuta ilerleyebilir. Yapmamız gereken tek şey; onunla aranızdaki farklara aşkla bakıp ilişkinin size kattıklarının keyfini çıkarmak. Son bir şey daha: İlişki ilerlemiyorsa, sorun yok; çünkü “İlerlemesi gerekir” diye bir şey yok. Tatlı tatlı “Bu iş yürümüyor”a karar verin ve birbirinizi serbest bırakın.

Sevgi ve aşkla dolu muhteşem birlikteliklerde Ben’den Biz’e geçtiğiniz harika ilişkiler dilerim.

  • Sevgiliyle daha sıkı ilişki kurmak,
  • Kadın-erkek ilişkilerinin dinamikleri konusunda bilgilenmek ve
  • Mükemmel sevgili olma yolunda yetkinliklerinizi artırmak istiyorsanız

hayatınızın belki de en önemli konusuyla ilgili çalışmaya hazırsınız demektir. Konuyla ilgili etkinliklerden haberdar olmak ya da çiftlere özel olarak Yeliz’le birlikte hazırladığımız ilişki programları hakkında bilgi almak isterseniz bana ulaşın: tolga@powercoaching.us.

V. Tolga Hancı: Doğma büyüme İstanbul'lu Tolga, 20 yıllık reklamcılık kariyerini danışmanlığa, ve oradan da koçluk ve eğitmenliğe dönüştürmüş bir yüksek performans stratejisti. Çalıştığı kişi ve kurumların; hayatın her alanında sınırsız potansiyellerinin % 100'ünü kullanarak, daima yüksek performansta kalabilmeleri için stratejiler üretiyor. Power Coaching'in ve Anthony Robbins Türkiye oluşumlarının kurucu ortağı. Birlikte çalışacağı kişi ve kurumların hedef ve hayallerini merak ediyor ve şöyle söylüyor: "İstiyorsan yaparsın! Asıl soru şu: Harekete geçmek için ne kadar isteklisin?"
İlgili Makale