Seviyorum yeni bilgiler edinmeyi, bir konu hakkında yepyeni pencereler edinmeyi. Okuyorum, belki 1-2 kere uyguluyorum, doyuyorum, sonra hoop başka bir konuya geçiyorum.
Senelerim böyle geçti. Ne kadar çok şey bilirsem o kadar iyi entelektüelim zannettim. Bir yanım hala zannediyor. Birkaç ay önce fark etim ki bütün edindiğim bilgiler zihin seviyesinde kalmış. Deneyimlemediğim için, bilgiyi bedenimin emmesine zaman tanımadığım için, bilginin içinde vakit geçirmediğim için tüm bilgiler öylece havada asıl kalmış.
Bu da farklı bir tür tüketim çılgınlığıydı. Tüketim çılgınlığı sadece kıyafetlerden, objelerden ibaret değildi. Her türü vardı. Son zamanlarda kendim dâhil dışarıyı gözlemlediğimde ise gördüğüm en büyük tüketim alanlarından bir tanesi de bilgi tüketiciliğiydi. Beynin herhangi bir bilgiyi depolayabilmesi için o bilgi çerçevesinde binlerce tekrara ihtiyaç duyuyor ki nöronlar arasında bağlantıları kuvvetlendirebilsin. Bir, iki kere okuduğumuzda nöronlar arası bağlantılar zayıf bir şekilde kurulmuş oluyor ve eğer o bağlantıları bir daha kullanmazsak kayboluyor, öylece kalıyor. Eğer tekrar etmeye devam edersek ise her tekrarda o bağlantılar daha da sağlamlaşıyor ve bir daha kaybolmamak üzere sıkıca kurulmuş oluyor.
İnsanın kendisini anlaması için, kullandığı aracı yani bedeni iyi kullanabilmesi için bilmesi gereken en önemli alanların başında biyoloji, fizyoloji ve nörolojinin geldiğini düşünüyorum. Ben maalesef yeni yeni bu alanlara merakla eğiliyorum. Tüm bunları okul çağında ezbere değil de anlayarak öğrenmiş olsaydık eğer, birçok hareketimiz bambaşka şekilde evrilebilirdi hayat içinde diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Beyinde her şeyin oturması için binlerce tekrar istemesinin diğer bir dalı bu tekrarların zamanlamasının kişiden kişiye göre değişiklik göstermesi. Bir bilgi kimisinde oturmak için dünya zamanlamasında 5 gün alırken, diğer kişide 5 sene alabilir. Bu konu da kişinin kendi öz ritmini, hayat akış hızını olduğu gibi kabul etmesine gidiyor ki bundan geçen hafta bahsetmiştik hatırlarsanız.
Okumayanlar, ne demek istediğimi daha iyi anlamak için bu “Kendi ritminizi duyabiliyor musunuz: Akış hızınızı kabul etmenin mucizevi getirileri” yazıma şu an bir ara verip göz atabilirler.
Beyin algısı ve kişi zamanlaması bu şekilde işlerken gelin görün ki benim zihin bana asla rahat vermiyor! “Tek bir konu yetmez!” diye sesini yükseltiyor. “Onca zaman sadece bir konuya konsantre olmak diğer bilgilerden mahrum olmak demek, saçmalama! Hadi şu an bir de şu konuya bak bakalım, orada neler diyor?” diye bir de beni yönlendiriyor. “Tek bir konuya konsantre olmak diğer her şeyden ve herkesin gerisinde yer almak olur!” diye de beni tehdit etmekten çekinmiyor.
Bir yanım bir bilginin oturması için zamana ve deneyimlerin içine yerleşmeye ihtiyacı olduğunu öğrenmişken ve bu şekilde yol almaya devam etmek isterken, diğer yanım “asla olmaz” diyerek beni diğer tarafa çekiyor. Arada ne yapacağımı şaşırıp öylece kaldığımı biliyorum.
Böyle anlarda sadece nefes almak; tek çözümün nefes almak olduğunu düşünüyorum. Her şeyi bir kenara bırakmak ve sadece nefes almak. Zihinden uçmaktansa nefes alarak yeniden bedene çapalanmak ve sadece anda var olmak en şifalı çözüm olabiliyor.
Bir taraftan da karantina döneminde gözlemlediğim en keyifli durumlardan bir tanesi tüm “ihtiyaçlarımın” anında karşılandığını görmek olduğunu söylemeliyim. Tereddütsüz, bir saniye bile sekmeden hemen meydana geldiğine çok fazla şahit oldum. Bu şahitliğim hem nesnesel bazda oldu ama asıl önemlisi bilgisel bazda da çok gerçekleşti. Yani öğreneyim diye zorlamadığımda ve kendimi ana bıraktığımda ihtiyacım olan bilgilerin zaten gelip beni bulduğunu gözlemledim. Çok acayipti!
E böyle olunca da aslında kendimi bıraktığımda sonsuz ışıltılı kapının kendiliğinden bana nasıl açıldıklarını gördüm. Hiç özel bir şey yapmama gerek yoktu. Sadece kendimi ana bırakmak ve ihtiyaçlarımı duymam yeterliydi.
Bırakmak harikaydı. Her şey olduğum yerde, çabasız bir şekilde bana geliyordu fakat zihin bunu bilmiyordu. Ben ne kadar zihinle konuşmalar da yapsam, “Merak etme güvendeyiz. Her ihtiyacımız karşılanıyor” diye yumuşacık bir ses tonuyla telkinlerde bulunmaya çalışsam da zihnim şu an buna ikna olmuyor. Hala olmuyor. Belli ki zamana ihtiyacım var.
Şu an halen tüm bu bilgiler bende olmasına rağmen hipnotize olmuş bir şekilde zihnin peşinden gidiyorum. Ama ne yapıyorum şu an eskiye göre farklı, biliyor musunuz?
Bunu fark ettiğimde kızmıyorum kendime.
“İhtiyaçlarının karşılandığı bilgisi varken hala duramıyorsun yerinde ve zihne gidiyorsun. Sen nasıl bir insansın? Boşa okuyorsun o zaman, okuma daha iyi!” diye kendimi ezen ve küçük gören bir tavra bürünmüyorum!
Aksine şu anki modum şu:
“Şu an hipnozite olmuş bir şekilde zihnin peşinden gidiyorsun. Tamam sorun değil. Şu an böyle demek ki. Şu an elinden gelenin en iyisi bu. Bundan daha iyisi gelmiyor ve bu olabilir. Bu halde olduğu gibi, kendi güzelliğinde. Ve ben seni böyle, bu şekilde ve bu halinle de çoook seviyorum Gamze!
Madem zihninle konuşma yolu şu an için yaramıyor. O zaman bu yola da tutunmaya gerek yok. Zihnin sakinlemesi ve rahatlaması için başka yollar bulabiliriz pekala. Onu da aramaya gerek yok merak etme. Sen bu yoldan öğreneceğim diye ısrar etme ve bırak olanları olduğu gibi rahatlıkla, o yeni yol hiç beklemediğin bir anda gelip seni bulacak zaten.”
Fark etmeye, olduğum gibi kabule, bırakabilmeye, tutunmamaya şükür.
Sevgiyle…
İlginizi çekebilir: Kendi ritminizi duyabiliyor musunuz: Akış hızınızı kabul etmenin mucizevi getirileri