Kendinize sorun: Kimlerin hikayelerinin içinde devinip duruyorsunuz?
Her ebeveyn muhteşem birer hikaye anlatıcısıdır. Kendi hikayelerini öyle güzel anlatır ve anlatırken yaşar ki, çocuklar o hikayelerin içine dalıp giderler. Anne, baba kendi hikayelerinin içinde tüm rollere bürünüp her birini tek tek büyük bir oyunculuk, ustalıkla ifşa eder. Söyledikleri her kelimeye, yaşadıkları her duyguya sonsuz bir inançla… Onların da zamanında duydukları, içinde yoğruldukları masala kendi yorumlarını da ekleyerek yaşarlar hikayelerini, öznelerden ve mekanlardan bağımsız olarak. Bu, tekrar eden büyük bir gösteridir.
Bunu izleyen çocuk, her hücresine kadar öğrenir anlatılan masalı, hikayeyi. Tüm acıları, tüm değerleri, tüm aktarılanları… Artık onun da hikayesi olur bu. O da başlar anlatmaya, ailesinden aldıklarını taşımaya, diğer tüm dinleyicilere. Dinleyiciler de yoğrulur bu masallar ile. Böylelikle “şahitlik” oluşur. Hem de hiç tanımadığımız insanların hayatlarına dair. Herkes, istisnasız herkes, birer hikaye anlatıcısı ve şahididir bu yeryüzü masallarının. Bazıları mutluluk, umut, bazıları hüzün ve ızdırap doludur. Ama nihayetinde hepsi miras kalmış masallardır birinden diğerine…
Yaşamlarınıza bakın, kimlerin, ne hikayelerin etkisinde, masalların içinde devinip durdunuz?
Annenizin yalnızlığında, babanızın vicdan azabında… Dedenizin göçüp geldiği topraklarda, belki bir çocuğun işaret parmağındaki alayda…
Masallara inanan çocuklarız bizler. Onların ustaca anlatılan hikayeler olduğunun farkına varamamış, gerçek yerine anlatılanı “canlandırmaya” çalışmış…
Kendi hikayelerimize, masallarımıza tutkunuz bir yandan, bir türlü çıkmak istemediğimiz düş dünyasına.
Bir sabah üzerimize büyük büyük anneannemizin örttüğü renkli battaniyemizi kaldırarak başlasak hayata, nasıl olurdu?
Şimdiye kadar düşündüğümüz, inandığımız her şeyin, diğer çok inanmışların anlattığı masallar olduğunu fark etsek.
Aslında kimsenin kimseyi olduğu gibi göremediği, kendi masalındaki kırmızı başlıklı kız olduğunu… Ve masalını dinleyen herkesin kurttan kırmızı başlıklı kızı kurtarmaya çalıştığını…
Kimsenin, yaşadıklarımızda, zorlandıklarımızda suçu yok. Sadece inandıkları masalın içinde rollerini oynayanlar onlar. Sen ayılana kadar devam edecek bir masalın.
Bin bir gecedir dinlediğin bu masaldan uyanmak ister misin?
Yaşam da bir masal. İç içe geçmiş masalların toplandığı daha büyük bir masal. Şimdiye kadar anlatılmış olanı anlatıp duran. Bir yerde, bu masalın tekrar ettiğini görebilir misin?
Her konuşanın aslında sana değil de kendi masalına konuştuğunu, onun içinde büyülendiğini, büyülendikçe konuştuğunu… Senin de her sözünün kendi masalından sana doğru çıktığını…
İç içe geçmiş bin bir uykudan peşi sıra uyanmak gibidir bu, her uyandığında sıçrayarak başka bir uykuda olduğunu fark etmek.
Ve sonu var elbet!
“Yaratılmışların” masalı bittiğinde, ilahi olanın masalını dinlemeye başlarsın. Tekrar etmeyen ve her seferinde seni yukarıya taşıyan. Her şeye biraz daha uzaktan bakabilmeni sağlayan, bütünü görüp içinde gelişmeni ve huzuru solumanı sağlayan…
Tüm küçük masallar bittiğinde…
İşte tam o sırada şamanın davulu vurmaya başlayacak gönlünde, her bir vuruşu sana varoluşun sesinden bir hikaye anlatacak. Evrenleri, tüm varolmuşları, bütünlüğü, sevgiyi, özgürlüğü…
O zaman nefes alacaksın. Gerçek bir nefes, çünkü o zaman “Varım” diyebileceksin.
İlginizi çekebilir: Tutunmayı bırakmak: Kendimizi akıntıya bırakarak saflığa erişebiliriz