Geleceği düşünürken karşımızda genelde hep bir aşama/basamak var, bunlardan birini memnun eden bir sonuçla tamamlayınca kısa bir mutluluk-memnuniyet, sonrasında yeni bir hedef ve onu tamamlayınca tekrar eden bir döngü… Mutluluk bir hedefe veya amaca bağlanıyorsa aşamaların bu şekilde olması olası ama mutluluğu içeride bir yerde bulduğumuzda ve buna yönelik bir yöntemimiz olduğunda hem sürdürülebilir hem de sağlıklı alışkanlıklara dönüşebilir.
Finlandiyalıların hayatımıza kattığı Sisu sonuçtan bağımsız olarak kişinin kendini o iş tamamlandığında bütünlenmiş ve mutlu hissetmesini sağlayan bir kültür ve kendi içinde pek çok mesaj barındırıyor. Sisu cesaret, kararlılık, çeviklik, azim gibi olmazsa olmaz değerlerle birlikte önemli bir bakış açısı sağlıyor. Her an kendimizde bir şeyleri yapabilecek cesaretimiz de olmayabilir ama en azından bu anları da çok iyi tanıyıp kendimize 3 şekilde es vermemiz yönünde mesajlar içeriyor: İnzivaya çekilmek (örneğin online tüm aktivitelerden uzak, telefonsuz ve bağlantı sağlayan tüm araçlarsız bir vakit), sessizlikle yakınlaşmak, kendi başına vakitler yaratmak. Özellikle bunlar için doğa büyük bir kucaklayıcı. Topraklanmak, nefes almak ve kendimizi özgür hissetmek için yaratacağımız zamanlarda doğanın bize sunduğu fırsatları görebiliriz, avantaja çevirebiliriz. Böyle anlarda kalmanın bir diğer faydası uyaranlar minimuma iniyor ve bir akışın içine sürükleniyoruz. Amerikalı Psikolog ve pozitif psikolojinin de kurucularından Mihaly Csikszentmihaly’nin ortaya koyduğu Akış Teorisi’ne göre bu anlar ve akışta olmanın bize pek çok faydası var.
Akış teorisine göre yeteneklerimiz ve karşılaştığımız güçlükler karşısında 8 farklı duygusal durumu deneyimleyebiliriz. Yeteneğimizin olduğu ve güçlüğün az olduğu durumlarda rahatlama ve eş zamanlı heyecan eksikliği hissedebiliriz. Diğer yandan yeterince hazır olmadığımız ve zorluğun çok olduğu durumlarda ise kaygılı hissetmemiz kaçınılmaz. Yetenek ve zorluk seviyeleri dengedeyse kendimizi akışta bulabiliriz.
Zorluk ve yeteneğin dengede olduğunu nasıl anlarız? Bunu 3 bileşenle açıklamış Csikszentmihaly. Görevler ve buna bağlı gerçekleştirdiğimiz aktiviteler arasındaki ilişkinin net tanımlanması bunlardan biri. Örneğin bir aksiyonumuzu neden yaptığımızı kendimize açıklayabiliyorsak ve zihnimizde buna yönelik çok soru işareti yoksa akışın içinde kalabiliyoruz. İkinci olarak, aktivitenin zorluğu ve bizim kendi yeteneklerimizi ne kadar tanıdığımız önemli. Bu ikisi arasında dengenin olması bizi sakinleştirip bir akışın içerisine sokabilir. Üçüncüsü ve bence en kritiği ise ara ara verilen geri bildirimler ile hizalanmak, iyi bir geri bildirim ağına sahip olmak.
Tüm bu üç bileşen bir arada olduğunda akışta kalmak dışında hayattan keyif almak için de bir adım atmış olabilirsiniz. Tüm bunları somut olarak düşünürsek… Örneğin tanımlı bir hedefiniz var, bu hedefe ulaşmak için ihtiyaç duyulan alanlar sizin için net ve bu işin zorluğu sizin yetkinliklerinizle paralel. Ara ara konu hakkında geri bildirim alabiliyorsunuz. Sonuna kadar gelmeden geri bildirimlerle revizeler yapıyorsunuz ve başarılı bir sonuca ulaşıyorsunuz. İhtiyaç duyduğunuz her şey sizde ve sahip olduğunuz iletişim ağı da bunu besliyor. Böyle zamanlarda sonucu kutlamayı da adım olarak eklerseniz ne kadar mutlu hissettiğinizi göreceksiniz. Öte yandan örneğin konu sizin yetkinliğinizin çok üzerinde ve size çok yabancı, etrafınızdaki geri bildirim ağı çok sınırlı veya yok. Başarı da mutlulukta böyle bir senaryoda çok gerçekçi bir beklenti olmayabilir.
Kendimize ne çok zor ne çok kolay hedefler belirleyip onlar için gerekli özveriyi verirsek başarı da mutluluk da kaçınılmaz. Kendimizi kutlamayı, geri bildirim ağımızı genişletmeyi, özellikle bizden farklı düşünen kişileri etrafımızda çoğaltmayı ve gri alanları netleştirmeyi başarmak ufak başarı ve mutlulukların önemli adımları. Bu bileşenlerin bol olduğu, başarılarınızı kendi içinizde kucakladığınız ve yaydığınız ortamları artırmak dileğiyle…
İlginizi çekebilir: “Virtue signaling” nedir: Yaptığınız paylaşımların altında ne yatıyor?