X

Kendini tam olarak “anlatabilmek” mümkün mü?

“Kusur arıyorsan, tüm aynalar senin.”

-Mevlana Celaleddin Rumi

Hepimiz şöyle geçirmişizdir içimizden “beni anlamıyorlar” veya “neden kimse beni anlamıyor” veya “yine anlatmak istediğimi anlatamadım”… Peki bunun sebebi nedir, anlatan kişi “ben” her şeyin özünü bilirken, anlayan kişi yani dinleyici olan “sen” neden anlayamayan taraf olursun? Veya “ben” her şeyi layığı ile ifade edebilirken “sen” neden anlamamakta “ısrar eden” taraf olursun?

İşte bu sorularımızda bile bir detay gizlidir. Şimdi birer birer bu “iletişim kopukluğu” dediğimiz durumların detayına ineceğiz, yani doğrusu veya yanlışı olmayan bu akışta tam olarak hangi bölgeleri belki biraz daha köprüler ile doldurmamız belki “düzlük” gördüğümüz yerlerin yanına gerçekten “düzlük” diye bir tabela asmamız gerektiğine bakacağız…

Öncelikle kimdir karşımızdaki; kendimizi ifade ettiğimiz annemiz veya babamız mı -yani bizden belki 20 yıl daha fazla hayat tecrübesine sahip bir orta yaş grubu mu- veya bu kişi yakın bir arkadaş mı -tahminen aynı veya yakın yaş grubundayız- veya bu kişi sevgilimiz mi -durumun içine duygu, his, tarafısızlığın yani nesnelliğin bozulması gibi değişkenler girecektir- veya iş yerinde müdürümüz mü -ego, kişinin kendine inancı, yaş, otorite figürüne düşkünlüğü gibi değişkenler düşünülmelidir- ? İşte bu yüzden “kendimizi nasıl ifade edeceğimizi” şekillendirecek olan ilk değişken “kim” değişkenidir. Buna göre bizim her neyi anlatacak isek veya önemli bir konuda “duygularımızın,” yani kendimizin, “ben”in tam olarak anlaşılmasını istiyorsak bunu göz önünde bulundurarak başlamamız gerekiyor.

Örneğin siz babanıza gidip, bir kız arkadaşınıza anlatacağınız detayda veya duyguda paylaşımda bulunacak olursanız, mutlaka “baba” olmanın verdiği korumacılık, ebeveyn olma içgüdüsü ve “sen benim kızımsın” yaklaşımı ile sorguladığınız bölümlerde, kişisel fikrini belirtirken tarafsız bakış açısı paylaşamayabilir veya sizi eleştirmesi gereken yerde bir arkadaşın tarafsızlığını gösteremeyebilir. Aynı şekilde babanızla olan bir sorunu ona anlatırken, sadece ve sadece kendi ne hissettiğinize odaklanarak samimi bir ifade kullanacak olursanız, sizi can-ı gönülden anlayacaktır ki (uzun yaşam tecrübesi) tamamıyla samimisinizdir, ona karşı dürüst duruşunuz ile içten gelerek duygunuzu paylaşmaktasınızdır…

Kim olduğunu geçtik peki kendimizi nasıl tam anlamıyla ifade edebiliriz? Bu bölüm oldukça önemli bir bölüm, tam bir yol haritamız olamayacaktır çünkü konu özelinde de değişebilir ama her durumda olmazsa olmaz diyebileceğimiz bazı etkenler vardır:

  • Samimiyet: Samimiyet hayatımızdaki en önemli unsurdur aslında, her ne yapıyorsak ruhumuzu katabilmek yeteneğimizdir de. Bu yüzden herhangi bir durumda anlaşılmadığınızı düşünüyorsanız, birşey konusunda üzülüyor, kırılıyor veya rahatsızsanız samimiyetle, karşımdaki benim zayıf yönümü görür ve bunu kullanır diye düşünmeden ve en önemlisi o muhteşem egonuzdan da arınarak kendinizi ifade edin. Sadece samimiyetinizi korumaya devam edin. Evet, anlaşılamayabilirsiniz, fakat bu yine karşınızdaki kişinin özgür iradesidir ve sizin etki edemeyeceğiniz bir bölümdür.
  • Empati: Empati günümüzde oldukça fazla sözünü ettiğimiz fakat gözlemlerimden sadece “sözde” kaldığını düşündüğüm bir kavram… Empati aslında ne yaşatıyorsanız yerine kendinizi koysaydınız nasıl olurdu sorusuna vereceğiniz yanıt… Bu yüzden söyleyeceğiniz her sözün altın değerinde olduğunu bir kez daha fark etmeniz gerekir. Eleştiri yapıyor olabilirsiniz, karşınızdakinin hoşuna gitmeyecek bir gerçek açıklıyor olabilirsiniz veya zorlu bir durumu yaşamak zorunda kalabilirsiniz örneğin kız veya erkek arkadaşınızdan veya eşinizden ayrılmak, başka bir kişi ile ilişkide olduğunuzu veya hoşlandığınızı ifade etmek gibi. Evet, her ne olursa olsun sonucunda kırılacaktır fakat bunu “ifade etme şekliniz” yine de önemlidir. Bu noktada karşınızdaki kişi siz ona saygınızı, içtenliğinizi ve değer verdiğinizi gösterebildiğiniz her durumda ve neyi paylaşıyorsanız kendinizi aynı durumda bulsaydınız ne olurduyu düşündüğünüzü bildiğinde iletişiminiz çok daha akıcı ve arkadaşça olacaktır.
  • Ne istediğinizi bilmek: Bazen bir konuşmaya başlarız ve sonunda aslında istediğimiz şey hakkında hiç konuşmadığımızı fark ederiz. Bu akışta ifade edeceğimiz şeyleri planlamamız ve konuşmayı bu şekilde yönlendirmemiz ile gerçekleşebilir. Bizler karşımızdaki kişinin tepkilerine göre varmak istediğimiz noktayı unutacak olursak, “anlaşılmayı da” beklemememiz gerekir. Çünkü aslında “kendimizi” gerçekten ifade etmiyor, bunu yapmaya çalışırken diğer kişinin isteklerine odaklanıyoruzdur. Bu yüzden, herhangi bir iletişime girdiğinizde akışı yönetmek ve her ne olursa olsun gideceğiniz yönde yol almak da iletişimin bir parçası olmalıdır.
  • Dinlemeyi bilmek, “dinleyebilmek”: Bizler “susmayı’’ ve “dinlemeyi” bir konuşma esnasında “kendimizi ifade edemediğimiz bölüm” olarak yorumlarız. Fakat aslında bizler dinliyorken de aktif olarak konuşmanın içerisine dahil oluruz. Bu bölüm karşımızdaki kişinin bizi ne kadar anlayabildiğini gerçekten ne kadar dikkatle dinlediğini ve var ise paylaştığımız şeyler hakkında soru sorarak düşüncelerini daha da netleştirebildiği bölümdür aslında. Bu yüzden dinlemek de konuşmak kadar önemlidir, kendimizi ifade etmek sürecimizde.
  • Anlattıklarımız ve ifade edebildiklerimiz ancak karşımızdaki kişinin “algılayabileceği” sınırlarla çizilmiştir: Bu kişinin hangi tecrübelerden geçtiği, yaşamında neyin öncelikli olduğu, hangi konular ile ilgilendiği veya hangi ülkede doğduğundan bile etkilenebileceği bir gerçektir. Bizler bir konuda iletişim kurarken, üzüntümüzü, huzurumuzu, sevincimizi, aşkımızı ve belki de sevgimizi bile ifade ederken karşımızdakinin de aynı “derinlikte”, aynı şekilde, aynı doğrulukta, aynı basitlikte, aynı güçte, aynı detayda algılayacağına inanıveririz. Bu “kendi eksenimizde” düşünmek durumumuzdan kaynaklanır. Oysa sözlerimizi söyleriz ve onlar “farklı” bir boyuta girerler bu boyut bizlerin asla bilemeyeceğimiz diğer kişinin “algı” dünyasıdır. Örneğin biz bir üzüntüyü paylaştığımızda karşımızdaki kişi aynı tecrübeyi hiç yaşamamışsa evet anlayabilir fakat kendi de benzer bir tecrübe yaşamış ve aynı konuda mağdur olmuşsa tepkisi, anlayışı, yönlendirmesi ve gerçekten “anlama” kapasitesi çok daha derin olacaktır…

Burada ifade edemediğimiz daha birçok değişkenden dolayı bizlerin o çokça kullandığımız “kimse beni anlamıyor mu?” sorusu aslında pek de sormaya hakkımız olan bir soru değildir, çünkü gerçekten bir insanın”’anlaşılabilmesi” kompleks bir akıştır. Bu akışta “anlayan” (aslında “anlayamayan” olarak genel olarak suçlanan taraf) kadar “anlatan” da aktif olarak rol alır…

Ve işte hayat hayattır, yani bizlerin birer kullanma kılavuzumuz yoktur. Dünyayı suçlamadan önce kendimizi nasıl ifade ettiğimiz, etmeye çalıştığımız veya gerçekten “etmeyi isteyip istemediğimize” yakından bakmamız gerekir…

Pınar Özeken (Ulus): 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini aldı. Özellikle 2011’den bu yana moda ile ilgili çalışmalara ağırlık verdi ve hala moda üzerine yazı dizileri, farklı moda kaynaklarında yayınlanmaktadır. Yoga eğitmeni olma yolunda ilerleyen Pınar, bir Arjantin Tango aşığı. Gerçek tutkularından bir diğeri ise seyahat etmek."Dünya üzerinde ayak basılmadık toprak kalmasın" mottosu ile dünyayı dolaşmaya devam ediyor.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale