Kendimizi ne kadar kabul ediyoruz?
İyiye ve sevgiye ulaşma yolunda mükemmelliği arayanlardan mıyız?
Ya da iyileşme haline bağımlı mı oluyoruz?
Bazen adım atma, bazen olanı gözlemleme zamanıdır. Hayatın doğal akışında iyileşir ya da yaralanırız. İyileşmek her zaman çaba içermez. Tabii ki kendimiz için adım atmak kıymetli bir çabadır. Fakat bu zorundalıkla değil, oluşla ve akışla olacak bir şeydir. “Zorla güzellik olmaz” gerçekten, severek ve hissederek güzellik olur. Hayatımızdaki her güzellik bazı şeyleri kabul ederek gerçekleşir. Kötü yanlarımızı ya da huzursuz hallerimizi kabul ederek güzel görebiliriz aslında. Çünkü olanı görmeye kalbimiz açılmıştır.
İnsanız ve içimizde her zaman o kara nokta, kötü yanlar ve huysuzluklar olacaktır. Hiç beklemediğimiz an bağıracak, kızacak ve ağlayacağız. Duygular beklenmedik anlar kendini gösterir. Zaten hayatın sürprizi ve bilinmezliği de buradadır. Çok kötü geçiyormuş gibi gelen bir günün akşamı, harika duygularla bitebilir veya tam tersi olabilir. Biz daima iyi ya da mutlunun aktığı bir dünyada değiliz. Biz renklerin içindeyiz, renk rengiz. Bu yüzden daima farklılık, yenilik olacaktır. Bunun aralığı herkeste farklıdır.
Herkesin durağan zamanı başka, değişim anları başkadır. Yaş ve deneyimlerin etkisi ile de yenileniriz ama en çok, kendimizi tanıdıkça ve bazı yanlarımıza “mm okey bu da böyleymiş” dedikçe, kabul ile gelen bir yenilenme vardır. Her şey durağan gibi gelirken, bazı tavırlarımızı gördükçe zorlanırız. Ya da başka insanların tavırlarını gördükçe zorlanırız. Onlarda kabul edemediğimiz durumlar, kendimizde kabul etmediğimizden kaynaklıdır.
Bir düşünelim, eğer ailemizden ya da arkadaşımızdan birinin bir huyunu ters diye nitelendirmeseydik ne olurdu? Kendimizde nelerin olmayacağı listesini çıkaramazdık. Dışarıdaki kötü, iyi diye değerlendirdiğimiz her şey kendimiz için seçtiğimiz şeylerdir. Fakat yargısız biri olacağım demek zordur, insan yargılı bir varlıktır ve yargılarıyla seçer. Belki “dışarıyı daha az yargılayacağım” şeklinde bir cümle kurulabilir. Bu cümle seçilince, kendini böyle görüp kabul edersin. Aileden ya da arkadaşından biri bu huyu edinmiş ve dışarıdaki insanları yargılıyorsa bu onun seçimidir. Ve sen dışarıyı yargılamıyorum diye kendini yargısız sanarken, bu tavrı seçmiş aile üyesi ya da arkadaşını fark etmeden yargılıyor olabilirsin. Ve o zaman aynı döngünün içine sen de dahil olursun. İşte gerçek kabul hali; “bu tavrı ben seçtim ama diğerlerinin seçip seçmemesi benimle ilgili değildir” dediğinde, diğerleri yakının da olsa zıttını yaptığında duygu durumu olarak nötr kalabilmek senin de tavrını değiştirdiğini gösterir. Ya da bazen yargı yapabilirsin ve “ Ben yargılamayı sevmiyorum, bunu niye yaptım şimdi?” diye düşünüp kendini suçlamak yerine, insan olduğunu arada başka duyguları da deneyimlemeye yerin olduğunu hatırla. Ya da bunu yapma sebebinin arkasını gör.
Kendini iyi biri olarak tanımlarken; gerilme konusunda, dikkat konusunda veya başka birçok konuda yaptığın hatalar olabilir. Başkası için de bu “kötü” olarak değerlendirilmektedir. Bu yüzden ne sen ne de diğeri saf iyi veya kötü olabilir. Seçimler deryasında yüzüyoruz. Bu yüzden herkesin kendinde kabul ettiği yan başkadır. Sen de kendi yanlarını (iyileri, kötüleri, renklerini) kabul et, sana iyi gelmiyor ve değiştirebileceğine inanıyorsan adım at. Ama hiçbir şey için zorlama, bazen o rengini kabul etmek daha iyi bir seçimdir, ya da o rengin değişmesi için öğrenmen gereken dersler vardır.
Kendini kabul etmek, insan olma yoluna huzurla bakmaktır. Bazen çocuk, bazen olgun olduğuna, bazen hatalar yaptığına bazen iyi hissettirdiğine dair bir yolculuk, insan olmak.
Kendimizi kabul etmek, bir ego seçimi olmamalı. Gerçekten kendimizi kabul ettiğimizde, dışarıdaki herkesin rengi ve seçimini bir yerde kabul ederiz, bu onların yolu ve karmasıdır. Her kabul etmeme hali bizi de huzursuz eder. Çünkü dışarda ya da içimizde hoşumuza gitmeyen bir şey vardır, hep olacaktır. Sevgi yolunda eğitiyorsak kendimizi, sevginin içinde bu kara leke de vardır, bunu bildiğimiz zaman kabul hali kolaylaşabilir.
Sevgi yoluna kalbimizi açmak istiyorsak, karanlığımız ve gölgelerimizle yüzleşmeliyiz. “Ben yüzleştim bitti.” demek yerine, herkesin bu yanının olduğunu ve bu yüzleşmenin hep devam ettiğini fark etmeliyiz. Herkes yüzleşmek zorunda mıdır sizce? Bazen o saf kötü dediğimiz kişi bize dünyada bir öğretici değil midir? Biz deneyerek, görerek şefkat alanına girer ya da bazı seçimler yaparız.
Bu dünya anaokulu tadında bir yer olduğu için, anaokulunda öğretmen her çocuğa aynı sevgiyle yaklaşır. Velisi ona kötü davranmış bir çocuk, okulda herkesin canını yakmak isteyebilir. Bu bize acı da verse, öğretmeye başlar. Biz sevgiyi bulmak için acıyı kabul ederiz. Işığı bulmak için de karanlığı… Bazılarımız da etmez, dünyanın dengesinde olması gerektiği tarafı seçer. Dualiteyi sürdürür. Bu planın düzenidir ve buna yanlış diyemeyiz.
Bu dünyada yapabileceğimiz en güzel şey, bütün duyguları görmek bütün hisleri kabul etmek. Samimiyet, sıcak ve sevgi dolu mudur her zaman? Hiç sevdiğiniz birine, sizi anlamadığı için bağırmadınız mı? Onun üzülmesini gördüğünüz için değişmesini istemediniz mi? Bağırmanın arkasında bir “Ben seni seviyorum bu yüzden beni anla istiyorum.” ya da değiştirme çabasının arkasında “Ben seni seviyorum bu yüzden acı çekme ve değiş.” gibi cümleler olamaz mı?
Samimiyet işte bazen bu çabadır, sadece kurtarıcı rolünün arkasına gizlenir. Kurtarıcı değiliz, izleyiciyiz. Bu yüzden bu tür bir samimiyet eğer kurtarıcı rolü üstlenmişse, pek de samimi değildir. Ama o beklenmedik duygu durumunu (bağırmak, kızmak, yargılamak…) yaşayabildiğiniz için, size alan açılmıştır, bu alanda samimisinizdir. Bu fark etmeniz gereken, içinizde taşıdığınız duygular ve düşüncelerle bağlı olabilir.
Bazen karşımızdaki anlamamayı ve acıyı seçebilir. Ya da anlama ve acıyı aşma yolu sizin tarafınızdan değil, kendi tarafından bulunacaktır. Bu yüzden o kişinin anlamamasını kabul etmeli, kendi zamanında anlaması için alan açmalı. Aynı şekilde acısını deneyimleyen insana (aşamadığı zor bir psikolojik alandaysa yardım etmeli fakat yoluna karışmamalı) alan tanımalı. Her ruhun öğrenme ve dünyaya verme alanı başka olabilir, benzer de olabilir.
Bu dünyada herkes herkesi kabul etmeyebilir, sen de etmeyebilirsin. Sınırlarınız ve değerleriniz ortak olmayabilir. Ama o insanın varlığını kabul edersin, “Evet o bu deneyimi yaşıyor kabul ama hayatıma almayı kabul etmiyorum.” diyebilirsiniz. Ama kendini kabul etmek, en öze giden yol. Yaşamını tıkadıysan, dışarıya adım atamıyorsan, kabul hali dışarıya adım atmanı da kolaylaştırır.
Bazen egomuz yüzünden kendimizi kabul etmeyiz, “Hayır bunu yapamaz, bağıramaz, kızamaz, hata yapamaz, laf sokamaz.” birçok -mazımız vardır. Evet belki de seçimlerimizle sınırlarımızı belirledik ama o sınırlardan kendimize hapishane mi yaptık? Kendimizi kabul edelim derken bu alandan çıkmayalım, çıkanı da kabul etmeyelim demiş olabilir miyiz? Her yerde kendimize benzer olanı mı aradık, diğerlerini kabul etmediğimizi görmeyelim diye?
Kabul ettiğimizi, sevgi yolunda olduğumuzu görmek için kabilemizi arıyor olabiliriz. Ama arka sokağında yaşayan, komşun olan, dünyanın bir ucunda olan insanlar var. Senden bambaşka huylara sahip, sınırlara ve tavırlara sahip. Senin gibi değerlere sahip olmayan insanlarla bir arada olsaydın, ne kadar kabul halinde olurdun? Evet onlar sana zarar verebilir ama irade meselesidir. Eğer sen iradeliysen diğerlerinin huyları seni ilgilendirmez. Kabul etme halinde önemli bir irade ve diğer insanların yoluna saygı gerekir. Çünkü onlara duyduğun saygı, içindeki sonsuz evren sevgisine ve düzene olan güvenden kaynaklıdır.
Tanrıcılık oynamazsın, olanı deneyimlersin, macerasına kapılırsın dünyanın. Bu yüzden mutlak iyi ve mutlak sınırları arayarak kabul etmek olmaz. İrade güçlenerek, zayıf yanları görerek, kendini iyi hissettiğin huyları kabul ederek, dışarıya ve kendine zarar vermediğini anlayarak kabul edersin. Bazen etmek istemezsen de inatlaşmana gerek yok. O tarafın sevmediğin için zaten zamanla değişecektir. Sadece sevmiyorum demek yerine iradeyi ön plana alıp, çabalamak iyi gelebilir. Bazen de çabasız bir oluş halini kucaklamak. Çabalama, olduğun gibi olmak, yeterli olduğunu bilmek. Hiçbir yeteneğin, işin, gücün ve sevdiklerin bile olmasa kendini sever miydin? buraya bakmak ve saf varoluşuna saygı duyup, onu kabul etmek kıymetli.
O zaman hangi yeteneğe sahip olursan ol, değerlerin sınırların ne olursa olsun, gerçek bir “kabul” hali olur. Şunu, bunu da yaparsam diye liste çıkarıp kendini kabul etmek, saf sevgi içeren bir yol değildir. O yapılacaklar listesidir, kendine açacağın kucak ise tıpkı saf bebek haline, sadece ağlayıp yemek yiyen haline sarılabilmektir. Niye kabul edemiyorum diyorsan da kendini gözlem halin aktiftir. Öğrendiğin yeni şeyler, ayırt etmeye çalıştığın bir dünya vardır. Bu aşamaları da deneyimlemek, hayatla bu şekilde yürümek sana en derin yüzleşmeyi ve belki de kucaklamayı getirir. Aynaya şefkatle bak, orada her şey var.
İlginizi çekebilir: Kendinle ve duygularınla kalabilme hali: Her duygu durumuna izin verebilir misin?