Belirsizliği sevmiyoruz. Kararsızlık, arada kalmışlık, bilmediklerimiz… Bunlar huzursuz ediyor bizleri. Belki de bu nedenle hep, bir seçim yapalım da tarafımız belli olsun diye düşünüyoruz. Bilelim; biz nerede durduğumuzu bilelim, başkalarının taraflarını da bilelim. Böylece her şey yerli yerinde olacak ve bizler de rahat edeceğiz, öyle değil mi?
Bu bilme hali güzeldir, pek tabii. Özellikle kendini bilme hali, en güzel haldir şüphesiz. Hem seçimler yapmaksızın hayatın akışında ilerlemek de mümkün değildir. Açık büfe misali her şey bize sunulsa bile, tüm deneyimleri, tüm duyguları, tüm halleri yaşama imkânımız yok. Birini seçip birini bırakmamız gerekiyor günün sonunda. Ancak bununla birlikte, bu bilme hali kimi zaman bizi kısıtlıyor. Artık önümüzdeki o açık büfeyi görmüyoruz da, sadece o bildiğimiz, bize tanıdık gelen yemeklerin önünde duruyoruz sadece. Seçtiğimiz taraf salata olmuşsa en baştan, artık şu ötedeki tatlılar bölümüne gidemez oluyoruz. Çünkü seçtik ya artık, sanki yer değiştiremeyiz yanılgısına düşüyoruz. Hem sonra ne derler: “Salata seviyorum demişti bize, bak şimdi tatlı sırasına girmiş, olacak iş mi?” Böyle böyle dış sesler, kimi zaman onlardan devşirdiğimiz iç sesler, bizi hep tek bir sırada tutar olmuş. Ya diğerlerine adım atmaya korkar olmuşuz ya da diğerlerinin varlığını bile unutmuşuz.
Oysaki hayatta hiçbir şey sabit kalmıyor ki, anbean değişiyor. Peki, bunca değişim yaşanırken, bizler neden bu kadar çok şeye tutunuyoruz? Şartlar değiştikçe, zaman geçtikçe, yaptıklarımız, yapmadıklarımız, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz üzerine neden tekrar tekrar düşünmüyoruz? Kendimizi bu kadar basit mi sanıyoruz da, bir sevdiğimizi hep severiz, hoşumuza gitmeyene bir daha hiç bakmayız, her konuda hep aynı kalırız zannediyoruz. Algoritmalar bu kadar karışıkken, “x’i bulduk, cebimizde işte” diye sahte bir rahatlığa düşmemiz neden?
Hayat bize hep soru sormaya devam etmemizi öğütler hâlbuki. Zamanla ihtiyaçlarımız, önceliklerimiz, isteklerimiz, düşünce şeklimiz ve daha birçok şey değişirken yepyeni sorular sormamız gerekir kendimize. Bulduğumuz cevaplar da bugün geçerliyken yarın geçersiz kalabilir. Ancak biz doğru soruları sormaya devam ettikçe, hiçbir cevaba sıkı sıkıya tutunmamayı da öğreniriz.
Kendimize, cevaplarımızı değiştirme özgürlüğünü verebilmeliyiz. Başka cevapların değiştiğini duyduğumuzda da, yeni cevapları kabul edebilme iradesini gösterebilmeliyiz. Bu esnekliğe sahip olduğumuzda akışta kalmamız daha kolay olacak. Yine hedeflerimize yürüyebiliriz, kurduğumuz hayallerin peşine düşebiliriz, ancak bunları yaparken de diğer olasılıklardan kendimizi soyutlamamış oluruz. Yeni şartlara adapte olmamız da kolaylaşır. Bir yolu beğenmediğimizde, yeni bir yol bulmak için umudumuzu canlı tutarız. Hatta belki yolda bizi çağıran bambaşka bir sese kulak verip kendimizi, en başta beklediğimizden çok daha farklı ama bize çok daha uygun bir yerde bulabiliriz.
Uzun zamandır kendinize sormadığınız, belki cevabından korktuğunuz veya tam dilinizin ucundayken hayatın koşturmacasında ertelediğiniz soruları sorun kendinize. Hiç beklemediğiniz kadar yeni cevabınız olabilir ya da eski cevaplarınızın sağlamasını yapabilirsiniz. Kendimizi iyi bilmenin yolu, sormaktan geçiyor. Bulabilmek için, önce aramak gerekiyor. Tüm hikâyeler de yoldayken yazılıyor.
İlginizi çekebilir: Alışkanlıklarınız sizi dönüştürür, siz de onları dönüştürebilirsiniz