Kendine ne kadar inanıyorsun: ‘Yaparım’ desen de ‘yapamam’ desen de haklısın
Geçtiğimiz günlerde 16 yaşlarında bir gençle çalışırken yaşadığım farkındalıkları paylaşmak istiyorum. Önce hikayeye sonra da yetişkin dünyasına izdüşümlerine bakalım:
Gencimiz okulda farklı bir diploma programına katılabilmek için seçim aşamasında. Notları sınırda. Seçilmek onun için çok önemli. Kariyer tasarımını bu doğrultuda yaptı. Notların önemini fark ettiği anda gaza bastı ve eksiklerini tamamlamaya öğretmenleriyle iletişime geçmeye başladı. Ancak seçilmeme korkusu onu sarstı:
“Aslında okul yönetimi beni seçmemekte haklı. Notlarım ortada. Tam sınırdayım. Programın yoğunluğunu kotaramazsam, teslim tarihleri, zor bir müfredat… Haklılar bence. Daha da kötüsü düşünsene ya beni alırlar ve sonra haklı çıkarlarsa?”
Siz okuduğunuzda ne duyuyorsunuz bilmiyorum ama ben genci tanıdığım ve yetkinliklerini bildiğim için derin korku ve hayal kırıklığı yaşamak adına durumu rasyonalize etme çabası görüyorum. Bunlar düşünce… Silsile halinde geliyor. Düşüncelerimiz çoğu zaman gerçek değil. Tek gerçek notları. Henüz seçim yapılmadı. Diğer her şey varsayım. Ve bu varsayımlarla sürükleniyor canım öğrencim.
“Bu söylediklerin gerçek mi?” diye sorduğumda “doğru söylüyorsun ama akılcı düşünmekten kendimi alamıyorum”, diyor.
Derin bir hüznü var ama mantıklı konuştuğunu iddia ediyor. Kabullenmeye hazır. Sonucu olduğu gibi kabullenmek mi gerek yoksa olasılıkları araştırmak, alternatif yolları denemek, gerekiyorsa ikna etmek, bu konuda inancını yitirmeden yolda kalmaya çalışmak mı?
Kendine inanmak işte bu noktada yolda kalabilmek için çok önemli. Bir başkası dediği için değil, kendine iyi geleceği için.
Kendini gerçekleştiren kehanet diyoruz, belki duymuşsunuzdur. Pygmalion etkisi diye de biliniyor. Beklentinin yüksek olduğu yerde kişinin bu beklentiyi karşılamak adına fazlasıyla çaba göstermesi ve beklentiyi karşılayabilmesi diye özetleyebiliriz. Burada hassasiyet göstereceğimiz şey beklentinin niteliği ve niceliği. Henüz yeni piyano çalmaya başlayan birinin iki ay içinde Çaykovski’nin ilk piyano konçertosunu çalmasını beklemek gerçekdışı bir beklentidir. Kilo vermek isteyen birinin bir haftada ağırlığının yüzde 10’u kaybetmeyi beklemesi de öyle. Burada kendini gerçekleştirecek olan hayal kırıklığı olur ancak yolculuk gerçekçi sonuç kişinin kendisine bağlı!
Kendinizden vazgeçmeyin. İhtiyacınız kendinize inanmak! O olmadan yolda kalmak mümkün değil. Bu süre zarfında zihniniz ustaca sizi ikna etmek üzere çalışır durur. Yolunda gitmeyecekleri tespit eder. Uğraşma der. Değmeyecek! Kaybedeceksin! Üzüleceksin! Sen yol yakınken pes et!
Halbuki Angela Duckworth’un de defalarca anlattığı üzere yeteneğin bile önünde gidiyor azim! Azim…
İnanmadan azmedebilir mi insan?
İnanmadan devam edebilir mi?
Kime inanmadan?
Tabii ki kendine…
“Galiba sen bana benim kendime inandığımdan daha fazla inanıyorsun, Aylin” dedi öğrencim.
Uff.. Acımış olmalı…
Kendine inanmayan birine dışarısının inanması daha güç.
Başarılı insanlarla başaramamış insanların arasındaki farkı sorsam sayısız nitelik listeleyebiliriz:
Zeka, yetenek, çaba, çevre, şans, ve dahası… Halbuki ayırt edici en temel fark kişinin kendine inanması bence; inan kişi zorluklara, engellere takılmıyor (takılsa da devam ediyor). Yalnız burada şunu da eklemek isterim: Kendine güvenen insanlar da endişelenirler, başarmamaktan korkarlar. Bu korkuya rağmen devam etme gücüdür inanç. Azmi de çabayı da o getirir.
Bir insan ne olur da kendine inanmaz?
- Yeterince hazır hissetmediği için
- Geçmiş deneyimlerinden
- Olumsuz eleştiri ve geribildirimlerden
- Kendine söz geçiremediğinden
Cevabım e) HEPSİ! Çünkü hepsi geçerli:
Yeterince hazır hissetmemek kendine olan inancını sarsar; ama kim acaba tam hazır hissediyor ki? O his Samuel Beckett’in Godot ‘u gibi beklesen de gelmiyor. Olduğun haliyle devam etmek gerek.
Ya geçmiş deneyimler? Hele bir de sonu hüsran olanlar? Geçmiş adı üstünde geçmiş; geride kalmış. Geçmişe bakarak bugünü yaşayabilir mi ki insan? Alınması gereken dersi alıp devam etmeli.
Tabii çevremizden aldığımız geribildirimler ve eleştiriler de kendine inancı etkiliyor. Ayrıca bu yorumlardaki niyete de bakmak gerek. Gelişim mi yoksa tehdit mi? Aradaki fark ne kadar ciddiye alınması gerektiğini de belirliyor. İnanan bir kişi bile yeter insana. Onu bulmak ve yola devam etmek gerek.
Kendine söz geçirememek ise bence seçeneklerin en ilginci. Sanki kendin başka biri. Söz dinlemez… Yaramaz… Doğruyu söylemek gerekirse bu seçenek aslında istemezsem, seçimimden memnun değilsem kurtulmak, sıvışmak için bahanem olsun diyor gibi. Ne dersiniz?
Kendini nerede görüyorsun?
Gerçekten ne istiyorsun?
Sorumluluk almaya hazır mısın?
Çalışmaya? Çabalamaya?
Yorulmaya?
Keyifli anlardan ödün vermeye?
Hazır mısın?
Sadece istemek yetmiyor.
O yüzden yapacağına inanmak da yetmeyecek.
İnanç yolda tutacak; çalışmak çabalamak, pes etmeden üstüne gitmek gerek.
Konu ne olursa olsun!
İlginizi çekebilir: Herkes kendi yolunda, sen neredesin?