Kızgınlıklarımızın ne kadar derinlerimizde saklı olduğunu fark etmeye bir çağrı bu yazı…
Bir an geliyor ki tüm sandık açılıyor ve birikmiş ne varsa öylece boşluğa bırakılıveriyor.
Şimdiye kadar öğrendiğim en önemli şeyi paylaşmak istiyorum: “Kimseyi yargılama, sen onun tecrübe ve deneyimlerinden geçmedin, onun zihni ve kalbiyle. Kimseyi kendi pencerenden gördüğün kadar sanma! Derinlerinde neleri gizli bilemezsin.”
Bazen alışageldik şekilde yaşıyoruz paldır küldür tabir-i caizse, sağımızı solumuzu görmeden. Belki bir hedefe kitlendik, belki bir hırsa kapıldık, belki sadece bir onay bekledik çevremizden ya da ay sonu satış hedeflerini tutturmaya çalıştık sadece. Ama bu esnada yanında olanları hep es geçtik fark etmeden. Hep “şimdi”ye değil “sonra”ya bıraktık.
Bu yüzyıla kadar, -halen ve gelecekte de- milyarlarca insan varoluşu sordu, sorguladı, sorgulamayı miras bıraktı da biz gün içinde kendimizden bihaber yaşamaya o kadar alışmışız ki, her yerde “farkındalık” diye diye bitiremezken bazen farkındalıkla kopar olmuşuz. Genel bir şey değil ya da bilimsel bir kaynağı yok elbette, tamamen şahsi düşüncem, çevremden gözlemleyerek edindiğim.
Tam olarak ne istediğimizi bilmediğimiz hayatlarımızın içinde, hamster’ın dönen o oyuncağında koştuğu gibi koşuyoruz sanki. İçimin sıkıştığı yerden bakınca birçok yaşam böyle geliyor ve benim elimi kaldırıp dokunmamın da faydası olmayacağını biliyorum. Bazen bunu görüp susmak durumunda olmak hissiyle mücadele ederken buluyorum kendimi, bazen o oyuncakta dönen ben oluyorum, bazen bunu fark edip, yer çekimine bırakıyorum kendimi.
Hatırlatıyorum kendime, kimse gördüğün penceredeki kişi değil, derinlerinde kendinden bile gizlediği neleri var, nelerle mücadele halinde bilmiyorsun, neden mutsuz gibi geliyor gözüne halbuki yüzü gülerken, belki hiçbir zaman bilemeyeceksin. Ama bazen bunu insanlara hatırlatmam gerektiğini hissediyorum. Çünkü gerçekten günlük kaos diye bir şey var, kapılıp gittiğimiz. Gözümü açtığımızdan beri zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız ve uykuya dalıp yeni güne başladığımız bir döngü var… Bu döngünün içinde birer anneyiz kimimiz, kimimiz bir eş, bir sevgili, bir dostuz. Bu kimliklerin hayatımıza kattıklarının yanında birtakım sorumluluklarının da olduğu yadsınamayan bu zamanlarda, bunu hatırlatma gereği doğuyor içimden: Sen bile kendinden kendini ne kadar muazzam gizliyorsun! Ve bunu derinlerinde o kadar iyi biliyorsun ki! Sen bile kendine bunu yaparken, bir diğerinin bunu yapma olasılığını hep hatırla istiyorum.
Bu hayat aslında çok narin, çok kırılgan… Ve bir başkasının hayatına dokunmak için öncelikle kendine karşı olan nezaketin ne denli yer kaplıyor hayatında? Belki bunu sorarak başlayabilirsin. Belki hazır değilsen ve bir başkasının hayatına dokunmak yerine kendi hayatına dokunman gerektiğini hisseder ve hissettiğin yerden başlarsın diye içimden gelenleri paylaşmak istedim seninle.
Yüreğin sesi hiçbir zaman yanıltmaz çünkü!
İlginizi çekebilir: Hislerin ve duyguların geçiciliği desem, ne dersin?