Kişisel gelişim dünyasında sık kullanılan bir kalıp var; “kendimizin en iyi versiyonu” olmak. Peki biz bu kavramı doğru yorumlayabiliyor muyuz? O, ideal bir benlik hayal edip, gelişim merdivenlerini çıkarak ona ulaşmakla mı ilgili? Ya da her geçen gün “daha fazla” olabilmekle mi? Daha başarılı, daha güçlü, daha saygın vb… Peki insanın gelişiminin hep yukarı yönlü olması mümkün mü?
Öğrencisi olduğum ekollerden aldığım anlayışa göre, kişisel gelişim yolculuğu “daha fazla” olabilmek ya da belirli bir tepe noktasına ulaşmakla ilgili değil. Ki bu düşünce şeklini de kapitalizmin bir uzantısı olarak görüyorum. Nasıl ki bize, kurumsal hayatta basamakları birer birer çıkarak daha üst mevkilere ulaşmak ya da sosyal statümüzü devamlı arttırmak dayatılıyor ise, insanın gelişim yolculuğu da benzer bir bakış açısıyla ele alınıyor. En iyi versiyonumuza ulaşalım ki daha başarılı olup daha fazla para kazanıp, daha fazla harcayabilelim. En iyi konumlara gelip, daha fazla saygınlık kazanabilelim. Amaç hep daha yukarıları hedeflemek. Oysa ki bu çok limitli ve dar bir bakış açısı. İnsan kompleks bir varlık ve tekamül yolculuğumuz bundan çok daha fazlasını içeriyor. Artık benim için kişisel gelişim, hayat boyunca kazandığımız deneyimler ve öğrenimlerle daha “tam ve bütün” olabilmeyi ifade ediyor.
Gestalt psikolojisinde sevdiğim bir piyano metaforu var. Piyanonun toplamda 88 tuşu var. Hepimiz bu 88 tuşun potansiyelini içimizde barındırmakla birlikte, çocukluktan itibaren ailemiz ve sosyal çevremizden gördüklerimizle, yalnızca belirli tuşlarını kullanmayı öğreniyoruz. Belirli değer yargılarını, var oluş biçimlerini ve inanç sistemlerini sahipleniyor, bu doğrultuda kendimize bir ideal yaşam çiziyoruz. Tabi bu bizi belirli kutuplara hapsediyor. Örneğin, hep çalışkan ve savaşçı olmayı öğrendiysek ve piyanonun devamlı bu tuşlarını çalıyorsak, kutbun diğer ucundaki tembel ve güçsüz olma hallerinden ödümüz kopuyor. Öyle olmamak için elimizden ne geliyorsa yapıyor, piyanonun sık kullandığımız tuşlarını git gide aşındırıyoruz. Oysa ki devamlı değişen hayatın içinde bizim hep aynı tuşları (yöntemleri) kullanarak var olabilmemiz, her ne kadar ego buna dirense de, mümkün değil. Gestalt’a göre kişisel gelişim yolculuğundaki ana hedef; daha fazla tuş ile temas ederek, hayattaki kapsama alanımızı genişletmek. Böylelikle, daha geniş bir seçimler repertuarına sahip olup, kendimizi belirli kutuplara hapsetmeden, hayatın getirdiklerine karşı daha esnek olabiliriz. Kimi zaman çalışkan ve üretken olmaya kimi zaman da tembellik yapıp, kendimizi dinlendirmeye ihtiyacımız var. Kimi zaman güçlü bir savaşçı olarak mücadele etmemiz gerekirken, kimi zaman “yapamayacağımızı” kabul edip, yardım istemeli ya da bırakabilmeliyiz.
Carol S. Pearson; İçimizdeki Kahraman kitabında, arketipler üzerinden benzer bir anlayışı aktarıyor. Modern Jung psikolojisinden yola çıkarak toplamda altı arketipten bahsediyor. Hem olumsuz hem de olumlu yönleriyle kısaca özetlemem gerekirse; Yetim arketipi aktif olduğunda yaşadığımız zorluklar karşısında hep dışarıyı suçlayıp (kurban psikolojisi), kendimizi devamlı ihmal edilen yetim bir çocuk gibi hissederiz veya bu zorluklar sayesinde içsel gücümüzü bularak, kendimizin ebeveyni olabilmeyi öğreniriz. Gezgin, sorumluluk almaktan kaçıp, zorlandığımız durum ve ortamları terk etmemize (mücadele etmek yerine) sebep olur veya kendi gerçeğimizi bulmak üzere konfor alanımızı bırakıp, cesurca yeni maceralara atılabilmeyi öğretir. Savaşçı, hedeflerimizi hem kendimize hem de dışarıya karşı yıkıcı bir hırsla ve zorbalıkla elde etmeye çalışmamıza sebep olabilir veya öz benliğimizin arzularını gerçekleştirebilmek üzere harekete geçebilmemizi ve içsel disiplinimizi bulabilmemizi sağlar. Fedakar dengesiz olduğunda, kendimizi hep arka planda tutup başkaları odaklı yaşamamıza ve net bireysel sınırlar çizemememize sebep olurken, doğru kullanıldığında kendimizi, kendimizden daha büyük bir şeye adayabilmeyi, doğru bir şekilde “verebilmeyi” ve cömertlik gösterebilmeyi öğretir. Masum arketipiyle; devamlı hazine avına çıkıp, dışarıdan gelecek ilahi bir gücün bizi kurtarmasını bekleriz veya tanrının bir parçası olduğumuzu idrak ederek, içimizdeki hazineyi keşfederiz. Son olarak Büyücü ile kibirli bir tavırla her şeyi kontrol edebileceğimizi düşünürüz veya kontrol illüzyonunu bırakarak yaşama izin verir ve varoluşsal seçimin sorumluğunu alarak hayatımızı dönüştürebiliriz.
Biz özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, belirli bir hayat standardına ulaşabilmek ve rekabetin içinde ayrışabilmek için genelde savaşçı arketipiyle yetiştiriliyoruz. Benzer şekilde kurumsal hayatta da savaşçı, hırslı, rekabetçi olmak en değerli nitelikler olarak görülüyor. Oysaki hem bireysel performansın hem de organizasyonun başarısının sürdürülebilir olması için tüm arketiplerden faydalanmaya ihtiyacımız var. Üstelik yıllar boyunca yalnızca belirli arketiplerin, belirli kısımlarını kullanmak (aynı Gestalt psikolojindeki kutuplar gibi) bizi bir süre sonra tükenişe sürüklüyor. Şöyle düşünün; evinizde ara ara bir şeyler bozuluyor ve siz her bir sorunu düzeltmek için alet çantanızdaki aynı malzemeleri kullanıyorsunuz. Zamanla hem o malzemeler yıpranmaya başlıyor hem de her bir sorunun ihtiyacı farklı olduğu için istediğiniz çözüme ulaşamıyorsunuz. Arketip yaklaşımında amaç; alet çantamızdaki diğer malzemelere de erişerek, tek bir görüş noktasının kapanına kısılmadan, içsel kaynak kapasitemizi genişletmek.
Pearson şöyle ifade ediyor; “Çoğumuzun yaşam boyunca gözde bir arketipi vardır, ama belirli yaşam aşamalarını başarıyla geçebilmek için tüm arketiplere erişmemiz gerekir. Böylelikle biz yaşamı daha çok içimize alır ve daha fazla seçime sahip oluruz. Eğer bu şekilde gelişmeye devam edersek, yaşlanırken bilgelik kazanırız.” Aynı astroloji gibi! Belirli burçlara yönelik sempatimiz veya ön yargımız olsa da hepsinin hem olumsuz hem de olumlu yönleriyle, tekamül yolculuğunda bize öğreteceği ayrı bir ders var. Biz ancak on iki burcun öğretisini özümseyerek bütünlüğe kavuşabiliriz.
Üstelik arketipler, birbirlerine bağımlı yapılar. Savaşçı olmadan fedakâr, kendine sınırlar koymakta zorlanır. Fedakar olmadan da savaşçı, başkalarının güvenini kazanmakta zorlanır. Çakra sistemi gibi, arketipler de bütün olarak çalışır ve birinin dengesiz olması, hepsini etkiler. Örneğin, karın çakrası iyi çalıştığında bize ihtiyacımız olan özgüveni ve iradeyi verirken (savaşçı arketipi), hemen sonrasında gelen kalp çakrası başkalarını da gözetmeyi hatırlatır (fedakar arketipi). Biz ancak alt çakralarımız ile çalışıp, kendimizle olan ilişkimizi iyileştirdikten sonra (yetim), başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilir (fedakar), boğaz çakrasıyla kendi gerçeğimizi ifade edebilir (gezgin), üst çakraları aktive ederek, yaşamımızı dönüştürecek sihirli gücü içimizde bulabiliriz (Masum ve Büyücü).
Gestalt, Arketipler, Yoga, Astroloji… Farklı sistemler olarak ele aldığımız ekoller aslında nasıl da benzer bir anlayışı aktarıyor değil mi? Yaşamı devamlı bir yerlere ulaşmamız gereken bir yarış olarak görmek yerine, tüm deneyimlerimizi tekamül yolundaki öğrenimler olarak görerek, kendimizi genişlemeye, dolgunlaşmaya ve bütünlüğe doğru açabiliriz. Piyanomuzda keşfettiğimiz her bir yeni tuş ile birlikte ortaya çıkardığımız müzik zenginleşecek ve her geçen gün kendi hayat müzikalimizde ustalık kazanacağız.
İlginizi çekebilir: Hayat, zihnimiz ile iç sesimiz arasında geçen bir dans gibi