İnternetin hayatımızın her alanına nüfus etmesiyle öncelikle ebeveynlerde çocuklarımızı nasıl koruyacağız kaygısı başladı. Bizler şifreler, kilitler koyarak koruyabileceğimizi sandığımız dönemlerden geçtik. Sonraları farkına vardık ki, aslında tek korunması gereken çocuklarımız değil, öncelikle kendimizi de korumalıyız. Yazılı/sözlü/dijital tüm medyalarda asparagas bombardımanlarına maruz kalmak, neye inanıp neye inanmayacağına şaşırmak bizi bilinçli olmaya yönetti ve “korumak/korunmak” kelimesi ile “eğitim” kelimesi yer değiştirdi.
Gelişim ve değişimin yoğun olarak yaşanmaya başladığı 20. yüzyıldan günümüze kadar, gelişmelerin yansıdığı tüm sistemler, ortaya çıkan ürünler aracılığıyla kendi fikirlerini de yansıtacak çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. Bu girişimlerden biri, televizyon, gazete, internet, medyadaki mesajları alma, bu mesajları değerlendirme biçiminde tanımlanan medya okuryazarlığıdır. Medyanın farklı araçlar ve kanallar aracılığıyla toplumlar üzerindeki yoğun ve hızlı etkileri, bilinçli medya okuryazarı bireylerin yetiştirilmesini gerektirmektedir. Artık yaşam akışımız o kadar hızlandı ki; takip etmek, anlamak ve dahil olabilmek, fikir sahibi olabilmek için medya okuryazarlığının zorunluluk haline gelmesi, okumak ve yazmanın ötesinde bir konunun okuryazarı olmak zorunluluğu kapımıza kadar geldi.
Bazen hiç sorgulamadan dedikodu tadında köpürtülmüş haberler paylaşmak, sadece kendimizi yanıltmakla kalmayıp çevremizi de bu bilgi kirliliğinin içine çekmektir. Tüm bu bilgi kirliliği içinde doğrunun peşinden gidebilmek, seçimlerimizi ona göre yapabilmek için bilinçli olmak her vatandaşın sorumluluğudur. Çünkü kişisel olarak yapılan her tercih, tüm toplumu etkiler.
Aslında Dünya’da Medya Okuryazarlığı eğitimi 1970’lerde (medyanın sözde kötü etkilerinden korunma) koruma ve “iyi” medya ile “kötü” medya içeriği arasındaki ayrımının vurgulanması için başlatılmıştır. Pek çok Medya Okuryazarlığı materyali ve çalışması sadece ebeveyn hedefliydi. O zamandan bu yana (eleştirel düşünme ve üretme becerilerinin vurgulandığı) bir güç kazanımı olarak medya eğitimi yönünde bir değişim vardır.
Medya Okuryazarlığı’na ilişkin pek çok akademik ve popüler yazı, okullara, çocuklara, öğretmenlere ve kamu eğitimine çok az gönderme yapmaktadır. Bazı eğitimciler Medya Okuryazarlığı becerilerinin evde ana babalarca geliştirilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Okullar, paradoksal bir biçimde, hem en radikal hem de en tutucu sosyal kurumlardır ve okullar, okulların misyonuyla medya ve bilişimin rolü arasındaki uygun ilişkiyi tarif etmekte çok bilinen bir biçimde sessiz kalmış durumdadırlar.
Var olan gerçeklik ile medyada sunulan gerçeklik arasındaki farkı bireyler ne kadar erken yaşta öğrenip, algılayabilmeye başlarlarsa, medyanın olumsuz etkileri de o ölçüde aza indirgenebilecektir.
Unutulmamalı, sorumluluğumuz sadece kendimize ve çocuklarımıza değil, sorumluluğumuz aynı zamanda ülkemize, üzerinde yaşadığımız topraklara ve değerlerimizedir.
İlginizi çekebilir: Zehir gibi bir kuşak: GeN Z