Kendimize sormamız gereken 3 soru: Neyi, ne kadar ve nasıl sevmeli?

Son dönemde oldukça fazla sorguladığım ve aslında birçoğumuzun da zaman zaman çokça arada kaldığı bir konuyu bugün sizlerle birlikte değerlendirmek istiyorum. Bu dünyada yapabildiğimiz “en kolay” ve aynı zamanda “en zor” şey. Bu, hepimizin muhteşem potansiyele sahip olduğumuz bir kavram olduğu kadar, duvarların arkasına gizlediğimiz, “O ne düşünür” veya “bu ne der?”; “Diğerleri beni kabul eder mi?”, “Yaptığım doğru mu?” gibi bin bir soruyla arka plana attığımız bir ayrılmaz parça. Bu, belki de dünyamızın, evrenin, her şeyin yaratılmasına sebep.

Sevme hakkında kendinize sormanız gereken 3 soru var.

Evet, bu olağanüstü kavram; sevgi. Bugün gelin sevme kavramına farklı bir pencereden bakalım. Kendimize üç soru soracağız sevmek hakkında. İlki “neyi” severiz, neyi sevmekteyiz, ne sevilmeye değer? Neyi sevmek, bu sevme duygusunun bir tutulmak biçimidir. Yani biz öncesinde bir “akış” gibi X noktasına gideceğim niyetiyle yola çıkabiliriz ama “sevmek” için böyle bir geçerlilik yoktur. Çünkü sadece severiz. Olup bitiverir, öyle davetiye beklemez, “bugün sevmiyorum iki gün sonra kesin seveceğim” gibi bir şey de söyleyemeyiz. O halde sevmek nasıl oluşur, bizler neden farklı farklı “ne” yani kavramları severiz? Kimilerimiz evde kitap okumayı sever, kimilerimiz ülke ülke dolaşmayı, kimilerimiz lüks mekânlarda yemek yemeyi ve kimilerimiz ise yüzmeyi… Kimilerimiz bizi sevmeyenlere en çok değer verir severiz, kimilerimiz ise bizlere belki delice âşık olan kalpleri görmezden geliriz…

İşte fark buradan başlar. Bizler evet “neyi” seveceğimizi belirleyemeyebiliriz ama neyi gerçekten sevdiğimizin farkında olabiliriz. Ve bu sevdiklerimizi hayatımızda daha çok tezahür ettirmek üzere odaklandırdığımızda, adeta binlerce tomurcuk açan güller gibi güzel bir hale bürünüverir dünyamız… Biz hayatımızda sevdiklerimizin vurgusunu arttırdıkça, o sevgiler bize okyanus dalgaları gibi mis kokularıyla dönüverir.

Neyi sevdiğimizi bilmek hayatımızı daha da güzelleştirmek için gereklidir, hayattaki güzellikleri daha net olarak görebilmek için gereklidir… Bu günde on beş dakika yemyeşil çimlerde oturmak da olabilir, sevdiğimiz bir dostumuzla on dakika dertleşmek veya sadece parkta oynayan dünya tatlısı çocukları izlemek de olabilir. Sevdiğimiz ve “sevdiğimizi” bilerek yaptığımız her şey bizi çok daha mutlu kılar…

Bu günde on beş dakika yemyeşil çimlerde oturmak da olabilir…

Şimdi gelin ikinci derin sorumuza geçelim, ne kadar sevmek? Diyebilirsiniz ki sevmekte “ne kadar”, “ne”den önemlidir veya gerçekten önemli midir? Kişisel görüşüm evet. Son yıllarda edindiğim tecrübeler bunun tam tersinin gerekliliğini de bana gösterdi. Bazılarımız, kıyısından sever, bazılarımız hani bir tabirimiz vardır “sevdiğinde tam sever”, bazılarımız bugün sever yarın ne getirir bilemez… Siz bunca “kadar” içerisinde neredesiniz?

Bunu bilmek kıymetlidir çünkü hayatımız o “azıcık” sevdiğimiz şeylere ayıracak vaktimizden çok daha fazlasını bu kısıtlı ve sınırlı zaman dilimimizde o delicesine sevdiklerimize ayırmamızı ister; yani çok sevdiklerimizi o sadece “azıcık” olarak sınırlandıramayacağımız kadar derinden sevdiklerimize çok daha yakından bakmamızı gerektirir. Onları derin derin hissetmemizi, bu sevgimizin o derin sınırlarını keşfetmemizi bekler. Bizler o sonsuz sevdiklerimizle, örneğin; keşfetmek tutkumuz, örneğin inşa etmek tutkumuz örneğin matematik tutkumuz, örneğin fizik tutkumuz, örneğin evreni anlayabilmek tutkumuz ile dünyayı değiştirebiliriz…

Nasıl sevmek? İşte bu nokta “en” zor olanıdır. Bazıları buna “çeken” bilir der, bazılarımız ne olacak o ne anlar diyebilir, bazılarımız “o beni benim onu sevdiğim gibi sevmedi” diyebiliriz. Evet, nasıl sevmek, egolara sarılmadan sevmek, ben bu kadar sevdim sen bu kadar sevemedin gibi “yarışmaya” çalışmadan sevmek, benim sevgimin karşılığını vermedi diyerek “karşılık bekleyerek sevmek” işte bunlar nasıl sevmek diye sorduğumuzda sadece karşımıza çıkan bazı örneklerdir… Fakat öyle ince farklılıklar yaratırlar ki hayatımızda, bazılarıyla sevgilerimiz yok olur gider, bazılarımızla “sevginin” aslında ne derin bir güç olduğunu anlar çıkarız…

Örneğin matematik tutkumuz, örneğin fizik tutkumuz, örneğin evreni anlayabilmek tutkumuz ile dünyayı değiştirebiliriz…

“Nasıl sevmek?” bu dünyada belki her gün uyandığımız andan itibaren düşünmemiz gereken bir kavramdır. Kendimizi sevmek nasıl olmalı, günümüzü sevmek nasıl olmalı, nefesimizi sevmek nasıl olmalı, evreni sevmek nasıl olmalı, işimizi sevmek nasıl olmalı ve diğer bir kişiyi sevmek nasıl olmalı? Bizler ki; bu sorulara vereceğimiz her cevap hayatımızın akışını da belirler. Bazen egolarımız bu cevapları ele geçirir, bazen hayal kırıklıkları, geçmiş pişmanlıkları, bugünün korkuları veya aldatılmak, kaybetmek, kısacası bugüne kadar isteyip de olduramadığımız sevgiler… Peki, ya sadece olduğu gibi sevmek olsaydı? Cevabımız, işte o zaman hayatımız da seçeneklerimiz de farklılaşır…

Bakın sevgili Don Miguel Ruiz muhteşem eseri Ustaca Sevmek ile bu durumu nasıl açıklıyor;

…Sevgi hiçbir zaman zorunluluk barındırmaz. Korku zorunluluklarla doludur. Korku yolunda bir şeyi yapma nedenimiz onu yapmak zorunda oluşumuzdur. Başkalarından da aynı şekilde davranmalarını bekleriz. Zorunluluk onlar için de geçerlidir. Zorunluyuzdur, bunu hissettiğimiz an direnmeye başlarız. Ne kadar direnirsek o kadar çok acı çekeriz. Er geç zorunluluklardan kaçmaya çalışırız. Öte yandan sevgide direnç yoktur. Ne yaparsak istediğimiz içindir. Yaptığımız bir zevk haline gelir; oyundur, eğleniriz.

Sevgide beklenti yoktur. Korku ise beklenti doludur. Korktuğumuzda yapmamız gerektiğini düşündüğümüz şeyleri yaparız, başkalarından da aynı şekilde davranmalarını bekleriz. Bu nedenle korku acı vericidir, sevgiyse sizi incitmez. Bir şey beklediğimizde, beklentimiz de gerçekleşmediğinde, haksızlığa uğradığımızı hisseder, acı duyarız. Beklentilerimizin yerine gelmemesinden ötürü başkalarını suçlarız. Sevdiğimiz zaman beklentimiz yoktur. Bir şeyi istediğimiz için yapar, başkaları istedikleri ya da istemedikleri için aynı şeyi yaptıklarında ya da yapmadıklarında bunu üzerimize alınmayız.

Neyi, ne kadar ve nasıl sevdiğimiz bizim kararımızdır. Hayatımızın en merkezinde olan, bazen fark ettiğimiz bazen de farkına sonradan varabildiğimiz, bazen çoktan geçip gitti diye pişmanlıkla baktığımız… Bugün bu yazıma sevgiyle eşlik eden sen, neyi, ne kadar ve nasıl sevmektesin? Gerçekten sevdiklerine kalbinle sarılman ve hayatta her an “en” sevdiklerinle olabilmen dileklerimle…

 

İlginizi çekebilir: Aşkın en sevdiği: Ben halini ortaya çıkartmak

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam