Kendimize karşı bu kadar acımasız olmak zorunda değiliz: Beklentilerimiz ne kadar gerçekçi?
Senin kendinden BU KADAR BÜYÜK beklentin ne?
Kendiminkini çözemedim henüz ama geldiğim nokta şu oldu: “Ben kendimden bu kadar büyük ne bekliyorum ki asla yaptıklarımdan tatmin olmuyorum?”
Elimde yanıtım yok, evet, ama en azından doğru soruyu sonunda yakaladım. Sorular önemli. Hayatta doğru sorular sormak bizi geliştiren, genişleten, dönüştüren.
Hayatımda elimden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışan bir karakterim. Sadece son 3 seneme baktığımda meditasyon hocası, yoga hocası oldum, dersler veriyorum, eğitimler veriyorum, özel hayatımda artan ve beni dönüştüren harika farkındalıklarım oldu, büyük travmalarımı gördüm. Kimini gördüm, kimini çözdüm derken, gerçekten bir şeyler yapıyorum aslında.
Fakat öyle bir noktadaydım ki ne birini görüyordum, ne yaptıklarımdan kendimi kutluyordum, ne ne yaptığımı, ne kadar değerli şeyler yaptığımın farkındaydım. Sanki hiçbir şey yapmayıp öylece oturuyordum. Hayatta başardıklarıma kıymet vermiyordum, gözümde basitleştiriyordum ve kendime öfkelendikçe öfkelenmeye başladım:
-Sen zaten ne yapıyorsun ki?
-Bak herkes neler yapıyor, sen hala yerinde say!
Bir dakika Gamze bir dur! Nefes al! Aynı yerde saymak mı?! Yukarıda bahsettiklerin sadece son 3 senede yaptıklarının bazıları. Nasıl bu kadar kör olabilirsin, nasıl kendini ciddiye almazsın, nasıl kendi değerini bu kadar alçaltırsın? Nerede şefkatin? Nerede bakan gözlerin, duyan kalbin? Nasıl bu kadar kör ve acımasız olabiliyorsun kendine karşı? Neden herkesi yüceltirken kendini yeriyorsun? Neden?
Ve tüm bu soru silsilesinin ardından sonunda asıl soruya ulaştım: Gamze, sen kendinden bu kadar büyük ne bekliyorsun ki hiçbir şey seni tatmin etmiyor?
Sonra da koca bir oh çektim. Zihnim tam olarak neyi beklediğini bilmese de soruyla beraber gelen beklentinin tüm ağırlığını hücrelerimde hissetmiştim. Ve o ağırlığın varlığını kabul etmemle ağırlığın üzerimden uçması ve hafiflemem neredeyse birebir aynı zamanda gerçekleşti. Rahatlamıştım.
Sonra kendime kendimce nasıl büyük bir misyon yüklemiş olduğumu fark ettim. Öyle kocamandı ki sonunda kendi yarattığımın altında kendim kalmıştım. Nasıl da acımasız bir kısırdöngü yaratmıştım kendime. Kendine beklenti yükle, o beklentinin ne olduğunu bile bilmeden ulaşmaya çalış, çırpın, ne yaparsan yap ulaşama, kendine öfkelen, kendini aşağı çek, ufal ufal, o beklentinin altında ezil ve yetinmeyip biraz daha beklenti yükle. Ve bu böyle sürüp gitsin…
Of! Yazarken bunaldım! Ben ne yapmışım kendime! Bir noktasında da evrene kızmak vardı tabii kendime sinirim dışında. “Neden bana yardımcı olmuyorsun, hani biz bir ekiptik?” isyanlarım ve hayal kırıklıklarımı da unutmamalı.
Siz de gördünüz mü benim gibi sınırsız gücümüz olduğunu yukarıdaki örnekte? Öyle büyük gücümüz var ki nasıl da inandırmışım kendimi beklentilere, başarısızlıklara. Nasıl da yarattığım hikayelere kendimden daha çok inanmışım? Hem de körü körüne.
Aramızda benden başka bunu yapanlar varsa diye yazıyorum: Lütfen dikkat edin. Durun ve yakalayın zihnin yalanlarını. Yoksa bu hayat gerçekten çekilmez bir hal alıyor. Daha da kötüsü o çekilmez hali yaratan bizzat kendimiz oluyoruz.
Şimdi sıra döngüyü kırmakta. Kırmak ve ardından da hayatıma hafif gelecek döngülere evirmekte. İş çok. Kendimizle işimiz hiç bitmez. Ama hayat da bu demek değil mi zaten? Bu yüzden gelmedik mi buralara kadar?
İlginizi çekebilir: Mutluluk uzaklarda mı: İstanbul’dan gitmedim ama, kendi evimi kurdum