Geçtiğimiz hafta aldığım bir haberle daha önce kırdığım sol ayağımın yeniden kırılmış olduğunu öğrendim. Koşmak benim için binlerce yeni fikir demek, yazılacak binlerce kelime, cümleler ve hissediş… İşte bu yeteneğinizi “kırık ayakla koşmayın” sözleri karşılığında kaybettiğinizde bir an içinizden şu geçiyor: “eyvah ne olacak, ilham alamayacak mıyım?” Tabi ki cevap hemen geliveriyor: evet koşmak düşünce gücünü hızlandırıyor belki ama koşamadığımda “daha çok soru sorar” hale geliyorum… Bu iyi veya kötü olabilir tabi ki. İşte bugünkü başlığımız bu anlardan bir tanesinde sorduğum bir sorunun sonucu bizi bugün burada buluşturuyor; eğer şu an size bir sihirli değnek değecek ve “sadece” bir halinizi almanız gerekecek ve bu andan sonra tek “haliniz” bu olacak deselerdi hangisini tercih ederdiniz?
Evet, oldukça açık bir soru fakat oldukça aldatmacalı ve şaşırtmacalı bir soru aynı zamanda… Yani eğer cevabımız “sabırlı” olacak olsa sürekli sabretmeniz gereken olaylarla karşılaşacaksınız belki de, hiçbir şey için sabrınız tükenmeyecek örneğin… Veya “mutlu” seçebilirsiniz, evet çokça mutlu hissedeceksiniz fakat bir noktadan sonra bunu garipseyecek misiniz veya diğer kişiler sizin kadar “mutlu” olmadıklarında büyük sorunlar yaşayabilirsiniz… Veya “unutkan” cevabını verdiyseniz sürekli unutacaksınız ya da “samimi” cevabını verdiğinizde evet siz her durumda samimi olacaksınız fakat dış dünya bunu nasıl algılayacak? Her seçimimizin belirli sonuçları olurdu değil mi; bu soruya verdiğimiz yanıta göre farklı farklı durumlar karşımıza çıkacaktır.
Ben de aynı sizler gibi tekrar tekrar düşündüm hangi halimi, hangi özelliğimi dondurmak ve hayatımın geri kalanını onunla geçirmek isterdim? Tabi ki cevap verebilmek oldukça zor ama açık ara ilk tercihim “kendime gülebilmek” yeteneğim oldu (ki geliştirmek ve bugün geldiğim noktaya gelebilmek için epey ter dökülmesi gerekti)…
Peki nedir “kendimize gülebilmek”? Bu gerçekten bir yetenek midir, neden bazı durumlarda daha az diğerlerinde daha çoktur; bugün bizler kendimize gülebiliyor muyuz, ne olur kendimize gülemediğimizde? Biraz sizlerle bu soruların cevaplarını arayalım istiyorum.
Ben kendine gülebilmek yeteneğini çok önemli bir yetenek olarak tanımlıyorum, bu aynı samimi olmak, dürüst olmak, ders çalışmak veya bir kursa gitmek kadar ciddi uğraş gerektiren bir yeti. Kendimize gülebilmek hayatta herhangi bir durumla karşılaştığımızda bu konuya sonuçları bizi ne kadar üzüyor, incitiyor, yaralıyor veya yalnızlık hissettiriyor olursa olsun; kendimize “anlayışla” yaklaşabilmek, “öz mizah” olarak da tanımlayabileceğimiz kendimize gülerek bakabilmek ve “yeniden deneyebilirsin” noktasına bizi uçarak sürükleyebilecek kadar güçlü bir kavrayışa sahip olabilmek yeteneğimizdir.
Hemen kendimden örnek vermek istiyorum, son dönemde ilişkiler konusundaki ön yargılarım ve kapalı bakış açım (yeniden incinmekten korkan ben!) bu konuyla ilgili çok yüksek bir öz-mizah anlayışına sahibimdir. Yakın arkadaşlarım bu konuda kendimi “aşmak” üzere attığım tüm “küçük” adımları “insanlık için küçük fakat benim için büyük adımlar” olarak nitelendirdiğimi bu sözler ile kendime her daim gülebildiğimi, 33 yaşıma gelmiş olmama karşın halen oldukça “kapalı” yaklaştığım bazı kavramlara “içimde yaşayan babaannem” diye yine kendime gülmek üzere gelen fırsatı hiç kaçırmadığımı oldukça iyi bilirler…
İşte bunlar sadece bazı örneklerdir, aslında aynı olaylar karşısında eğer bu “öz-mizah” anlayışım olmasaydı, kendi kendime “gülebilmek” veya “eğlenebilmek” yerine “sen geride kaldın, eksik kaldın, yaşamaktan korkuyorsun, adım bile atamıyorsun, her adımın başarısız olacak” gibi ego ve başarısızlık yükleyen benzeri çokça cümle kurabilirdim… Veya bir kişinin kahve içme teklifini kabul ettiğimde “bu yaşıma geldim halen ilk kahvemi içeceğim” diyebilmek (ve tabi ki yine çokça gülebilmek!) yerine “kaç yaşımdayım hala bir utancımı yenemedim, neden ben bunları yaşıyorum, neden istemediğim şeyleri yaşamak zorunda kalıyorum” gibi yine anlamsızlık ve olumsuzluk içeren cümlelerle yaklaşabilirim…
İşte can-ım kendimize gülebilme yeteneğimiz, durum veya sonuçlar her ne olursa olsun, yaşananlara sevgi ile yaklaşabilmemizi ve en önemlisi “an”da kalarak akıştaki güzelliği, eğlenceyi ve zenginliği görmemizi de sağlar… Hemen bir başka örnek vermem gerekirse, yaşadığım boşanma ertesinde oldukça zorlu bir dönem geçirmiştim ve beni o dönemde çokça kıran olayları da yönetmek durumunda kalmıştım. Bugün bazı noktalarda benden görüş istendiğinde veya biriyle birlikte olma durumum var ise ilk hatırladığım (ve yine çokça gülmek fırsatını hiç kaçırmadığım) “ben Pınar Ulus Cumhuriyetini kolay kurmadım” cümlesi oluyor… Evet, hayat bir akış ise; benim ülkem, benim yeşilliklerim, benim ovalarım, kısacası benim de bir cumhuriyetim var ve gerçekten savaşarak bugünlere geldi… İşte bu öz-mizah anlayışı bu gibi konularda benim aynı zamanda çok daha büyük esneklik kazanmamı da sağladı; daha önce konuşulmasına bile katlanamadığım olaylar, kişiler veya akışlar şu anda benim için hayatımızdaki siyah ve beyaz kadar, güneş ve yağmur kadar veya 1 ve 0 olasılıklarının aynı güzellikte ve doğallıkta olması kadar doğal hale geldi (ki bazen kendi kendime oldukça eğlenceli vakit geçiriyorum – öz-mizahın da bir seviyesi olmalı)…
İşte bu yüzden bugün “gülemediğiniz” ya da kendi kendinize acı çektirdiğiniz ne varsa, neye mizah ile bakamıyorsanız, sizden ricam günde sadece beş dakikanızı o olaylara bir de küçücük bir çocuk gözünden bakmaya zaman ayırmanız. Örneğin siz “o bana bunu yaptı, şu bana bunu yaptı” gibi cümleleri bir çocuğa anlatsanız ve o size sadece “haydi beni salıncakta salla” diye cevap verseydi ne hissederdiniz? İşte bu olaylar da aslında böyledir; hayatta ne zaman alacak ne de sizin kendinizi üzmenize değecek önemdedirler, bunu yani acıyı uzatan ve “mizaha” dönüştürmeyen de yine bizlerizdir…
Kendinize gülün, hatta en çok kendi kendinize gülün, siz hayattaki en komik kişi yine siz olun, kendinize komik olun, kendinizle mizah yapın; çünkü kendi kendinize gülebilmek gerçek bir sanattır ve sizi emin olun çokça güzelleştirir…