Zaman… Daima daha fazlası için yalvaracak olduğumuz, çoğu kez yokluğundan yakındığımız, dönüp dolaşıp “nasıl da hızlı geçiyor” diye iç geçirdiğimiz, geriye döndürmeye çalıştığımız, bazen bir anda takılıp kaldığımız “zaman”… Hani yeni doğmuş bir bahar güneşi gibi bazı saatleri baharlar kadar coşkun yaşarken bazı saatleri acılar içinde, dikenlere basa basa yaşamak durumunda olduğumuz zaman… Ama en çok da yakındığımız zaman, hep yokluğundan yakındığımız.
Öyle kaotik hayatlar yaşamaktayız ki, bir kere “zaman” demek bir günün gözlerimizi açık geçirebildiğimiz kadarına eşit oluyor bizler için. Kahvaltı etmek, işe gitmek, tüm toplantılara yetişebilmek ve hatta öğle arasında yemek yemeğe bile “zaman” bulamadığımız günlerimiz oluyor (benim günlerim çoğunlukla böyle geçiyor).
Hatta beni arayanların telefonlarına ancak beş-altı saat sonra dönebildiğim günler, eve çok çok geç saatte gelebildiğim, bazen gediğimde gözlerimi bile açık tutacak halim kalmadığı günler. Zaman diyorum nasıl geçiyor ve benim “zaman” bulmak isteyip de bulamadığım anlar ne çok…
Evet bu öyle bir tezat ki zamana “zaman” bulamama halindeyiz. Bu yazımda zamanımızı bilerek veya bilmeyerek nasıl harcamakta olduğumuzu inceleyelim istiyorum sizlerle… Gerçekten “zaman” bulamamakta mıyız, gerçekten bize tanınmış olan zaman sınırlı mıdır, yetersiz midir bu derece “bereketsiz midir”? Sürekli yetişmeye çalıştığımız, biz tamamlamaya çalıştıkça yeni “gerekliliklerin” listemizi uzattığı ve bir türlü “zamana” sığdıramadığımız (daha doğrusu sığmayı başaramadığımız) bu hayatlarımızı yaşamak halimiz en doğru yaşam hali midir, yani biraz olsun “kendimize” ayıracağımız zamanımız yok mudur?
Bu oldukça “yoğun” hayatımızda bize yeterince zaman verilmediğinden yakınırız sıkça; bir anne isek çocuklarımız önceliklidir, eş olmamız önceliklidir, evimizin ihtiyaçları önceliklidir… Çoğunlukla “kendi kendimize” kalmaya zamanımız olmaz… Eğer tek başımıza yaşıyorsak ve çok yoğun çalışıyorsak bir arkadaşımız ile sohbet edecek bir akşamımız yoktur, işten çıkış saatimiz gecenin sekizini bulmuştur. Aklımızda dolaşan “yarının yapılacaklar listesi” için “zaman” vardır ama bir dostumuzun derdini dinleyebileceğimiz “bir saatlik” zamanımız yoktur… Sevgilimize ayırabileceğimiz bir filmlik zamanımız da yoktur. Peki ya kendimize? Evet, cevabımız benzerdir “insan olduğumuzu” hatırlayacağımız, yani kendi kendimize bir kafede sadece oturarak geçirebileceğimiz bir yarım saatlik zamanımız bile yoktur…
Peki dışarıdan kendimize bakalım istiyorum, bu doğru mudur, bu soru bile doğru mudur, gerçekten bize “zaman” tanınmamış mıdır veya zamanımızı kullandığımız bu şekli ile yaşamak, gerçekten “yaşamak” mıdır?
Bakın sevgili Jen Sincero, Var Olamk Senin Elinde ile bu soruyu nasıl yorumluyor;
“…Zeki beyinlere sahip insanların yaptığı birçok çalışma sayesinde bugün zamanın bir yanılsama olduğunu biliyoruz. Çoğu insan bunun bile ne demek olduğunu bilmiyorken, aslında edinebilecekleri çok daha kolay bir bakış açısı var: Zamana sahip olmamak bir yanılsamadır. Örneğin park alanı bulmak için yeterli zamanım yok bu yüzden bu dolu alana park edeceğim. Of şuna bak! Aracımı çekiciyle çektikleri için garajdan alırken üç saat, evimi bulmaya çalışırken kaybolarak iki saat ve eşime bundan şikayet ederek kırk beş dakika harcadım.
Ofisimi temizleyemeye zamanım yok. Of şuna bak! Bir buçuk saatimi bir yığın saçma sapan şeyin altında gömülü kalan telefonumu arayarak geçirdim. Of ve şuna bakın! Telefonumun şarjı bitmiş. Bu da demektir ki bir yığın saçmalığında altında kalan şarj aletini bulmak için daha fazla zaman harcamak üzereyim…
Bir şeyler yapmak zorunda kaldığımızda bir anda zamanı fark ederiz. Her zaman zamanımız vardır; ancak zamanımızın olmadığına inanarak kendimizi kısıtlamayı seçeriz. Daha önce hiçbir şeyi yapmak için altı ayın varsa o işin altı ay sürdüğünü, ancak sadece bir haftan varsa bir hafta süreceğini fark ettin mi? Zamanın, gerçekliğinin geri kalanı gibi, zihninde var olduğunu anladığında onun kölesi olmak yerine, senin için işe yarar bir hale getirebilirsin.”
Bizlerin yoklukla bütünleştirdiği zaman kavramı bu yüzden tamamıyla bakış açımıza, yani kişisel yorumumuza dayalıdır. Bir günümüzü nasıl organize ettiğimize yakından baktığımızda aslında boşuna harcadığımız “zaman” kadar daha iyi değerlendirebileceğimiz çok fazla zamana sahip olduğumuzu da görebiliriz. Örneğin trafiğin çok yoğun olduğu saatlerde trafikte olmak ve böylece zaman harcamak ile herhangi başka bir planımızı gerçekleştirememek yerine, aynı anda farklı bir ihtiyacımızı karşılayıp, trafiğin daha akıcı olduğu saatlerde yolculuk yapmayı tercih edebiliriz. Bu bizim “özgür irademiz” ile verdiğimiz bir “zaman harcama” seçimidir.
Çok yakın bir örnek ise, asla “zaman bulamadığımız” spor alışkanlığıdır örneğin. Sabahları yarım saat erken uyanarak gerek meditasyon, gerekse sabah sporu için rahatlıkla “zaman” ayırabilir, zaman bulabilir ve hatta “zaman yaratabiliriz”.
Bu yüzden yokluğundan yakındığımız, gözümüze “yok, az, bulunmayan, var olmayan, yetmeyen” olarak gözüken zaman kavramı, aslında açıkça deneyimleyeceğimiz üzere öznel değerlendirmemizden ibarettir. Belki çok kıymetli bir beş dakikayı kıymetsiz, yetersiz veya önemsiz olarak görmekteyiz. Fakat gün içerisinde beş dakika hiçbir şey yapmadan oturduğumuzda, belki sadece nefes alıp vermeye odaklandığımızda nasıl canlandığımızı, nasıl rahatladığımızı ve adeta beynimizin nasıl yeniden dirildiğine şahit oluruz; fark eden sadece beş dakikalık “zamanımızı” nasıl kullandığımızdır.
Hayatta her şey için her zaman “zaman” vardır; yok niteliğinde düşündüğümüzde zaten zamanımızın “olmasını” nasıl bekleyebiliriz? Bugün bir gününüzü nasıl planladığınıza daha yakından bakın diliyorum, değerli “zamanınız” size ait bir elbise gibidir, sarı, mor veya siyah rengini seçmek size aittir… Şeklini seçmek size aittir, bedenini seçmek size aittir. Eğer “tam” size göre olduğuna inanırsanız ve bu gerçeği görebilirseniz sizin en sevdiğiniz kıyafetiniz olur… Size “dar” geliyorsa, işte o zaman nereye giderseniz gidin rahat edemezsiniz hep üzerinizden atmak istersiniz, hep şikayet edersiniz… Aslında dar olan şey kıyafet değildir bu yine sizin “tercihinizdir”.
Zaman sizinle, zaman yanınızda, zaman nefesinizde, zaman kalbinizde, zaman içinizde, zaman “sizsiniz” ve zaman tamamıyla sizin, size ait…