Kendi yolumuzu seçerken kalbimizin sesini mi dinlemeliyiz?
“Her yola tek tek yakından ve dikkatle bakın. Her bir yolu gerekli olduğunu düşündüğünüz kadar çok deneyin. Sonra kendinize ama yalnız kendinize şu soruyu sorun: ‘Bu yolun bir kalbi var mı?’ Varsa, o yol hayırlıdır. Yoksa size hiçbir faydası olmayacaktır.” Carlos Castaneda
Hayat boyunca birçok yol ayırımı yaşarız. Birçok farklı zamanda birçok farklı yolu yürürüz. Kimi zaman zorunda kalırız, kimi zaman bilerek seçeriz. Kimi zaman beğenilmek isteriz, kimi zaman takdir görmek. Bunları ardımıza alabilirsek bazen yolu seçeriz ama bir bakmışız yapayalnız kalmışız. Yol bu, bir kez girdiğimizde kalabalıklar içinde olmayı da yalnız kalmayı da göze almış oluruz bir kere.
Ben bugün bu yazımda sizlerle yürümek durumunda olduğumuz fakat tekrar tekrar uğraş vermemiz gereken yollara bakalım istiyorum. Bir kez başladığımızda bir yerinde düştüğümüz, sonra yeniden kalktığımız, belki yaralarımız dolayısıyla çokça acı çektiğimiz… Nerede hata yaptığımızı anladığımız ve yeniden yola çıktığımız… Yola çıkmak ve yeniden adım atmak cesaretine eriştiğimiz o tüm acılara rağmen yol almaktan vazgeçmediğimiz; adeta “kalbimizi koyduğumuz” yollara bakalım istiyorum.
Sizlerle birlikte daha yakından soralım istiyorum bu yazımda: “Eğer bizler bu dünya üzerinde rastgele bulunmuyorsak ve bir yol seçmemiz gerekiyorsa bu yolu nasıl seçeriz? Bu yolu seçerken kalbimiz bize yol göstermekte midir? Onu ne kadar dinleriz? Kalbi olmayan bir yol bizi nereye götürmektedir? Kalp ve yol nerede birleşir? Birleşmediğinde nereye sürükleniriz? Ya birleştirebildiğimizde bu yol bizi nereye kavuşturur? Ve evet, kalbi olmayan bir yol gerçekten yürümeye değer mi?“
Hayatımız boyunca diğer insanları memnun etmek için çıkarız yollara. Kimimiz için motivasyon en iyi maaşı kazanmaktır. Ne de olsa yüksek bir maaş tam olarak hayal ettiği mutluluğa kavuşmasına giden en ulvi yoldur. Kazandığımız anda ne olur? Gerçek ile yüzleşiriz, aşırı derecede stres ile boğuşuruz. Belki geceleri uyuyamayız. Kazandığımız o muhteşem büyük maaşı harcamaya yeterince zamanımız da olmuyordur. Ya hayat kalitemiz ya hayatımız ya kapalı bir ofiste geçen günümüzün on belki on iki (hatta bazen on beş bile olabilir) saati… Yine de bu bizim yolumuzdur, motivasyonumuzun yüksek olduğu muhteşem yolumuz. Bu yolda kalp nerede diye sormuyoruz, sorduğumuzda ise cevap alamıyoruz. Kalbi sabah kendimiz için ayırdığımız beş dakikalık kahve kokusuna veya öğle arasında koştura koştura bir arkadaşımızla yediğimiz yemeğimizde lütfedilen bir dost muhabbetinde arayabiliriz belki… Bilgisayar ekranı, bitmeyen toplantılar ve kocaman hesap dosyalarımız bize kalpten haber veremezler ne yazık ki.
Başka memnun etme yolları da vardır. Çocuklarımızın geleceği için çok sevdiğimiz işimizden ayrılmak örneğin. Eşimiz istemiyor diye çalışmaktan vazgeçmek. Evimizde çok sevdiklerimiz için yemek yapmayı, evimizin kadını olmayı seçeriz… Peki ya çocuklarımız büyüyüp uçup gittiklerinde hayatımızın amacına ve sonucuna kalp ile bakmayı başarabilir miyiz? Kendi kalbimiz o yıllar boyunca nerede kalmıştır. Diğerlerini mutlu ettiğimiz bu yol boyunca bir kere bile dönüp bakmak aklımıza geldi mi? Yapayalnız kaldığımızda “tek yolun” gerçekten çalışmayı sevdiğimiz işi bırakmak olduğunu mu göreceğiz? Yeterince denedik mi? Kalbimizin olduğu yolda kalabilmek için yeterince ısrar ettik mi? Kalp bu yolda ne yazık ki bulunmamaktadır…
Başkalarını muhteşem şekilde mutlu ederiz. Aslında kalbimizin atmadığı evliliklerimizle, ilişkilerimizle, sevgili gibi olduklarımızla… Dürüstçe kalbimizi koyup da yürüyemediğimiz yollardır bunlar. Kalp yoktur ama elimizi tutan iyi kötü bir adam ya da bir kadın vardır değil mi yanımızda… Öyle ya, kalbimiz olup veya o yola kalbimizi koyup da yürüyeceğimize kalbimizi ezip de yürümek daha kolay gelir. Hem dışarıdan bakıldığında herkesin takdiri ancak bu şekilde toplanabilmektedir. Bir gün biri çıkar karşımıza ve hiç duraksamadan soruverir kalbimizin nerede olduğunu. Ya da bir kalbimiz olduğunu hatırlatır. Bu yol ne yazık ki yürümekte olduğumuz yoldan çok çok uzaklardadır ve bu yolda kalp yoktur.
Bir de her ne olursa olsun diğerlerini memnun edemediklerimiz vardır. Takdir toplayamadıklarımız, yine mi diye sorulanlar, ne zaman vazgeçeceksin diye kaşımıza dikilenler… Ve her seferinde asla cevabını verebildiğimiz… İşte o yollarda kalp vardır, o yolların kalbi vardır. O yollarda kalbimiz katlarca hızlı atar. Her şeye ve herkese rağmen yürürüz bu yollarda. Dikenlerle kaplı olduğunu bilsek de yapayalnız olsak da dünya üzerinde bir kişi bile bize inanmıyor olsa da biz o yolların kalbi olduğunu biliriz. O yolların kalbi vardır. Tıpkı akıntıya karşı öleceğini bile bile yol almaya çalışan somonlar gibi. Tıpkı sonunun ne olduğunu bilmeyen ve yuvadan ilk kez kocaman bir yükseklikten aşağıya kendini bırakma cesareti ile uçmayı veya ölmeyi öğrenecek olan yavru kuş gibi. Tıpkı ilk kez nefes almak ve oksijenle yanacağımız o andan sonra hayatın gerçeğine ermek gibi. Ve tıpkı geri dönemeyeceğini bilse de okyanusa açılmaktan korkmayan, bilinmeyen kıtaları keşfe çıkmak hayaliyle tutuşan Kolomb gibi…
Bugün bu yazımı okuyorsanız hayat yolunuza kalp gözünüzle bakmanızı dilerim. Yürüdüğünüz yolların kalbini, kalp atışlarını, varlığını duyabiliyor musunuz? O yollar sizi muhteşem kalp atışlarıyla karşılayabiliyor mu? Her kim ve her nasıl olursanız olun, yanınızda bir kişi bile olmasa dahi bu yolların kalp sesine kalbinizi bağlamaya hazır mısınız?
Bugün sizin o muhteşem yolunuzun bir kalbi var mı?
İlginizi çekebilir: Çok sevmek özgürlüğün önüne geçtiğinde sevgili kalabilmek mümkün mü?