X

Kendi içindeki ‘öteki’yle anlaşmanın bir yolunu bulabilir misin?

Ötekiden Önceki Ben
“Severim ben seni candan içeri
Yolum vardır bu erkandan içeri
Beni bende demem bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri
Nereye bakar isem dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri”
-Yunus Emre

Ötekiyle ilk tanışma

Öteki: Diğeri. Öbürü. 

“Bazen içimde bir ses duyuyorum, ayrık, eğreti.. Bir öteki sanki. Sanki olduğum halin tam tersi gibi. Ben ne kadar iyi, çalışkan, merhametli, sevgi doluysam; öteki bir o kadar eleştirel, cezalandırıcı, kinci ve öfkeli. Sanki kendi varlığının benim tarafımdan bastırılmış olmasına kızıyor. İçimdeki öteki sürekli isyanda. Nasıl uzlaşacağımı bilmiyorum onunla. İçimdeki o ayrık tarafı dışlamaya çalıştıkça daha çok yükseliyor sesi. Bu iki kutup, bu içimdeki iyi kötü, güzel çirkin, gündüz gece, aşk nefret, konuşan ve susan ikilisi. Ne yaparım ben seninle!”

Bir öteki ile ilk temas, bir bebeğin doğduğu andan itibaren annesinin iki çift gözüyle karşılaşması ile başlıyor. Bir bebek kendi varlığının sağlamasını adeta annesinin aynalamasında yapar. Psikanaliz çalışmalarının en önemli isimlerinden Lacan ötekiyle kurulan ilk bağı “Ayna Evresi” kuramında şöyle açıklamaktadır; bir bebek aynada kendine baktığında kendi yansımasını annesiyle bir olarak algılar. Bunu takip eden aylarda kendi yansımasını yavaş yavaş annesininden ayırt etmeye başlar. Fakat kendilik imgesinin annesinden ayrılması, kendiliğinin ilk aylarına doğan bir bebek için bir travma niteliğindedir. Bu ayrışma çatışmasını çözümleyebilmesi, bir ötekiyle özdeşleşme süreciyle başlar. Bebek, 6-18 ay arasında kendi beden bütünlüğünü, bir başka yüzde göreceği bir evreye adım atar. Böylelikle kendi varlığını bir öteki üzerinden inşaa etme sürecine girer. Böyle tüm güçlü bir algıdan ayrılan özne, yani bebek, artık hayatı boyunca bir ötekinde birleşme arzu ile kendisini var etmeyi sürdürmeye çalışacaktır.  Bir başka psikanalist Mahler ayrılma/ birleşme kuramında, özne ve öteki ile ilgili Lacan’nınkine benzer bir açıklama sunmaktadır. Buna göre doğumunun ikinici ayında bebek, imgesel olarak anneden henüz ayrışmamıştır ve dışsal bütün doyumunu anneyle olan bir olma evresinden sağlamaktadır. Bebeğin bütün hazzı, kendisinin içsel ihtiyaçlarını sağlayan anneyle kurduğu birlikteliktedir. Bu birlikteliği Mahler, “simbiyotik evre” diye tanımlar. Bir başka deyişle, Öznenin-ötekiyle tek bir organizma gibi hareket etmesidir. Tahmin edersiniz ki bu simbiyotik evrede yaşanan doyum bebek için çok önemlidir. Bu bir olma halinde yaşanan ihmal, bebek için kendi tezahürünün aynada eksik kalmasıyla sonuçlanır. Bu evrede eksik kalan ihtiyaçların bebekte yarattığı doyumsuzluk, bebeğin nesne (anne) sürekliliğini ve kendilik bütünlüğünü bozar. Ve ilerleyen yetişkin yıllarında dahi bir öteki ile olan ilişkisinde bir türlü tamamlanamayan bir boşluk hissi yaratır. Mahler’in kuramında bebek 5 ve 9. aylar arasında kendi bedeniyle, annenin bedenini yavaş yavaş ayırt etmeye başlar. Bir öteki olarak annesinin yüzünü fark eder ve araştırmaya başlar. Bir ötekini keşfetmeye başlayan bebek, böylelikle kendi dünyasındaki diğer ötekileri de keşfe açılır. Aynı zamanda simbiyotik ilişkideki annesinin kontrolünde, onun dizinin dibinde olduğunu bilir. Anne (öteki), bebeğin (öznenin) dış dünyadaki keşfine güvenle açılabilmesini sağlayacak sağlam bir limandır. Böylelikle bilinç (özne), her zaman bir ötekine yönelerek kendi kimliğinin parçalarını tamamlar ve kendi sınırlarını aşarak hayal etmeye başlar.

Peki psişik yapının (özne) gelişimi sırasında bir öteki (nesne) ile olan bu ayrışma çözülemez ise neler olabilir?

Kendi kendini ötekileştirmek sınır kişilik

Mahler’e göre bir ötekinin yani nesnelerin dünyasına giren bebek için imgeler siyah ve beyaz gibidir. Anne (öteki) meme verdiği her an “iyi”, vermediği an ise “kötüdür”. Anne her geldiğinde “iyidir” gittiğinde ise “kötüdür”. Fakat giden anne geri geliyorsa, işler yolunda gitmediğinde bebeğini teselli ediyorsa, güleç, destekleyen, ihtiyaçları karşılayan yine aynı anne ise bebeğin düşünsel ve duygusal dünyasında yeni bir öğrenme gelişir. Dünya güvenli bir yerdir; giden geri gelir, ağlansa da gülünebilir, tekrar oyuna dönülebilir. Hayal kırıklığı çözülebilir. Böylelikle artık “iyi” ve “kötü” temsili, öznenin iç dünyasında ayrıklıktan kurtulup, bütünleşir. Dış dünyada yakalanan bu nesne bütünlüğü, bebeğin kendilik temsilinin yapı taşıdır. Gidenin dönüp dönmeyeceği belli değilse, hayal kırıklıkları teselli bulmuyorsa, bu dış dünyadaki belirsizlik  bebeğin iç dünyasında kendiliğinin bölünmesine sebep olur. Bebeğin kendi içindeki “iyi” temsili, bir ötekiyle beraber yok olmaya başlar. Artık güvensiz bir dünyada, bebeğin kendilik tasarımı da yok olma tehdidi ile karşı karşıyadır. Bebeğin ruhsal dünyasının eksik, onarılmamış ve doyumsuz kalma durumunda, ilerleyen yıllarda benzer bir tablo ortaya çıkar.  Duygusal, düşünsel ve ruhsal dünya gelişemediğinde, yetişkinlikte de iç dünyada ayrık kalan nesneler, bir kimlik bölünmesi ile seyreder. Kişinin, kimliği yarım kalmıştır. Kişi (özne) içinde bitmek bilmeyen bir boşluk hisseder. Kişi kendi içindeki öteki temsili ile barışamamıştır. Artık kendi kendine ötekileşmiş, yabancılaşmıştır.

Öteki- leştirmek: Dışlayıcı, ayrımlaştırıcı, damgalayıcı.

Hayatın ilk yıllarında öteki (öbürü) ile kurulan bu biricik ilişki, daha sonları bir diğerini olumsuz, yargılayıcı, basmakalıp bir şekilde dışlayacak, tehdit olarak görecek bir imgeye nasıl dönüşüyor olabilir?

Bebeğin annesinin yüzünde kendisini görmesi, kendilik deneyiminin provasını yapmasını ve kendilik bilincini oluşturmasını biçimlendirir. Bebek için güven, kendiliğindenlik, oyun, gerçekçi sınırlar gibi ihtiyaçları zamanında ve yeteri kadar karşılanmıyor olması, ileriki yıllarda kişilik bozukluklarının, depresyonun ve kaygının temelini oluşturur. Annenin kendi bağlanma dokusundan bebeğe aktardığı bu temas, bebeğin ihtiyaçları ve istekleriyle eş zamanlı ve ahenk içinde olmazsa bebeğin kendisi ve dış dünya arasındaki gerçekliğinde büyük bir kopukluk yaşanmasına sebep olur. Kendi gerçekliği (özne) ve dış dünya (öteki) gerçekliği arasındaki bu kopukluğa özlem, öfke ve yabancılaşma duyguları eşlik eder. Hayatın ilk yıllarında öteki ile ilişkisinin böylesine güvensiz, tekinsiz ve kopuk olan bir kişinin, oluşturduğu grupların, ailelerin, devletlerin nasıl olacağını düşünelim. 

Güvensiz bir dünya algısında, farklılık bir tehdit oluşturur. Aynılık, aynı olma hali bu tehditin bertaraf edilmesi gibidir, böylelikle kişiler kendi mevcudiyeti için çıkarlarını koruyarak hayatı için bir sürekliliğin peşinde koşar. Kişiler gibi devletler de kendi sınırlarını çizerek, bir öteki devletin farklılıklarından kendini koruyarak, kendi grubu için benzer bir ülkü, aynılık yakalamayı hedefler.

Bu büyük organizmanın devamlığı, içindeki mikroorganizmaların farklılıklarının eritilerek tek bir yapıya dönüştürülmesi ile mümkün olacaktır. Bu organizmanın üyelerinin bireysel farklılığı bütünün çıkarlarına ters düşer. Adeta aynada kendi görüntüsüne düşen Narkissos gibi kendilik bencilliği ile bir ötekini, bir başkasını, farklı olanı yok etmeye çalışır. Bu düzen içinde, elbet ötekiler var. Bir ötekiyle güvenli teması kurabilen özneler, ötekinde olan özgünlüğü ve yaratıcılığı fark edebilirler. Bu yüzden farklılığı korumaya çalışırlar. Bu farklılık ve özgünlük düşünsel dünyanın zenginliğini temsil eder. Devletlerin, kültürel yapıların merkezinde, özne ve öteki vardır. Ötekileştirme ise günümüzün önemli sorunları arasındadır. Öyleki tarih, farklılığı korumaya çalışan kişilerin/grupların dışlanması ve şiddete maruz kalması ile doludur.  İnsanların birbirlerini ten rengi, etnik köken, inanç, cinsiyet gibi nedenlerle ötekileştirmesi, ayrıştırması bir öteki ile kuralan ilişkinin tekerliği ile dönmeye başlar. Aynılığı korumaya çalışan bu dominant grup, ötekiyle olan kendi ilişki anlayışını bir diğerine empoze etmeye çalışır. Böylelikle sistem ötekini köleleştirir. Hegel bunu, efendi-köle diyalektiğinde çok güzel anlatır.

Felsefeciler ve toplum bilimciler özne ve öteki, ötekinin nasıl algılandığı, bu rolün nasıl canlandırıldığı, ötekinin nasıl tanımlandığı ile ilgili bir sürü önermelerde bulunmuşlardır. Bunlardan bir tanesi Charon, “Rol üstlenme, dünyayı bir başkasının bakış açısıyla hayal etmektir. Nasıl hayal ediyorsak öyle davranırız; hayal ettiğimiz şeyi, karşılaştığımız durumla başa çıkmak için kullanırız” diye açıklamaktadır. Biyolojik olarak gelişmiş olan insan, doğadaki diğer canlılardan farklı olarak kendi fiziksel, ruhsal ihtiyaçları üzerine düşünebilen bir varlıktır. Bu vesile ile kişiler ötekinin rolünü anlamaya çalıştığında, dünyayı diğerinin bakış açısıyla görmeye çalıştığında, kendi dünyasının bencilliğinden kurtularak; imgesel dünyasının zenginleşmesini sağlayabilir. O ya da bu sebepten ötürü kişiler başkasının rolünü anlamaya direndiğinde, bir ötekinin rolünü ve dünyasını anlayamaz ve etkileşime giremez. Böylece bir ötekiyle ilgili yanlış kanılara, basmakalıp düşüncelere kapılıp giderek, dışlayıcı, ayrımlaştırıcı ve damgalayıcı olur. Benzer şekilde Psikodramanın kurucusu Moreno somatik roller, sosyal roller, psişik ve transandant (aşkın) roller diye 4 tip rol tanımı yapar. İnsan sadece yiyen, içen, oturan, kalkan, çalışan, doyan, rollerde değildir. Ayrıca tanrı ve evrenle bütünleşen, dünyanın bir parçasını olduğunu anlayan aşkın rolleri de vardır. Psikodramada, hiçbir zaman etkileşim öznenin kendi kendisiyle değildir. Bir ötekinin rolüne girmek, bir ötekiyle konuşmak esastır. Böylece, kişi rol repertuarını zenginleştirerek, tek bir rolün içinde sıkışıp kalmaz. Başka rollerde eylemde bulunması kişinin, yaratıcılığını ve özgünlüğünü besleyerek dış dünyaya uyumlanmasında esneklik kılar. Bir ötekiyle rol değiştirme en etkili psikoterapi yöntemlerinden bir tanesidir.

Ötekinin filozofu olarak bilinen Emmanuel Levinas’a göre felsefe etik bir sorumluluk ile başlamalıdır. Levinas, felsefedeki özne- öteki kavramını, sorumluluk, vicdan, ahlaki bir anlam ile başlatarak diğer filozoflardan bu yönüyle ayrılır. Levinas’a göre ötekini dışlamak yerine, ötekiyle sorumluluk temelli bir ilişki kurmak önemlidir. Böylece insan, kendini bencil yaşamın bağımlılığından kurtarıp, bir ötekinin rolünü anlayarak kendini özgürleştirebilir. Tekdüzelikten kurtulur.

Tarih boyunca ten rengi, aksan, dil, fiziksel yetenekler, yaş, cinsiyet gibi görünürlülüklerle insanlar dışlanmış ve zulme uğramıştır. Eninde sonunda ötekiyi patolojik olarak yorumlayan, dışlayan ve zorbalık yapan dominant gruplar, topluluğun dağılmasına yol açar. Huzuru kaçırır. Halbuki Levinas’a göre bu sosyal yapılanma dışlayıcı olmak yerine kapsayıcı olabilir. Bir ötekinin rolü özne için; bilincin yükselmesi, topluluk duygusu, sanat üretimi, ölüm farkındalığı, mizah ve zaman algısını geliştirici, dönüştürücü niteliktedir. Farklılık, bölmek için bir araç olarak kullanıldığında bu aynı zamanda kişinin kendi sınırlarının da daralması ve eksilmesiyle sonuçlanır. Halbuki öteki ile uzlaşma, farklılık ile bağlantı kurarak kendi dünyamızın sınırlarını aşmak için bir araç niteliğindedir. 

Birçok toplumda kendi kendine konuşmak delilik kabul edilir, halbuki ilişki her zaman ötekiyledir. Önce kendi içindeki ötekiyle anlaşmanın, uyuşmanın bir yolunu bulmalı insan. Konuşurken, dinleyen tarafını görmeli. Okurken, yazabilen eli fark etmeli. Öfkeliyken, hoşgörülü tarafı hatırlayabilmeli. Kadın içindeki erkeğe, erkek içindeki kadına dokunabilmeli. Aşıkken, ayrılığı da benimsemeli. Yaşarken, ölmeye uyanabilmeli. Esasında sırt sırta duran taraflar gibidir özne ve öteki.

Daha fazlası için tıklayın.

İlginizi çekebilir: Travma sonrası beyin nasıl çalışır?: Öğrenen ve hayatta kalan beyin

Kaynakça:
Apaydın, E. (2006). Levinas felsefesinde öznelik ve öteki problemi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara.
Charon JM. Symbolic Interactionism: An Introduction, an Interpretation, an Integration. 4th ed. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall, Inc; 1992.
İzmir, M. (2013), Öznenin diyalektiği, Hegel, Sartre ve Lacan (1. Baskı). İmge Kitapevi Yayınları. Ankara.
Lacan, J. (2013). Psikanalizin dört temel kavramı seminer 11. Kitap,(çev. Nilüfer Erdem), İstanbul, Metis Yayınları.
Levinas, E., (2003a), Sonsuza Tanıklık: Emmanuel Levinas’tan Seçme Yazılar. Haz. Zeynep Direk ve Erdem Gökyaran. Çev. Medar Atıcı vd. İstanbul: Metis Yayınları.
Mahler, M. S., Pine, F., Bergman, A. (2003). İnsan yavrusunun psikolojik doğumu. (A. N., Babaoğlu, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları
Özbek, A., Leutz, G. (1987). Psikodrama: Grup Psikoterapisinde Sahnesel Etkileşim. Has-soy Matbaası.

Gülbalca Çakıroğlu: İzmir Ekonomi Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirdikten sonra beyin ve çalışma prensipleri alanında Dokuz Eylül Üniversitesi Klinik Sinirbilimleri (Neuroscience) Master programına kabul edildi. Yüksek lisansını yaparken Multidisipliner Beyin Dinamiği laboratuvarında TÜBİTAK 112S459 NO’lu 1001 proje bursiyeri olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde 2 sene Alzheimer ve Hafif Kognitif Bozukluğu olan hastalarla çalışmalarını sürdürdü. Tezini tamamladıktan sonra uzman olarak sektörde çalışmaya başladı. 6 sene özel okullarda aileler ve çocuklarla çalıştı. Pandemi döneminde ikinci yüksek lisansı olan Klinik Psikoloji uzmanlığını Rumeli Üniversitesi Klinik Psikoloji programından aldı. Aynı üniversitede, Nöropsikoloji alanında öğretim görevlisi olarak çalıştı. Alp Karaosmanoğlu’ndan Şema Terapi, Emre Konuk’tan EMDR (göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işleme modeli) 1. Düzey eğitimlerini tamamladı. İstanbul Psikodrama Enstitüsünde Psikodrama Temel Eğitimini aldı. Halen Yetişkinlerle bilişsel ve yaşantısal teknikler ile çalışmaktadır. Mezun olduğu üniversitede, 3 kuşak usta-çırak projesinde gönüllü olarak psikoloji öğrencilerine destek vermektedir. Çeşitli platformlarda Bağlanma ve Psikolojik Sağlamlılık ile ilgili eğitimler düzenlemektedir. Alanıyla ilgili çeşitli yazıları Psikeart Dergisi ve uplifers.com sitesinde yayınlanmaktadır.

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale