Sanıyorum ki dünyaya adım atan ilk insanlar olduğumuzdan beri anlamaya çalıştığımız bir şey var; “Özgürlük”. İlkel çağlarda insanlar için özgürlük belki “ölmemek için” bir şey yaptığı o gündü. Belki de şu an biz daha iyi yaşamak için özgürlüğümüzü verip, ölmemeye çalışıyoruz. Kim bilir…
Her daim dilimizin ucunda “ama bu benim özgürlüğüm” ya da “şu şu şu sebeple benim özgürlüğüm kısıtlanıyor ve kendimi buraya ait hissetmiyorum” benzeri cümleler hayatımızda uçuşuyor. Bazen sadece herkesin kendi özgürlüğü için mücadele içinde olduğunu zannediyorum, farkındalar ya da değiller ama tüm yaşamını yöneten tek şey bu arzu gibi görüyorum dışarıdan bakınca çevreme.
Sahi nedir özgürlük? Sana, bana, onlara göre değişen bir şey mi? Nereden baktığına göre değişen, belki de şekillenen bir şey mi? Derinlere indikçe, özgür olmanın gerçek ve sendeki anlamıyla ne olduğunu araştırdığında hafif bir tüy mü canlanıyor içinde?
Yaşadığın hayata dışarıdan baktığın zaman, kendini hayatının içerisinde koştururken görebildiğinde, kendin hakkında ne düşünürsün? Bazen sormaz mısın kendine; “Kimim ben?“. Kimsin sen? Sahi kimsin ve neden tüm bunlar? Sorup da cevap veremediğin bir şey var ise, dur ve oracıkta düşün. Örneğin, neden istemediğin yerdesin? Fark et. Neden devam ediyorsun? Seni buna iten şey nedir? Ne hissediyorsun? Kendini neden hapsettin zihninde? Vücudunun içinde neden hapistesin ve bunu neden görmezlikten geliyorsun? Bunları düşünmek ve kendine sormak daha zor değil mi? Evet zor. “Aman şimdi bunlarla mı uğraşacağım, organize etmem gereken bir iş var, ev var, vakit ayırmam gereken dostlarım var, ay ocakta yemek var dur” vs vs. Tamam bunları da yap ama kendine sor lütfen, neden diye?
Sorduğunda bir şeyleri fark etme sürecin başlıyor ve esas değişim orada yer alıyor. O yola giriyorsun ve yürüyorsun. Fark ederek, hissederek. Belki sadece bir şeyin nedenini bilerek yapmak bile, o monoton ve makineleşme durumundan uzaklaşmak, içindeki o hafif tüy’ü harekete geçiriyor, bazen bu bile yeterli geliyor, inan.
İçimdeki tüy’ün harekete geçtiği zamanları bilmeye başlıyorum, yeni yeni… Ve fark ediyorum ki, kendi içimde özgür olmadığım zamanlarım varmış. Ve aslında her şey oradaymış. Kendi içimde. Kendime döndüğümde, görebiliyorum hafif ve uçuşan o tüy’ü. İşte her şey sonra hafifliyor, sanki atmosfersiz bir ortamdaymışçasına, yavaşca, sakince, çözülüyor. Dışarıdan gelen her ne ise, aslında içeriden geldiğini biliyorsun artık. İçeride ne var ise hayatına sen çekiyorsun, biliyorsun artık. İçeride ne yok ise de, biliyorsun.
İçime bakmaya meyilli bir karakter olsam da bu yolu daha yaşanabilir sağlayan Yoga ve Meditasyon üzerine aldığım eğitimler ve sonrasında yeni yeni yürümeye başladığım hocalık yolu oldu. Bazen öğrencilerimde benim de yaşadığım şeyi gözlemliyorum ve üzerine düşünme mesailerim başlıyor (Ve inanın bu mesailer sonsuz). İnsan meditasyon yaparken boncuk boncuk terler mi? Nefes alış verişlerini düzenlemeye çalışırken? Evet, evet, evet… Çünkü kendinle kaldığın zamanlar o kadar yok denecek kadar az ki, bu şaşkınlığı vücut başka nasıl verebilirdi ki? Çünkü yine evet, “farkındalık” çok zor, insanın kendine itirafları müthiş zor bir süreç ama sonra her şey bir tüy kadar hafif. Madem bu kadar hafifleyeceğiz, biraz ter dökmekten korkmamalıyız sanki, sence de öyle değil mi?
“Kendinizi en derin korkunuza maruz bırakın, o andan sonra, korkunun hiçbir gücü kalmaz ve özgürlüğün korkusu küçülüp kaybolur. İşte o zaman özgürsünüzdür.” – Jim Morrison
Özgürlüğümüze!
İlginizi çekebilir: Bu tutulma ve yeni ay ile evren bize bir şeyler ifade ediyor olabilir mi?