Pozitif psikoloji alanında çalışan, yani gelişim temelli literatür ve uygulamalarla ilgilenenler çok iyi bilir ki farkındalık olmadan ilerleme olması neredeyse imkansızdır. Farkındalık elde etmek için ise sıklıkla ihmal edilebilen bir şeyin ele alınması önemlidir: Kendi içimize bakmak ve kendimizle ilgili çalışmak. Hatta grup seviyesindeki müdahalelerde bile, örneğin bir ekibin uyumlu çalışması, bir şirketin hedeflerine ulaşması gibi konularda da, ekip dinamiklerini istenen yönde etkileyebilmek için, çevreyle ilgili unsurlar kadar bireyin davranışları ve bu davranışların altında yatan bakış açılarıyla ilgili farkındalığı da kilit önemdedir. Bu şekliyle kendi içimize dönmek, isteklerimiz, zorluklarımız, amaçlarımız, becerilerimiz gibi alanlarla ilgilenmek, sonunda amaçlarımıza ulaşmaya ya da daha gerçekçi olmaya, ideal dengeyi keşfetmeye ve genel olarak “öğrenerek ilerleme”ye hizmet eder. Bu nedenle, bireysel gelişimin hem bireye, hem bütüne olan katkısı yadsınamaz.
Aynı nedenle, bireysel gelişimle ilgili çok sayıda bilgi, öneri, araç, hizmet, fikir elimizin altında. Ne yapmak istediğimiz, neden yapmak istediğimiz, nasıl yapabileceğimiz üzerine kaynak bolluğu içinde yaşıyoruz. Özellikle kendi gelişim yolculuğunu objektif bir dış yönlendirme/rehberlik almadan kendisi yapanlar için odaklanacakları alan kendi seçimlerine bağlı. Bu, insanların gerçek ihtiyaçlarına temas edebilmeleri için gerekli bir serbestlik. Diğer yandan, sistematik bir tek yanlılığa evrilmesi de çok mümkün. İçinde olduğum gelişim endüstrisinde gözlemlediğim ise, genel eğilimin fazlaca bireyin iç dinamiklerine kaydığı yönünde. (Sebepleri apayrı bir tartışma konusu olabilir.)
Oysa, bireyin faydasına olabilecek gelişmelere bireyin kendisiyle ilgili çalışmaları üzerinden erişilebileceği gibi parçası olduğu dış çevre, yani diğer insanlarla ilgili bir perspektiften de gidilebilir. Üstelik hem iç dünyamıza, hem dışımızdakilere odaklanarak daha gerçekçi, sürdürülebilir ve geniş çevrenin de faydasına gelişim sağlanabilir. Çünkü biz insanlar topluluklar halinde yaşıyoruz ve giderek küçülen dünyamızda iç iklimimiz kadar dışımızda olan bitenler de, hem bireysel esenliğimizin, hem de kendi çevremiz, ülkemiz ya da dünyanın esenliği için önemli. Arada kaçınılmaz bir ilişki var. Bu yazıda hem kendimiz, hem de parçası olduğumuz sosyal çevrenin faydası için, dikkati diğer insanlara çevirmekle ilgili fikir ve önerilerden bahsetmek istedim. Hangi hallerde işe yarayabilir?
Zorlandığımız ilişkisel/iletişimsel durumlarda
İnsanlarla iletişim biçimimiz, eğer özel ilgi alanımız değilse, genelde objektif olarak çok farkında olduğumuz bir şey değildir. Farkındalığımız daha genel hatlardan ibaret olabilir: Örneğin, kibar/kaba üslubumuz, seçtiğimiz cümleler, ses tonumuz, mimik ve jestlerimiz ya da anlatım kurgumuz gibi. Ancak pek azımız nasıl dinlediğimizin farkındadır. İletişim hiçbir zaman tek taraflı bir olgu değildir. (O durumda “iletim” derdik.) Tamamen sessiz kaldığımızda bile, bunun karşımızdaki üzerinde bir etkisi olur.
Dolayısıyla aktif dinleme (derin dinleme) uygulamalarını denemek, özellikle sorunlu gördüğümüz ilişkilerimizde çığır açabilir, büyük farklar yaratabilir. Bunu yapabilmenin yolu da dikkati kendi iç dünyamızdan, düşüncelerimizden, ne hissettiğimizden çekip almak ve yargılamadan anlama isteğiyle tamamen karşımızdakine yöneltmektir. Örneğin iş yerinde belli bir davranışını değiştirmesini beklediğiniz çalışanı olan bir yöneticiyseniz ya da aile bireylerinden sürekli eleştiri duyan ya da fikirlerine değer verilmediğini hisseden biriyseniz ve bu kronik sorunun sizi zorladığını düşünüyor, ancak çabalarınız fayda etmiyorsa bu yöntemi deneyebilirsiniz.
Dikkatinizi karşınızdakinin ne yaşadığına, nedenlerine ve anlattıklarına gerçek bir merak ve anlama isteğiyle çevirdiğinizde iki tür değişim gerçekleşir:
1. Karşınızdaki yargılanmadan anlaşılmak istediğinizi hissederek davranışını değiştirme isteği duyabilir.
2. Siz ise daha önce fark etmediğiniz detaylar ve yeni bir gerçeklik ile karşılaşırsınız.
Ayrıca çoğu durumda, karşınızdaki kişilerin esas derdinin kendileriyle ilgili olduğunu da hayretle fark edebilirsiniz. Bu, uygulayarak gelişen bir beceridir. Alışkanlık haline gelmesi için bir süre bilinçle uygulanması gerekecektir. Zorluğu ise, yargısız kalabilmektir. Anlamaya başladıkça karşımızdakini veya kendimizi yargılamaya doğru otomatik bir geçiş oluşabilir. Pratik yapmak isteyenler, derin dinleme yaparken kendi zihinlerindeki bu yargılayıcı tonu da aynı tarafsızlıkla gözlemelidir. Yargılamadan bakabilme alışkanlığı yerleştikçe, olayları çok yönlü görmek, daha isabetli çözümler bulmaya yaramaya başlayacaktır. Zorlayıcı ilişkilerde ise üzerimizdeki baskıyı azaltacaktır.
Motivasyon ve enerjimizin düştüğü zamanlarda
Kendinizi geliştirmeye eğiliminiz çok güçlüyse, sonuç odaklılığınız öz-şefkatinizin önünde yer alıyorsa zaman zaman, başarmanız “gereken” şeyler ve bunların zorlukları enerjinizi düşürüp moralinizi bozuyor olabilir. Ya da eğer yaşadığınız güçlüklerin sebebini kendinizden çok diğer insanlarla, sistemle ya da ağırlıklı olarak sizin dışınızdaki unsurlarla ilgili olarak görüyorsanız, aslında kısır bir döngüde kalmışsınızdır. Bu zıt uçlardaki iki bakış açısının ortak noktası, her ikisinin de odağının bireyin kendisi üzerinde olmasıdır. Birinci örnekte, fazlaca sorumluluk üstlenme eğilimi nedeniyle, ikinci örnekte ise sorumluluğu hep dışarıda görme nedeniyle odak, kişinin kendisi ve yaşadıkları üzerindedir.
Eğer kendinizi bu iki durumdan birinde görüyor ve ek olarak, bu pozisyonunuzdan çıkmak istiyorsanız, yine odağı diğer insanlara çevirmek imdada yetişebilir. Aile veya arkadaşlarınızdan kişilere özel ve daha uzun vakit ayırmak, problemlerini dinlemek, yardım önermek, bir konuda onların fikrini sormak ya da yardımını istemek veya sadece gerçek anlamda sohbetler etmek, bunları yaparken de hala onlara yönelik odakta kalmak takılıp kalmışlığı çözecek, oksijen sağlayacak ve yenilenmenize yardım edecektir.
Bunlar dışında, gönüllü çalışmalara ya da uzun soluklu proje gruplarına dahil olmak, yeni ve farklı insanlarla etkileşimde bulunmak da işe yarayacaktır. Burada püf nokta, odağı iç dünyamızdan alıp dışarıya yöneltirken pasif kalmamaktır. Söz gelimi, Clubhouse’da bir sohbet odasında insanları dinlemek, Instagram’da bir canlı yayını izlemek gibi sadece izleyici/gözlemci konumunda kalmamanız, diğer insanlarla diyaloglara, fikir alışverişine katılmanız, mümkünse inisiyatifler almanızdır. Böylelikle hem zihninizi farklı şekilde çalıştırmak hem de etkileşimle farklı tecrübeler yaşamak “zorunda kalmak” aslında buradaki temel amaç.
İş birliği yapmak gereken durumlarda
İş birliği aslında pek çok alanda ve çok fazla durumda zengin çözümleri, daha kolaylıkla problem çözebilmeyi ve ileriye dönük olumlu tohumlar ekmeyi sağlıyor.
Ailede çocukların bakımı, eğitimi, ya da başka halledilmesi gereken konular için eşlerin birbiriyle, başka aile üyeleriyle veya aile dışından kişilerle iş birliği yapması gerekiyor. İş yerinde bir konunun çözümlenmesi için yöneticiyle, takım arkadaşıyla ya da bize bağlı çalışanlarla iş birliği yapmak gerekiyor. Kendi işini yapanların çözüm ortaklarıyla, hatta kimi hallerde müşterisiyle iş birliği yapması gerekiyor. Hizmet alanların da hizmeti verenlerle iş birliği yapması gerekiyor. Liste uzar, gider.
Daha da büyük ölçekte, ülkede ve dünyada yaşadığımız krizlere baktığımız zaman, aslında büyük resimde, insanların topluca birbiriyle rekabete değil, iş birliğine ihtiyacı var. Yoksa, aşılanan insanlarla aşılanmayanlar aynı dünyada yaşadıkça yeni sorunlar çıkıyor, bir ülke plastik atık sorununu çözmek için başka ülkeye bunları satıyor ancak o plastikler okyanuslara karışarak herkesi etkiliyor, birinin yaşadığı ekonomik kriz diğerlerine yayılıyor, bir ülkede olan karışıklık, göç dalgasıyla diğerlerini vuruyor.
Bunların çoğu da, çıkarcı yaklaşımların yol açtığı sorunlardan türüyor. Büyüyen sorunların kolay ve hızlı çözümleri bazen olmayabilir ya da görmesi zor olabilir. Ancak kesin olan şey şu ki, kişisel ya da grupsal çıkarları önceleyen adımlar da, sorunları geçici olarak çözmüş gibi görünüp, misliyle geri dönmesine yol açıyor. Bu nedenle, iş birliği yapabilme becerisinin her zaman herkese lazım olduğu çok net.
İş birlikçi beceri gelişimiyle ilgili derinlemesine çalışılabilir, eğitim ve farkındalık müdahaleleri yapılabilir. Tüm bunların olmazsa olmaz parçası yine odağı kendimizden alarak dışarıya çevirmek olacaktır. Bu durumda bize lazım olacak birinci özellik merak. Muhatap(lar)ımızın durumunu samimi bir merakla, varsayımdan sıyrılarak incelemek, iş birliği kaslarını çalıştırmaya başlamanın bir yolu.
Buradaki zorluk da şu olabilir: İşbirliğini kendi faydası için kullanmaya yatkın bakış açısı, adımlarımızın bize olumlu dönüşünü hızlı almak isteme gibi bir dürtüye yol açabilir. Oysa gerçek farkı yaratabilmek için, sonucunu ve dönüşünü hesaplamaktan çok, karşımızdakini anlamak ve ihtiyacını gidermesine katkıda bulunmak öncelik olmalı. Yapılan bir iyiliğe ya da yardıma karşı belli bir iyiliğin beklentisinde olmak, konuyu dar çerçeveye hapsedebilir. “Karşılıklılık prensibi” olarak adlandırılabilecek yaklaşımla ilgili daha geniş bilgiyi, Robert Cialdini’nin İknanın Psikolojisi kitabında inceleyebilirsiniz.
Benim bahsettiğim, kitaptakinden biraz daha çok bütünün ve genelin faydasına yönelik bir yaklaşım. Kişisel hedefler ve hızlı elde edilmek istenen sonuçlar için daha stratejik davranarak, geri dönüşü hesaplamak mantıklıdır. Ama geniş çerçeveli ve sürdürülebilir iş birliği oluşturmak için, geri dönüşün zamanlaması veya büyüklüğünü amaç edinmeden, daha ucu açık bir tutum belirlemek gerekir.
Günlük yaşantınızda, kendinize odaklı bakış açısı ile dışınızda olanlara ve insanlara odaklı bakış açısı arasında hangi tarafta daha çok görüyorsunuz kendinizi? Eğer bir tarafta fazla kaldığınızı tespit ediyorsanız, diğer tarafı deneyimlemek için yeni fırsatlar yanı başınızda.
İlginizi çekebilir: Öğrenmek: En iyi stres giderme yöntemlerinden biri