“Biri gelir seni sen eder, biri gelir seni senden eder…”
Şems-i Tebrizi
Bugün farklı bir yazı okuyun istiyorum (ben de farklı bir şekilde yazayım). Belki biraz daha isyankar, belki biraz daha yoruma açık! Kimse kaybetmek zorunda değil. Aklıma takılan cümle bu oldu (bu yazımda hem yazacağım, hem de yazıma ek olarak aklımdan aynı anda geçen mesajları da burada sizlerle paylaşıyor olacağım)…
Her daim hayatımızda dengesizlik var. Ben kazanıyorum diye A kaybetmek durumunda. A kazandığında ise, yani belki bir adım daha öne geçtiğinde, belki ilgi odağı olduğunda, belki takdir edildiğinde, ben kendimi kaybetmiş hissediyorum. Yani kaybetmelerimiz hep bir diğerine göre belirleniyor değil mi?
X’in bir ailesi ve çocukları var, mutlu bir evliliği var… Şimdi ne olacak? Benim olmadığında, ben yarışı kaybediyorum… Bu yarışta dışlanmış, belki bazı trenleri çoktan kaçırmış, bir değer yaratamamış veya beğenilmeyi hak etmeyen mi oluyorum? Ben kaybetmiş mi olurum? Veya dışarıdan bakıldığında hayatım, o “çoluksuz çocuksuz”, ailesiz hayatım acınası mı olmalıdır? Ve bu ne kadar doğrudur? Sadece dışarıdan bakarak yargılara varmak, üzerine beni kaybetmiş ilan etmek, sizce ne kadar doğrudur?
Kazanmak ve kaybetmeyi biz yarattık
Şimdi bir başka durumu inceleyelim… Y yeni bir iş teklifi aldığında, ben kaybetmiş oluyorum. Ben de o işi istediğimde ve belki de gerçekten daha fazla çalışmayarak, sadece öylesine o da istiyor diye istediğimde (belki kapışmak hoşuma gittiğinde), belki de gerçekten emek vermediğimde, bunları bir yana koyar (yani almam gereken dersleri de çıkartamaz!) ve ne derim? “Ben kaybettim, Y kazandı.” “Neden?” diye sormadan, neyi daha iyi yapabilirdim diye sorgulamadan kendimi kaybetmiş ilan ederim… Belki önüme çıkacak çok daha iyi fırsatlara olanak bile vermeden geçer giderim tüm şansımın hemen kenarından; çünkü ben çoktan kaybetmişimdir!
İşte hayatımızda kaybetmek ve kazanmak ile ilgili tüm yargılarımız aslında kafamızın içinde yarattığımız dünyamıza aittir. Biz başkalarının hayatı ile kendimizinkini karşılaştırmaya ve hatta böyle bir şeyden yola çıkarak bazı yargılara varmaya, bir de bu yargılarla geleceğimizi de “kaybedenlerden” yaratmaya meyilliyiz.
Bu yazımda sizlerle birlikte tekrar kendime ve hepimize sormak istiyorum; bu ne kadar doğru? Kaybetmek veya kazanmak fiillerini biz oluşturduk ve sonra onlara kendi kendimizi bir güzel hapsettik…
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız, tüm kazanımlarınızdan ve tüm kayıplarınızdan yine kendi hür iradenizle arınmanızı dilerim… Kazanmak nereye kadar, kaybetmek nereye kadar? İçinde kalp olmadıkça, içinde inanç kalmadıkça ve eğer bir diğeri üzülecekse, kazanmak nereye kadar? Ve evet bir diğerinin kazanmasında “gözümüz kalacaksa”, bununla yaşamak oldukça ağır gelecekse, kıskanacaksak ve “ne mutlu sana” diyemeyecek kadar bile alçak gönüllülük edemeyeceksek kaybetmek neye yarar!
İlginizi çekebilir: Ego ile sevdiklerimiz arasında: Kim ‘gerçekten’ ve ‘daha’ haklı?