Hayvan Dedektifi filminde Jim Carey’in sürekli söylediği bir replik vardır “loser” diye. Amerikan sinemasında sıkça gördüğümüz, hayatta hep başarısız olmuş, yeterince zeki, havalı, girişken olmayan karakterler için kullanılan bir sıfattır loser. Loser, yani kaybeden, beceriksiz ve bir türlü dikiş tutturamayan kişidir. Kazanan ise, hedeflerini gerçekleştirmiş, başarmış kişidir. Kazanan ya da kaybeden olmak da tamamen “hayat oyununu” hangi tarafta oynadığınıza bağlıdır.
İsteklerini elde edemeyen, ekonomik sıkıntıdan kurtulmayan, mutsuz ilişkilerde oyalanan, her daim başarısız olan kaybedenler, hayatlarının ve hatalarının sorumluluğunu almazlar. İşte kazananlar ile kaybedenler arasındaki fark buradadır: Kaybedenler “kurban” rolünü oynarlar. Suçlamak, mazeret bulmak ve sürekli şikayet etmek, kurban rolünün işaretleridir. Kaybedenler sürekli ekonomiyi, patronlarını, bankaları, hükümeti hatta yaratıcıyı ve en çok da anne – babalarını suçlarlar. Sorun kendileri hariç her şeyde olabilir. Kurban rolündekilerin her zaman, isteklerini neden gerçekleştiremediklerini haklı gösteren sebepleri vardır: Ya yeterince uzun/kısa değillerdir, ya paraları yoktur, ya da şansları yaver gitmemiştir. Kurbanlar devamlı şikayet halindedir. Sürekli şikayet etmek, beden ve zihin sağlığına yapılabilecek en kötü şeydir. Şikayet edildiğinde zihin neye odaklanıyor sizce? Tabii ki yanlış giden şeylere. Ve her zaman odaklanılan şey büyür.
Kurban rolünü oynamak oldukça kazançlıdır çünkü bu şekilde çok önemli bir şey elde edersiniz: İlgi! Herkes şu ya da bu şekilde ilgi çekmek ister. Ama genelde “sevgi” ile “ilgiyi” birbirine karıştırmak gibi bir tuzağa düşülür. Sürekli ilgi çekme ihtiyacındaysanız, tam anlamıyla mutlu ve başarılı olamazsınız. Çünkü istediğiniz şey ilgiyse, başkalarına bağımlı ve muhtaç hale gelirsiniz. Maalesef bağımlı ve muhtaç bir haldeyken özgür olmanız olanaksız. “İlgi” ile “sevgiyi” birbirine karıştırdığınızda ne kendinizi ne de başkasını gerçekten sevebilirsiniz. İlgi tamamen egoyla alakalıdır ve bireyseldir. Ego sadece “ben” der ve tek taraflı bir ihtiyacın giderilmesi üzerinedir, bencildir. Sevgi ise, kendinizi ve karşınızdakini olduğu gibi sevmeye izin vermektir, özgürlüktür.
Kurban rolünde diretmek hayat boyu mutsuzluğu ve başarısızlığı garantiler.
Başarılı kişiler aksiliklere ve şanssızlıklara takılıp kalmadan o anki durumun oluşmasında kendine düşen payı kabul eder ve yollarına devam ederler, asla “kurban” rolüne soyunmazlar. “Kurban” zihniyetindekiler ise hayat oyununu kazanmak için değil, savunmak için oynarlar. Sürekli savunma halindeyken kazanan tarafa geçmeniz imkansız. “Kazanan” ve “kurban” zihniyetleri arasındaki farkları görmeniz için şöyle bir tablo yaptım:
Kurban (kaybeden) zihniyeti | Kazanan zihniyeti |
Donma, sürekli savunma ve teyakkuz halinde, yokluk bilinci hakim | Hareket ve dinamizm, rahatlık, yaratım, varlık bilinci hakim |
Peki, hayatta kazanan tarafta olmanın sırrı nedir? Kazanan tarafa geçmek için öncelikle kurban zihniyetinden çıkmalı ve hayatınızın kontrolünü elinize almalısınız. Davranışlarınızın sorumluluğunu almalı, yani artık “yetişkin” olmayı seçmelisiniz. Suçlamayı, şikayet etmeyi ve mazeretleri bırakmalısınız. İkinci olarak, isteklerinizi gerçekleştirmenize engel olan, sizi “kurban rolünde” tutan inançlarınızın farkına varmalısınız. Sizi ısrarla şu anki durumunuzda tutan sınırlayıcı inançlarla yüzleşmelisiniz. Üçüncü olarak, önceliklerinizi çok net belirlemeli ve önceliklerinize ve değerlerinize göre yaşamalısınız. Dördüncü ve son olarak, kendinizi kandırmayı bırakmalısınız.
Şimdi bir karar verin: Kurban mı olmak istiyorsunuz yoksa kazanan mı? Sadece birini seçebilirsiniz zira ikisi birden olmanız mümkün değil. Kurban rolünü sürdürerek kendinize acımak mı daha kazançlı yoksa kazanan tarafa geçip özgür olmak mı? Bu soruları sorup sizi ergenliğimden bir şarkıyla baş başa bırakıyorum. Sevgiyle kalın.
Sorularınız ve destek için bana ayselkeskin2004@yahoo.com üzerinden ulaşabilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Android mi insan mı? Bilinç ve seçme gücü üzerine