“Her oyuncu hayatın ona kardığı kartları kabul etmek zorundadır. Fakat bunları bir kez eline aldığında kazanmak için nasıl oynayacağına karar vermek sadece ona kalmıştır.” –Voltaire
Oldukça zorlu bir süreçtir… Kabul ediyorum burada 1000 kelimeyi aşan bir yazı yazacağım, siz okuyacaksınız; belki de o kadar da zor değildir diye düşüneceksiniz. Ben bugün size bunu düşündürmeyi veya “zor olmadığına” inandırmayı istemiyorum. Kesinlikle tek istediğim kaybetmekle yüzleşmiyorsanız, buradan çıkışın ancak bu yüzleşme ile başlayabileceğini yürekten anlamanız…
Evet, hemen en zorlu olandan başlayalım; biz istemesek de bitmiş olan bir ilişki, örneğin sevgilimiz ayrılma kararını açıkladı veya eşimiz daha fazla bu evliliğe devam edemeyeceğini paylaştı. İşte bu durumda ne olması gerekiyor? Süreç ilerliyor evet ayrılıyoruz. Peki içimizde neler kalıyor, şu sözleri sıklıkla işitiriz “ben üzülmedim zaten, o beni istemiyorsa ben onu hiç istemiyorum, zaten ben ona muhtaç değilim, bu ilişki çoktan bitmişti”… Şimdi bir de dönelim gerçekten kalbimize yani ta “içimize” soralım istiyorum; gerçekten ne hissetmektesin, ne için saklanmaktasın, dışarıya karşı güçlü durmaya çalışırken aslında kendi kendine ne yapmaktasın, kendi duygularına kendi “acı çekmek” hakkına bu güzelim sürece neden kapılarımızı kapatırız, neden “yokmuş” gibi davranırız, neden bizler “insanüstü” bir varlıkmışız kaybedemezmişiz, depresyona giremezmişiz, acı çekemezmişiz gibi davranmak durumundayız?
Cevabımız oldukça açıktır; “kaybetmeyi kabullenmek”… Aslında bu şöyle de açıklanabilir; ortada bir acı vardır, bu acı bizim öz acımızdır, biz kabullenmedikçe sanki kapağını açıp da içine bakamadığımız bir hatıra kutusu gibi içimizi kemirir durur… Gerektiği şekilde üzülemediğimiz için belki içimizi kinle, belki intikam hırsıyla, belki hatırladıkça ağzımızdan çıkan birkaç “kötü” söz ile ve en üzücü olanı da “geçmişe dönüp dönüp” yeniden baktıran “beni mutsuz etti o daha çok mutsuz olsun” gibi “karşılaştırma” unsuru da içeren fakat bugünümüze ve hatta yarınımızı da hiçbir katkısı olmayan bir noktaya saplanıp kalırız…
İşte tam olarak bu noktada sürece dışarıdan ve tarafsızca yani “egonun” kalıplarını ezip geçerek bakabilmemiz gerekir. Eğer “üzülmek hissiyatımız var ise” gerçekten giden bir adamın, terk eden bir sevgilinin veya bir eşin arkasından “ağlamak” ihtiyacındaysak, gerekirse bir yıl iki yıl veya üç ay depresyona girecek kadar kötü hissedeceksek, bunu “kabul etmemiz” gerekir. Kötü hissetmek de aynen çok neşeli olmak, çok gülmek kadar “normal” bir histir, o da bizim içindir. Kaybetmek, yani sevdiğimiz bir şeyden mahrum kalmış olmak gerçeği evet acı verici olabilir. Bunda utanılacak veya “kabul edilmeyecek”, sırf dışarıdan güçlü gözükmek için öyle değilmiş gibi yapacağımız bir davranış gerekliliği yoktur. Asıl önemli olan bu sürece ve can-ım akışa direnmeden evet her insan gibi her yaradılan gibi “üzüleceksek” bu üzülmek halimize tam anlamıyla izin verebilmemizdir…
Biz bundan kaçtıkça, bu hislerimizi yadsıdıkça, hakkını vererek üzüntümüzü, acımızı, kayıplarımızı yaşamadıkça daha sonra bu yitirilmişler tekrar tekrar önümüze çıkacaktır. Sürekli geçmişte yaşayan çoğumuzun asıl sorunumuz zamanında veya halen gerektiği kadar içimizde bu “geçmişte olmuş bitmiş” olanları yaşatmamıza sebep işte gerektiği kadar bunu yaşayamamış ve artık bundan sonra yeni bir adıma hazır hale gelememiş olmamızdır.
İşte kaybetmek sürecimizin ertesinde “yeniden yola çıkmak” zamanımız tam olarak buradan başlar. Yeni bir yol ancak biz onu “görebildiğimizde” oluşur, fakat bunu görebilmek “geçmişe” değil bugüne bakmamızı gerektirir. Evet, kaybetmek acımızı sonuna kadar yaşamaya gönüllü olduğumuzda, yaşayıp yanıp kül olduğumuzda ve içimizde artık pişman olacak, keşke diyecek veya tekrar tekrar sorgulayacak noktalarımız kalmadığında bizler yeni bir yola çıkmaya hazır hale geliriz…
Bakın sevgili Sharon Wegscheider-Cruse “Kıymetinizi Bilin! Kendini Sevmeyi Öğrenmek” eserinde “Kayıp ve Yastan Geri Dönüş” isimli bölümünde bu süreci şöyle yorumluyor:
“…Çıktığımız bütün yolculukların en güçlerinden, fakat aynı zamanda en önemlilerinden biri de kayıp ve yastan geri dönüştür. Birçok kayıp, hayatın doğal bir parçası olarak beklenir… Sağlıklı bir özdeğer geliştirmişsek doğal ve önlenemez kayıplarla baş etmenin yollarını da öğreniriz.
…Elizabeth Kübler-Ross, ölüm ve yas konusunda klasik eseri On death and Dying (Ölüm ve Ölmek Üzerine) ile paylaştığı çığır açan bir araştırma gerçekleştirmişti. Bize yasın beş aşamasından geçmemiz gerektiğini gösterdi: İnkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul. Bu aşamaların her biriden geçip hayatta kalacağımızı bir kez öğrendiğimizde iyileşmenin başladığını görüp hissedebiliriz. Bu yas süreci modelini özümsemek bize hayat boyu birçok şekilde yardımcı olacaktır. Olabildiğince erken ve iyi öğrenmenin önemli olduğu bir süreçtir bu. En iyisi kayıp acısını hissetmek, yası yaşamak ve yola ancak bundan sonra devam etmektir.
…Birini sevdiğinizde onsuz yaşamı hayal etmek zor, kalp kırıcıdır. İşin kötüsü, belirli bir ilişkinin üstesinden hiç gelemeyebilirsiniz. Bununla birlikte hayatınızı dolu dolu yaşayabilecek, hatta yeniden sevecek kadar iyileşebilirsiniz.
…Kaybın acısını (bir süre) hissetmekte sorun yoktur. Kayıp hissi doğrudur. Size “artık aş bunu” diyenler olursa kulak ardı edin. Kendi zamanınızda iyileşeceksiniz. Yitirdiğiniz insan sizin için önem taşıyan bir ilişkinin parçasıydı; yas sürecini aceleye getirmenize gerek yok. Süreç içinde ilerlediğinizi bilin, yeterli. Önemli bir kaybı BAŞTAN SAVAMAZ, ANCAK YAŞAYARAK BİTİRİRSİNİZ.”
Bugün bu yolculuğumda bana eşlik eden sevgili sen, belki kaybettiğine ağlamaktan utandın, bir arkadaşın sordu “evet mahvoldum, çok üzüldüm, öldüm bittim” diye cevap veremedin, gurur yaptın “geçti gitti” dedin… Kimse görmeden göz yaşı dökmektesin, veya yalnız başına yürümeye bile katlanamıyorsun, sadece ağlamak geliyor içinden… İşte tüm bu durumları sevgiyle, aşkla ve samimiyetle kabullenmeni diliyorum; çünkü iyileşmek, yeniden güneşe dönmek ve yepyeni bir yol çizmek ancak ve ancak kendine kabul vermenden geçiyor. Bugün bu yazı senin için yazıldı, bu kelimeler bu anlamlar bu mesajlar senin için…
Yeni bir yol yürümeye hazırsan, eski sende ölmen lazım gelir; ölmek demek “tam anlamıyla yaşamak” demektir, o eski sende “olmak” demektir. Yeni yolunu yürümeye hazır mısın?