X

Kasınca Aşkın Bir Başka Olduğu Memleket, Edinburgh

Nasıl yaydım belli değil canım okur. Aslında gurbetçi kafasına iyiden iyiye gireyazdığım bir dönemdeydim. Lâkin bir yandan da tası tarağı toplayıp memlekete dönesim var. Kısacası, ışıklarda taksiden inercesine palas pandıras kendimi adeta kakaladığım bu memlekete alışamama sürecim bütün heyecanı ile devam ediyor.

Aslında gurbetçi kafasına iyiden iyiye gireyazdığım bir dönemdeydim. Lâkin bir yandan da tası tarağı toplayıp memlekete dönesim var

Aslında blogumda uzun süredir saçmalamaya devam ediyordum ama gelgelelim bu memleket-i şahaneden dem vurmazsam içim kaynar, Çarşamba pazarına gitmiş Hatce Teyzenin yanık naylon çorabı gibi sünüverirdim.

Ammavelakin, manik-depresif medcezirimin en kekremsi evresinin ilgi alanına girmediğini varsayarak çatadanak konuya dalmak isterim canımın içi okur: Edinburgh!

Belki de Londra denilen bu acayip memlekette, “Meh işte, kader-kısmet-mukadderat” minvalinde bir süre yaşayacak olmanın en büyük artılarından biri size bahşettikleri kapı gibi Birleşik Krallık vizesi… Zira sadece İngiltere’yi değil, aynı zamanda Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’yı da kapsamaktadır bu mukaddes kağıt parçası.

İşte bunu fırsat bilen bendeniz ve saz arkadaşım trenle depikledik Edinburgh’a. [Her ne kadar ruh hayvanı tembel hayvan olan bir kimse olsam da arada mabadımı kaldırır; yolları arşınlar, asfaltı aşındırırım! Evet, yaparım bunu…]

Şimdi – pek tarzım değildir zira beceremem ama – madde madde anlatıyorum canım okur. Dediklerime göz ver rica ederim. Pişman olursan bul beni. Fiş en çips ısmarlayan Mart ayında dişisini kaybetmiş kedi gibi olsun.

Başlıyorum:

Nasıl Gitmeli?

Valla aslında bu senin maceranın A noktasının neresi olduğuna göre değişir. “Ben direk Edinburgh’a geleceğim,” diyen ve T.C.’de ikâmet eden bir kardeşimsen şüphesiz uçacaksın. Dolayısıyla buna müteakip tavsiyem bariz şekilde uçmak zorunda olanlara değil, trenle de gidebileceklere. [Benim vaziyetime çalanlar veyahut İngiltere’ye gelmişken bir de İskoçya yapayım demiş olanlar için geçerlidir.]

Net konuşacağım: Trenle git! Bi kere:

1- Tren otantik bir şey. Bu lenduha, benim gibi 80’lerin çocuklarının çok da doyamadığı bir raylı mucize! İstifade et.

2- “Rasyonel ol kardeşim,” diye sitem eden ve hâlâ bu satırda kalan pasif-agresif okura:

a. Uçak yaklaşık 1,5 saatte gidiyor. Tren ise 4,5 saatte. Eyvallah düz adam! Saygı duyar, “Bence sen de haklısın,” der, Orhan Gencebay’a selam çakarken bir yandan da Aristo’yu rahmetle anarım.

b. Ancaaakkk tren fiyatları uçak fiyatlarına nazaran bir miktar daha uygun. Pound’un 5 TL’ye dayandığı ve alım gücünün iyice dip yaptığı güzide ülkemde cebindeki akrebe iyi bakmanı tembihler, şu zor günlerde her bir pence’in kıymeti bilmeni ayrıca ve aynı hadsizlikle öğütlerim.

c. Buna ilaveten havaalanında 2 saat önce olma zaruretin, vardığın havaalanından çıkman, şehir merkezine/kalacağın yere gitmen filan bıdı bıdı derken… O-hoo; bkz. madde 3.

d. Tren şehrin nah göbeğine – Edinburgh Waverley – bırakıyor zatınızı. Havaalanından ise şehrin merkezine otobüs ile yarım saat, ellerde bavul filan. [Kaldı ki indiğin dakika otobüs seni kapıda beklemiyor.]

3- Kısacası tren ile aynı zamanı harcayarak, daha ucuza, manzara göre göre ve sürekli hareket halinde varıyorsun Edinburgh’e. [Benim gibi beklemekten içi kıyılanlara özellikle treni tavsiye ederim!]
Sayısal çıkışlı bir kimse olarak ‘Bi kere’ diye başlayıp üç madde halinde açıklama yaptığım için nasıl huzursuzum, anlatamam. Ama dokunmayacağım çünkü kendime söz verdim, bu yazıyı redakte etmeden tek seferde yazacağım diye.

Dolayısıyla kusurlarıma takılıp tökezleme rica ederim canım okur. Akar birazdan.

Nerelere Gitmeli/Arada Neler Yemeli?

İşte heyacanla beklenen, nihayet gelinen, zurnanın zırt dediği yerdeyiz.

1. Gün:

Gündüz:

Tabi ki güne Edinburgh kalesi ile başlamak gerekiyor. Kalenin girişinde bir kuyruk göreceksiniz ve gözünüz kesecek. Zira kuyruk o kadar da uzun değil.

ABORT THE MISSION [AMAN DEYİM]!! Bu bir tuzak! İçeri girdiğiniz an göreceksiniz onun aslında ne yılankavi bir kuyruk olduğunu. Abartmıyorum; en az 1 saat bekleyeceğiniz bir kuyruktan bahsediyorum. Nokia 3310 yılanı gibi dön dön bitmiyor. İnsanın – afedersiniz – ardını ısırıp ölesi geliyor sıkıntıdan ama o kadar bekledikten sonra geri çıkmayı da yediremiyorsunuz kendinize.

Bu sebepten mütevellit bilet kesinlikle internet üzerinden alınmalı! Bak, kalın yazıyorum canım okur!

Kalenin sıradışı tarihçesini ise kiltli tur rehberi abilerden birine takılarak dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Kalenin sıradışı tarihçesini ise kiltli tur rehberi abilerden birine takılarak dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Ayrıca seviyorsanız, kalenin içerisindeki viski tadım alanından mutlaka bir fondip çakın derim. Yahu, sevmiyorsanız da çakın; İskoçya’dasınız sonuçta, viskinin su niyetine tüketildiği yegane topraklarda. Ortamlarda da, “İskoçya’da bir ballı viski likörü şatladım azizim; şahane!” filan dersiniz, havanız olur.

Ennihayetinde kale gününüzün en az 3-4 saatini alacaktır.

Kale bittiğinde pek tabi acıkacaksınız. Dolayısıyla kaleye çıkarken zati rampaladığınız yokuşu – Royal Mile olur kendisi – gerisin geri iniyorsunuz.

Eğer domuz yemem/yiyemem diyorsanız; yol üzerindeki ‘Burgers & Beers’ a girebilir, oldukça lezzetli ve nereden baksanız bir hobbit boyundaki hamburgerleri afiyetle mideye indirebilirsiniz.

Yol üzerindeki ‘Burgers & Beers’ a girebilir, oldukça lezzetli ve nereden baksanız bir hobbit boyundaki hamburgerleri afiyetle mideye indirebilirsiniz.

Eğer domuz yiyebiliyorsanız ve bilmediğiniz tatları da denemeye açık bir zat-ı şahane iseniz; İskoçya’nın viski kadar nam salmış başka bir lezzetini, Haggis’i mutlaka dişlemelisiniz. Özgürlük naraları ile harlanmış bu halkın milli yiyeceği bu Haggis!

Afiyetler olduktan sonra Royal Mile’dan aşağı inebilir ve Princes Street’e bağlanabilirsiniz. Princes Street, alış-veriş yapabileceğiniz Edinburgh’nun en meşhur sokaklarından. Turist olduğunuz için ilk gün ilginizi çekecek ama ikinci günden itibaren cinnet geçirtecek bir sürü gaydacıyı da yine burada görmek/izlemek ve beraber resim çektirip feysbuk’unuza/instagram’ınıza ‘like’ akıtmak da pek tabi mümkün. Lakin empatinin gücü adına aklınızda bulunsun; onlar da aslında bu durumdan çok hoşnut değiller…

Lakin empatinin gücü adına aklınızda bulunsun; onlar da aslında bu durumdan çok hoşnut değiller.

Evet, artık geceye hazırlanmak üzere biraz dinlenmenizi tavsiye ederim. Zira akşam saat 8 civarı, “Ben bi küçükle ağzımı çalkalıyorum,” diyen en bıçkın adem oğlunu/havva kızını elekte suyu süzülen fiyonk makarna gibi sallayacak bir maratona girmek üzeresiniz.

Gece:

Biz kalacağımız yeri airbnb vasıtasıyla bulduk. Ev sahibemiz hanım dört defa, “İskoçya’da ne yapacaksınız?” diye sordu ve ben bilinçsizce dört seferinde de, “Pub crawl!” diye cevap verdim. Bir bana bir de yanımdaki ‘delightful girl’ e baktı ve “Sadece bunun için taa buraya gelmenize gerek yoktu gerçi ama…” dedi. Abla biraz şaşkındı ve şüphesiz bu alık ifadesinde de haklıydı. Ama ben bu konuda çok motiveydim ve sonuç olarak hayal kırıklığına da uğramadım.

Yani evet; Pub Crawl yapıyoruz!

Anlatayım. Öncelikle; nedir bu ‘pub crawl’? 7 değişik pub’ı her birinde 45 dakika kalmak suretiyle gezdiğiniz içmeli aktivite… Royal Mile’da anıtın önünde buluşuyoruz. [Hafızam beni yanıltmıyorsa St. Giles Katedralinin orası olması lâzım.] Zaten orada ‘Akşam saat 8’de pub crawl’ yazan kara tahtayı göreceksiniz.

8’e 5 kala oradayız. Burada tur rehberi ile hızlıca kaynaşıyoruz. Zaten kalabalık bir grubuz. £10 civarı bir ücret alıyor, bilekliği takıveriyorlar ve macera başlıyor!
Anlaşmalı oldukları pub’lara gidiyoruz tek tek. Bu elemanlarla takılmanın avantajı hem ‘Hangi pub’a gitsem acaba?!’ sorunsalından sıyrılmamız hem de içkileri indirimli almakla beraber jelly shot gibi ikramlardan da ayrıca nemalanmamız… Bir de sosyalleşirsiniz tabi gruptaki diğer turistlerle.

Sonrası ise tamamen modumuza, maharetimize ve motivasyonumuza kalıyor. Aman sabahlar olmasın!

2. gün

Gündüz:

İskoçya’nın tarihçesini öğrenme zamanı!

Eğer tarla kuşuysanız ve ne kadar içerseniz için sabah 9’da zıpkın gibi uyanabiliyorsanız, sabah körü pub crawl ile buluşma noktasında şehir turu başlıyor.

Yok, ben öğlene ancak toparlarım diyen yarasalardansanız, bu sefer de öğleden sonra saat 2-3 civarı aynı tur tekrarlanıyor.

Bu turların detayları yine az önce değindiğim kara tahtada. Pub crawl buluşması misali yine koyun sürüsü gibi aynı noktada toplaşıyor, omuz omuza tur rehberimizi takip ediyoruz. Bu turu mutlaka ama mutlaka yapmalısınız çünkü:

1- Tur rehberleri yaklaşık 500. kere bu turu yaptıkları için konularına çok hakimler. Üstelik sürekli bir komiklikler, şakalar…

2- Ödeme sistemleri turun sonunda ‘Gönlünden ne koparsa’ şeklinde…

3- İskoçya’da görüp ehemmiyet göstermeksizin pas geçeceğiniz pek çok yerin acayip ve biraz da absürt hikayelerini öğrenmenin dayanılmaz hazzı… Eğer sen de benim gibi sadece kara mizah ile tebessüm edebiliyorsan İskoçya’nın tarihi tam bunun yeri. [bkz. Bir insanın nasıl ‘yarım’ asılabileceğine dair ilginç(!) bir hikâye olan ‘Half-Hangit’ Maggie Dickson’ın veya Stone of Destiny’nin çalınmasının evveliyatı bunlara sadece iki örnek… Bir de içindeki kötülükleri atmak için Heart of Midlotian’a tükürdün mü ritüel tamamdır. Yalnız rüzgarlı havalarda dikkat! Bisikletle aynı hanzoluğu yaparken doğa ana nasıl elinin tersiyle o leşliği alnının çatına geri aşk ediyorsa, aynı iğrenç olasılık burada da mevcut.]

Zira başlıkta da değindiğim üzere İskoçya’da aşk başkadır.

Gece:

Serbestsin canım okur. Sokaklarda sevdiğin kadını/adamı yanına al. Adam gibi elini tut ve Royal Mile’dan sal aşağı… Hava muhalefetine mukabil istersen sahile vur kendini. Bırak dursun zaman.
Kutuplardan basık-ekvatordan yayık, kenar mahalle pavyonundaki meyve tabağından daha yanar-döner, armuttan daha eksensiz, koaladan daha libidosuz fakat sapıtık yörüngesiyle akla deh diyen bu riyakar dünyadaki bütün günlük endişelerini ardına sallayabileceğin şu birkaç saatin tadını çıkar.
Zira başlıkta da değindiğim üzere İskoçya’da aşk başkadır…

BONUS:

• Eğer ki bir Harry Potter hayranıysan ve J.K. Rowling’in mübarek eliyle kaleme aldığı bu eserin doğum yerini merak ediyorsan Elephant House Cafe’yi görmeni tavsiye ederim.

• Harry Potter ve yoldaşlık/kankadaşlık/dadaşlık/hasımlık ettiği bazı karakterlerin isimlerinin esinlenildiği mezarlık da yine burada.

• Grassmarket mutlaka gezilmeli! Burada bulunan Mary’s Milk Bar’dan dondurma yemek ise adeta görev addedilmeli! Pişman olursan yine gel beni bul canım okur. Fiş en çips’in üstüne bir de Jamie’s Italian’dan tiramisu patlatırık!

Öperim!

Berk Sergün: Berk Sergun // Akademik kariyerindeki birincilikleri taçlandıran plaketlerini paraflayıp geçmiş, sergüzeştler geçirmeye karar verip seyyah olmuş bir kimseyim. Kariyer basamaklarını hızla tırmanırken ¨Bir dakika! Yazacağım ben arkadaş!¨ diyerek seyahatine baharat işine de tat katan bir hayat gezginiyim. İsterim ki ben gezeyim sen gör, ben karalayayım sen boya. Ayak bastığım topraklara yolun düşerse hayatta kal, en kötü ihtimalle fiyakalı tökezle. Çok yer gezdim, ziyadesiyle insan tanıdım. Bu oraların değil, onların hikâyesi… www.herseyiyanlisanlamisim.com

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.





21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?





İlgili Makale