Evet, hepimizin ilişkilere dair buluştuğu ortak bir görüş var: İlişkiler karmaşıktır ve her ilişkinin kendine özgü farklı dinamikleri vardır. Fakat farklılıklar ne olursa olsun tüm ilişkilerde temel birleştirici noktalar karşılıklı anlayış, uyum ve güvendir. Bunları sağlamak için de iletişim elzemdir çünkü şeffaf ve nazik bir iletişim içinde olmak, gerçekten karşımızdaki insanı dinlemek ve saygı duymak anlayış, uyum ve güvenin sağlıklı bir şekilde gelişebileceği zemini sağlar.
Her şeyin giderek daha da karmaşık bir hal aldığı günümüzde ise bir ilişkideki en önemli güç olan iletişimi ne yazık ki sıklıkla görmezden geliyoruz. Genellikle o an hissettiğimiz duyguyu açıkça tüm şeffaflığıyla paylaşmak yerine kalıplarımızdan, inançlarımızdan ve yargılarımızdan doğan eleştiri oklarını ve tepkileri karşımızdakine yönlendirerek sağlıklı iletişim yolundan uzaklaşıyoruz. Karşımızdaki kişi ve olaylar hakkında durmaksızın tahminler yürütüyor ve kafamızda durmaksızın kurduğumuz denklemler bazında sonuçlara varıyoruz çünkü kusur bulmak ya da suçlamak istedikten sonra gerçekten çok kolay.
Peki, neden duygular yerine bu eleştiri okları ve tepkilerimiz iletişimimizi yönetiyor? Bunun en önemli sebeplerinden biri çoğunlukla tepkilerimizin altında yatan travmalardan, kalıplardan, inançlardan doğan duygularımızın farkında olmamamızdır. Yani biz bile neye kızdığımızın, neyi eleştirdiğimizin, hangi duygumuzun tetiklendiğinin tam olarak farkında değiliz. Halbuki kişisel bir zorlukla karşılaştığımızda sevdiğimiz insana kendimizi açabilmemiz ve sürecin bir parçası olmasını da sağlamamız gerekir. Kimse hissettiğimizi veya duyduğumuz ihtiyacı bizden daha iyi bilemez.
Partnerlerimize gerçek hislerimizi açamamamızın bir diğer önemli sebebi ise genellikle anlaşılmayacağımız, desteklenmeyeceğimiz, kabul görmeyeceğimiz ve dolayısıyla savunmasız kalacağımız yanılgısıdır. Bu yanılgıyla gerçek hislerimizi paylaşamazken, söylenmeyen düşünceler ve duygular –ister olumlu olsun, ister olumsuz– bizi cendereye sokarak öfke, sinir gibi istenmeyen yollarla kendilerine yol bulmaya başlarlar.
İşte mindfulness’ın ilişkilere sağlayacağı katkı tam da burada devreye giriyor. Çünkü karşımızdaki insanların, sevgilimizin, eşimizin, iş arkadaşımızın bizi anlamasını beklerken, aslında öncelikli olarak kendimiz yaşadığımız olay ve duyguların bilincinde olmalıyız. Farkındalık; duygularımızı, düşüncelerimizi, vücudumuzun bunlara verdiği duyumları dinlemeye, anlamaya, onlara alan açmaya izin verirken, kendimizi sürekli suçlamaya, kendimize kızmaya ve yargılamaya da şefkatle son vermeyi sağlıyor. Ve sonrasında bilinçli bir şekilde olanı olduğu gibi ifade etmemizi sağlıyor. Sinirle bir tepki vermek yerine, “Üzgünüm çünkü aslında yaşadığım şey beni korkutuyor” diyebilmek içten ve şeffaf bir iletişimde çok önemli. Düşüncelerimizi, duygularımızı ve bedenimizi dinlemeyi mindfulness ile keşfetmek, ne hissettiğimizi, neye ihtiyacımız olduğunu ve ihtiyacımız için ne yapmamız gerektiğini görmemizi sağlıyor.
Bu nedenle, partnerimizle duygularımızı paylaşmak ilişkinin önemli bir unsurudur. Duygularımızı ve düşüncelerimizi ifade etmek, bunun için zaman ayırmak, aradaki bağı anlayış ve güven ile daha güçlü kılar. Duygularımızı açmak ve paylaşmak ne kadar önemli ise, partnerimizin duygularına da aynı şekilde alan açmak, dinlemek ve ona saygı duymak da bir o kadar önemlidir.
Kendinizi daha iyi dinleyip karşınızdaki insana da anlatmaktan çekinmeyin. Belki de karmaşık olan ilişkiler değil, kendinizle olan ilişkinizdir!