Karar vermek bizi neden zorlar: Karar verme sorumluluğuna yakın bir bakış
Neden bazı kişiler için karar vermek oldukça zordur?
“Bir türlü karar veremiyorum.”
“Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.”
“İstediğim ne? Onu ben de bilmiyorum ki!”
“Bir seçeneği seçtiğimde, öbüründe aklım kalıyor, öbürünü seçtiğimde bu sefer yanlış mı yaptım diye düşünüp duruyorum.”
Bu cümleleri karar verme aşamasında kendi iç sesiniz olarak duyuyor olabilirsiniz. Peki ne oluyor da karar verirken, -kendimizi- ne istediğimizi bilemeyecek bir hale dönüştürüyoruz.
İlk önce her verdiğimiz kararda, bir diğer seçenekten vazgeçiyor olmanın dayanması zor acısı biniyor üzerimize. Ne de olsa her “evet” dediğimiz şey için madalyonun öbür yüzünde başka bir şeye “hayır” demiş oluyoruz. Başlı başına sadece bu bile anksiyete ve suçluluk yaratmaya yetiyor kişide. Vazgeçebilmek öyle kolay olmuyor, getireceği zorluklara, acıya ve belki de yasa alan açmak gerekiyor bundan sonra hayatında. Aynı zamanda tüm bu duyguları göğüslemeye hazır olmayı seçmeyi de taşıyor yanında.
“Tamam, ben kararımı verdim” deyip bir kenara çekilmekle olmuyor çoğu zaman karar süreci. Gece gözlerini kapattığında beyninde “Acaba?” diyen bir ses eşlik ediyor uykularına. Özellikle birbiriyle çatışan istekler aynı anda hissedildiğinde baskın bir hal alıyor bu karasızlık süreci. Ancak kişi birbiriyle ilişkili bütün istekleriyle yüzleşebilirse, kendisine temas edip arzularını hissedebilirse yaratıcı bir çözüm bulabilmekte. Sadece kendisinin bilebildiği bir çözüm…
İkinci olarak ise karar verirken özgür irademizle bir seçim yapıyoruz. Kimse bizim yerimize hayatımızla ilgili karar veremediğine göre yaptığımız seçimin tüm olumlu ve olumsuz tüm sonuçlarının sorumluluğunu sırtlanıyoruz. İşte bu sahip çıkış biraz ağır gelip korkutabiliyor. Bir türlü karar verememe halleri ya da kararlarını erteleme durumları sık yaşanıyor. Çünkü kişi istediği yönde değişebiliyorsa ya da verdiği karar sonucunda hayatını istediği yöne çevirebiliyorsa geçmiş yaşamının enkazından da sorumlu olduğu ve hayatını çok uzun zaman önce de değiştirebileceği gerçeğiyle yüz yüze geliyor ki varoluşsal suçluluğun sesi duyulmaya başlıyor: “Ben neden bu kadar geç kaldım?” Bundan da en kolay kaçış şekli birinin bizim yerimize karar vermesini beklemek oluyor. Annemiz, babamız, partnerimiz ve terapiye gidiyorsak belki de terapistimizden bekliyoruz doğru yol hangisi söyleyiversin bize diye.
Bazen de örneğin, bir ilişkiyi bitirmeye karar veremeyen taraf, soğuk, kayıtsız ve mesafeli davranarak karşı tarafı karar vermeye zorluyor. İşini düzgün yapmayan çalışan işverenin onu işten çıkarmasını beklerken aslında üstü kapalı bir şekilde işten ayrılma kararını çoktan vermiş oluyor. Böylelikle bilinçdışı süreçlerin etkisiyle öyle bir şey yapıyoruz ki karar vermenin sorumluluğundan kurtulmuş oluyoruz.
Bir de mantığıyla duyguları arasında sıkışanlar var: Duygularımızla hareket ettiğimizde güçsüzmüşüz gibi ya da mantığın baskın olduğu bir karar verdiğimizde hiç pişman olmazmışız gibi toplum tarafından yaratılan bir yargının içine çekiliyoruz bazen. Bunun üzerinde çok konuşulması gerek diye düşünüyorum. Elbette sadece dürtüsel, akla aykırı kararlar vermemiz gerektiğini savunmuyorum. İkisi arasındaki ince dengeyi kurmalı, ancak duygularımızın bize anlatmaya çalıştıklarını ve bizi götürdüğü yeri de gözden kaçırmamalıyız diyorum.
İlginizi çekebilir: Şimdiki anı yaşamanızın önündeki en büyük engel: Ego