Karanlıktan öğrenecekleriniz var: Aydınlığa giden yol içinizdeki karanlıktan geçiyor
Karanlık tarafın, gölge tarafın; şimdiye kadar bakmadıkların…
Öyle temizlik yaparken, koltuğun altında kalmış viledayı uzatmaktan imtina ettiğin yerler.
İdeal insan, olman gereken diye öğrendiğinin dışında kalanlar hani, gülün güzel rengi ve taç yapraklarından bahsedip kokusundan büyülenirken, dikeninden hiç söz etmediğin, görmezden geldiğin yerler.
O kadar doğalın, o kadar sana ait ki!
Ama karanlık tarafın deyince, o bilinmezi korkuyla harmanlayıp çağrıştıran kelimeleri kullanınca, doğal bir direnç gelişiyor içinden.
Oysa yok bir şey, gül dikeninden utanır mı?
Yılan zehrinden korkar mı?
Ama bizler, o insan dediğimiz ırk yani; ayrıştırıp ayıklayan aklımızla görmezden gelerek yok sayıyoruz dikenlerimizi. Bakmıyoruz o dikenler bizde neden var ve ne işe yarıyor.
Karanlıkta kalmış hallerimizin bize ne gibi faydaları, kazançları olmuş ve oluyor hala belki de…
Hiçbir şey boşuna değil ya, o gölgedeki gulyabaniler de boşuna değil!
Ama ders gibi, cezalandırılmaya gelmişiz, hatalarımızı düzeltmeye gelmişiz dünyaya diye kaydedip algılayınca yaşamı, onların da yararımıza olduğu gerçeğini kaçırıveriyoruz. Kabul etmiyor, kabulsüzlüğümüzü kanıtlamak için de görmezden geliyor, hatta göz göze gelmekten korkuyoruz.
Kendi gölgemize bakmak istemediğimizden, başkalarınınkini görüp “öyle olmamak” adına da, doğal “negatif” diye adlandırılan davranışlarımızı gizliyor, onları da gölgelerin arasına sığıştırıyoruz.
Ve doğallık, insanlık bizden uzak bir kavram olup çıkıyor.
Oysa karanlıktadır insanın bilgisi, hazinesi. O girmek istemediğin korkular şatosunun dibindedir ödülü.
Yaşam bize sınav değildir. Yaşam bize öğretidir, hele ki yaşam; şu anda varolan herkes ve her şey için bir elçiliktir.
Elçi, karanlıkta ve aydınlıkta kendi gücünü tanımaz ise, sözü gerçekliğe erişmez!
Kendini okumalı insan, sayfa sayfa, kelime kelime…
Her hücresinin anlatacağı bir destan var! O karanlık mağaralardan çıkacak hazinelerin sihirli hikayeleri, kendi kulağımıza ve yeryüzündekilerinin kulaklarına fısıldayacağı sırlar var. Dinle!
Tin var!
Her şeye rağmen, kıskançlığına, kendine acımana, isyankarlığına, öldürme isteğine, saldırganlığına, intikamcılığına, hırsızlığına rağmen bu dünyada, bu yaşam masalında yerini almış olansın. Elindeki her şey senin kendin ve diğerleri için bir araç. Bunları kullanmayı öğren, bunları “hayra” döndürmeyi, hizmet etmeyi öğren.
Öğrenmez, yok sayar isen, o araçlar kendi varlıklarını sana göstermek için kontrolsüz çıkacaklardır ortaya, hem de hiç beklemediğin anlarda. Bastıramazsın, yok edemezsin. Ama görüp ehlileştirebilir, tasmalayabilirsin.
Ve bunu ancak görerek yapabilirsin, kaçarak değil!
Yaşam korkaklar için değil, cesareti yüreklerinde alev alev taşıyanlara cennet olur.
“Rağmen” yaşayanlara destan olur.
Karanlığın kaçacağın yer değil, kucağına koşacağın yerdir.
Kabul orada lazım…
Teslimiyet, karanlığının da varlığını kabul ederken lazım.
Kendini salmak, bırakıp beklemek, kör kadercilik değildir teslimiyet. Gördüğüne açık yüreklilikle kabul vermektir.
Teslim ol karanlığına.
Onun sana öğretecekleri, fısıldayacakları var.
Hani korkuyorsun ya, sandığından başka biri çıkmaktan, o kimsenin beğenmeyeceği olmaktan… Zaten öyle. Sen görmek istemediğinde sadece kendini kandırırsın, ama kral hep çıplak!
Ayrıştırma; bütünün aydınlık olmadığı gibi, bütünün karanlık da değil.
Yaşam ikisinin arasında hepsini kapsayandır.
Bir ol!
Önce karanlığın ve aydınlığınla.
Karanlığını bilmeden, ışığa gidemezsin!
Kendininkini bilmeden başkasınınkini göremezsin.
“Kendini bil, Rabbini bilirsin.”
İlginizi çekebilir: İşimiz gücümüz aydınlanmak: Peki ışığı nasıl buluruz?