Gittikçe daha da zorlaşan şehir hayatının içinde yolumuzu bulmaya çalışıyoruz ve kendi hayatımda da, etrafımda da gördüğüm son dönemde ciddi öğretmenlerle sınandığımız oluyor. Tüm bu sıkışmaların içinde sertleşip kabuk bağlamadan insanlığımızı korumak daha da değer kazanıyor. Konu günlük küçük sıkışmalarımız, ister sağlık, sevgili, aile, iş, para konularımız olabilir. Elbette ki su akar yolunu bulur, ama nasıl?
Dürüst olmak gerekirse insan karanlık bir girdabın içine girdiğinde her şeyi çözebileceğini, değiştirebileceğini düşünüyor ve savaşmaya ya da yok saymaya başlayarak buradan kurtulabileceğini düşüyor. Oysa tek yaptığı kendi karanlığını büyütmek oluyor.
Yağmur damlaları kendine bulduğu delikten bir akışta akar. Onun dışında akıtmaya çalışmak sadece deliliktir.
İnsan, küçük resme bakarak, dünyanın kendisine karşı olduğu yanılsamasına kapılıp karanlığa savaş açmaya başlayabiliyor. Oysa büyük resimde tek yapılması gereken olanı kabul edip karanlığı ışığa dâhil etmeye çalışmasıdır ama evet, bu bölüm sert olduğu için kabul haline yaklaşmak kolay olmaz.
Kabul, pasif bir yer değildir. Yaşamım en sert dalgalarının okyanus ile birleştiği yerdir. Geçmişin karanlık deneyimleri kabule gelmeden yüzünü ışığa çeviremez. Ve bugünün zor deneyiminin seneler boyunca farklı tetiklenmelerle peşimizden kovalaması yerine, yan yana oturma haline istekli kalabiliriz. Çünkü bu yaşamda nefes aldığımız sürece bir şeyler bizi tetikleyip duracak, bu yüzdendir ki hissettiğimiz her şeyin sorumluluğunu almak, ışığa giden şifalı yolun yeniden ve yeniden oluştuğu yerdir. En derin karanlığımıza adım adım yaklaştıkça parçalanıyormuş, yok oluyormuş gibi hissetsek de vakti gelince yaşamın başka bir şey doğurmasının nedeni tam budur!
Karanlık, kapsadıkça ışığı doğurur!
Büyük Zeka’nın emanet ettiği yaşama anbean güvenmeye istekli olmak… Bazen ise güvenmemeye güvenmek… İşte sır tam bu dilemmada yatıyor.
Bitti dediğimiz yol, başka bir yeni yol gösterdi, hiç adımlanmamış. Yürüdük, nazikçe yürüdük. Bazen nazik olmamıza kızdık, en çok kendimize kızdık.
Durduk, dinlendik.
“Olamıyor, bitti” diye ağladık.
Yeniden yürüdük, hissettiklerimizle ne yapacağımızı bilemedik. Kaçmak istedik, kaçacak yer aradık sabahsız gecelerde.
İşte o zaman en zor, en basit şeyi deneyimledik: Aldığımız her nefese teslim olmak. Burayı / bu anı kapsamak, bu hissi olabildiğince tüm hücrelerimizle kapsamak…
Bazen tökezleyerek, bazen koşarak, bazen ağlayarak, bazen kaybolarak ama her nefese teslim olma haline istekli kalarak, buraya kadar geldin sevgili!
Bugünün nazik hatırlatması olsun: Buraya kadar geldin!
Ne olursa olsun,
Ne kadar sert dalgalar olursa olsun,
Buraya kadar geldin,
Burası, bu an,
Evin.
Her kaybolduğunda buraya gelebilir ve istediğin kadar dinlenebilirsin.
İlginizi çekebilir: Mutluluğu, nefesimize ve ana teslim olarak bulabilir miyiz?