Kara bulutları dağıtmanın tam zamanı: Endişenin de frekansı var

Yarın ne olacak? Büyüdüğü zaman kızım bana bakar mı? Yarın eşim beni sever mi? Bugün erkek arkadaşımla geçireceğimiz daha yirmi yılımız var mı? Daha fazla kazandığım bir iş bulmam mümkün olacak mı? Bu kadar borcun altına girebilir miyim? Yeni bir araba sahibi olmam mümkün mü? Bu projeyi bitirebilecek miyim? Başarılı olabilecek miyim? Sevilebilecek miyim? Zengin olabilecek miyim? Anne olabilecek miyim? Yaşlanıyor muyum? Yalnız mı kalacağım?

Evet, bir paragrafı sadece soru cümleleriyle oluşturduk değil mi? Ve burada yazdıklarım sadece birkaç örnekten ibaret, eminim hepimizin ben bu yazımı oluştururken ve yarınlarda siz bu kelimeleri okuyorken aklınızda çok ama çok daha fazlası var… Ve evet olmaya da devan edecek. Peki tüm bu soruların ortak noktası nedir diye biraz sizlerle detaylıca düşünelim istiyorum…

Cevabınızı duyabiliyorum çünkü başlıktaki anlam da kendi içinde gizli evet “endişe”… Hayatımızın olmazsa olmazları arasındadır. Ekmek ve su gibi ve hatta içimizde halen akmakta olan kanımız gibi… Sadece yakından bakalım istiyorum bu endişeyi kalbimize mi yakın tutmaktayız beynimize mi? Bu endişe hangi adımları atabilmemize engel hangi adımları atarken bize hatalar yaptırıyor?

Endişeyi biraz tanımlamak gerekli belki, çünkü genel olarak “endişelisin” dendiğinde, karşılığımız “savunmak” oluyor. Yani aklımızdan “başarısız olursam, ya yapamazsam, ya bitiremezsem, ya gerçekleştiremezsem” gibi düşünceler geçerken, gerçekten endişelenmemekte miyiz?

Endişe yarına ait bir kavramdır, öncelikle bunu bilmemiz gerekir. Yani bir bilinmezliğe endişe duyarız eğer bileceğimiz açıkça emin olduğumuz bir durum olsa endişe ortadan kalkar. Endişede yarına air varsayımlar yaparız örneğin “ya başarısız olursam” veya “ya insanlar beğenmeyecek olursa” gibi… Bu iki cümlede de ortaya sunulan bir iş vardır, örneğin benim şu anda yazmakta olduğum yazı. “Ya okuyanlar beğenmezse” diye düşünerek sizlerle paylaşmamayı tercih etseydim, endişeme yenilmiş olurdum değil mi? Çünkü şu anda yazmaktayım ve gelecekte diğer bir kişi okuyacak ve bir olasılıkta “beğenebilecek” ve diğer bir olasılık ise gerçekten “beğenmeyecek” olması olacak…

İşte endişenin boyutları risk arttıkça ya da bizim yüklediğimiz anlamlar arttıkça daha da büyür. “Ya beni sevmezse” düşüncesi vardır örneğin… “Ya onu severken kaybedersem”?  Bu, daha da büyük bir endişe kaynağıdır. Bizler tüm bu sorularımız ile evrende bir “dokunuş” yaratırız, nasıl ki bir taşı suya atarsak dalgalar halinde suyun titreşerek uzaklaştığını ve hareket ettiğini görürüz, işte endişelerimiz de böylesi taşlar gibidir…

Aslında henüz olmayan bir zamanda yaşamaktayızdır, daha henüz olmayan o gelecek anını düşünerek ve o gelecek anda olmamış bir durumu da kendimizce varsayarak yaşarız… Sonuçlarını da kendimize yaşatırız. Bu yüzden bugünü unuturuz, yarın yapabileceklerimizi de azımsarız, onlardan korkar hale geliriz, yaşamak ve görmek akışını “endişe” taşlarımız ile bozarız…

Sevgili Penney Peirce, “Frekans- İnsan Titreşimlerinin Etkisi ve Anlamı” isimli eseri ile bize yol gösterir;

“…Sadece olun; burada ve şu anda. Sessizliği dinleyin. İçinizin rahatladığını ve sakinleştiğinizi hissedin. Başka bir yer yok, gidecek bir yer de yok. Sizi açık bir alan çevreliyor ve bu alanda şu var: Farkındalık… İçinize işliyor – bu sizin rafine varlığınız, bir sonra varacağınız benliğiniz, Kutsal’ın mevcudiyeti. Farkındalık, hep bildiğiniz, olduğunuz ve olacağınız her şeyi, başkalarının hep olduğu, şu anda oldukları ve olacakları her şeyi kapsar.

…Bu deneyimi ve içinde bulunduğunuz anı terk ettiğinizde, kendinizi hayatın geri kalanından ayrılmış hissedersiniz. Ve üzülürsünüz çünkü kendinizi özlersiniz. Ruhunuzun kendisini bedeninizden ifade etmesini, bedeninizi aydınlatıp hafifletmesini, sizi canlandırmasını ve mutlu etmesini, sadece var olduğunuz için mutlu hissetmeyi özlersiniz. Başkalarında sevdiğiniz benliği de görmez ve bu yüzden acı çekersiniz. Bu arada da her şeyin merkezinde, dünyada akan farkındalığın ortasında her zaman bulunan birşey vardır: Aradığınız şey. İşte cevabınız: Her şeye, özgürce verilen, tekrar ona sırtınızı dayamanız için sizi bekleyen. Şu anda: tam size göre olan doğru cevap: şimdi.”

Bugünü yarının endişeleri ile yaşadığımızda, geleceği sadece endişe bulutları kaplar ve biz gerçek kapasitemizi, gerçekten olabilecekleri bekleyip görebilme şansını ve endişelere boğuldukça da elimizden gelenin en iyisini yapma yeteneğini kaybederiz, azımsarız ve hatta unuturuz… Bu şimdiye olan inancımızı da etkilerken bu evrende kocaman “endişe frekansları” ile titreşmemiz anlamına gelir…

Hepimiz için elimizde olan tek gerçek şimdidir, şimdinin frekansı aslında yarını da etkileyecektir. Bunu endişe taşları ile bulandırmak yerine sadece elimizden gelenin en iyisini yaparak ve akışın “olmasına” izin vererek en güzel olanın daima olacak olan olduğunu bilerek ve bununla titreşerek nefes alabiliriz. Geçtiğimiz yıl çok uzun süre Sidney seyahati planlarken akışın beni Bali’ye götürmesi açıkçası beni endişelendirmişti. İstediğim kadar eğlenebilecek miydim, gerçekten aradığım şey bir Asya adası mıydı, neden Sidney’e gidemiyordum, bunu yaparsam umduğum kadar farklı bir seyahat yapmış olabilecek miydim? Ve buna benzer binlerce endişe… Ve oraya ayak bastığım andan itibaren benim neye ihtiyacım olduğunu adeta benden daha iyi bilen bir gücün, beni bu Endonezya adasına sürüklemiş olduğunu anladım… Ve kendimi akışa bıraktım…

Endişe sadece biz var edersek ortaya çıkabilecek bir frekanstır… Bugün endişe bulutlarınıza dur demeye var mısınız? Yarın sadece sizin o güzel nefesinize gelmeyi bekler… Siz görmeyi bilin yeter…

 

Yazarın diğer yazıları için tıklayın.

Pınar Özeken (Ulus)
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü ile Kimya bölümlerini bitirdi. Aynı üniversitede Biyomedikal Mühendisliği ve İspanya Pompeu Fabra üniversitesinde master derecelerini ... Devam