Arkadaşımla sohbetteydim.. Biraz hüzün, biraz çaresizlik, biraz hayal kırıklıklarında dolanıyorduk. İçimiz, dışımız bu ara böyle… Çok yorulduğumu, gücümün tükenmeye başladığını söyledim. İşte o an bana harika ışıltılı bir cevap verdi: “Kaptanın marifeti deniz durgunken anlaşılmazmış!”
Şöyle bir durup cümleye bir daha baktım.. Kaptanın marifeti deniz durgunken anlaşılmazmış… Eğitimler, çalışmalar, meditasyonlar, inzivalar, seanslar, yogalar.. Hepsi çok güzel, hepsinden her defasında öğrendiğim ayrı ayrı şey var. Hayat sakinken, coşku yerindeyken tüm o öğrendiğim bilgileri hayatıma yaymanın keyfi başka tabii ama kolay da bir yandan. Beni dürten, tahrik eden, üstüme gelen hiçbir şey yokken daha rahat yol alabiliyorum herkes gibi. Durgun denizler enfes anlayacağınız… Ama gelin görün ki o deniz hep durgun, sakin kalmıyor. Bazen hafif dalgalı, bazen git-gelli, bazen ise fırtınadan ve yükselmiş dalgalardan göz gözü görmüyor. Merkezimde kalıp o edindiğim harika bilgileri, o delirmiş fırtınada da uygulamaya devam edebilirsem, benden iyisi yok! Asıl marifet o zaman çıkıyor işte ortaya. Asıl marifet o karanlıklarda ışığını yakalamak ve ona tutunarak onu daha da genişletmek oluyor. Fakat eklenen şeyler oluyor tabii o yoğun dalgalar geldiği esnada hayatımıza; korku gibi, yetersizlik hissi gibi.. Hele o korku, biri beş gösteriyor gözümüze muhtemelen. İşi bu. Uf şu an korkuya sinirlendim yazarken! Başka işi gücü yok! Allah allah! Uğraşıp duruyor! Ya da o şansını deniyor da biz de ona alan açtığımız an asıl sıkıntı aslında.. Uff! Gene mi biz yapıyoruz yani?
Bazen seanslarımda konuşup konuşup sonunda bu cümleyi kurduğum çok olmuştur. Her defasında uzayı keşfedercesine biraz şaşkınlık, biraz gülümsemeyle: “Uff! Bunu da ben yaptım yani? Ben seçtim, ben yarattım! Bu da benim sorumluluğum yani? E dönüp dolaşıp iş bana geliyor gene! Bana patlıyor! Amaaan!” Hatta Ezgi de her defasında kahkahalarla karşılık verir bu tepkilerime. Neyse bu sorumluluk kısmını atlıyorum şimdilik! Arkadaşım ise şöyle devam etti: “Deniz coşmuş ve sen tecrübeli bir kaptansın. Gemiyi bırakamazsın çünkü çoook yol katettin. Yalnız da değilsin! Zor, korkmakta haklısın ama başaracaksın.”
Bu cümlede o kadar çok şey var ki… Görüldüğümü hissettim, anlaşıldığımı hissettim, birliği, desteği hissettim, geçtiğim yollara saygı duyulduğunu hissettim ve inancı hissettim. Ne kadar önemli biliyor musunuz ‘dostum’ dediğiniz insanlar yanınızdaki? Sizi sımsıkı tutarak ayağa da kaldırabilir, aksine kendi gücünüzü hatırlatmak yerine o gücün yok olmuş olduğuna sizi inandırabilir. Neden bilmem tabii, bazıları bundan beslenir…
Sonra toparladım kendimi biraz. İyi geldi duyduklarım. Bazen hepimizin ihtiyacı var desteğe, birilerinden bir şeylerin geçeceğini ve güzel olacağını duymaya… Siz kaybolduğunuzu sanırken birilerinin o an sizin göremediğiniz kuvvetinizi ve ışığınızı tekrar hatırlatması herhalde en muhteşem şeylerden biri hayattaki. Ben deli gibi ağlarken bile gözlerimdeki ışığın çok net gözüktüğünü söyledi. İlk birden şaşırdım, “Gerçekten mi?” dedim, sonra bana: “Bir kere o ışık çıktı mı saklayamazsın!” dedi. Ona buradan teşekkür ediyorum… Böyle dostların hayat boyu yanı başımızda elimizi tutması dileğiyle…
Bana gerçekten kendimi hatırlattı sözleri, sözlerindeki inancı, netliği. Sonra bambaşka yerlere gitti bu konuşma.. Bambaşka derinliklere daldı daldı çıktı. “Biliyorum başaracağımı ben zaten.” dedim. 5 dakika evvel çaresizlikten ağlayan Gamze’nin tam aksi bir Gamze vardı. Başka şeyler gelmeye başladı bu defa. Derinliklerden çıkardı kendisini. “Biliyorum da bu defa kızgınım Allah’a. Sırf inadımdan yapmak istemiyorum. Sürekli bir şeylerle uğraştırıyor. Kendimce bir şeyleri beceriyorum, beceriyorum, yetinmiyor! Sıkıldım ve artık canım oynamak istemiyor.”
“Haklısın kızmakta.” dedi. Yukarıdakine öfkemin biri tarafından yargısızca, savunmasızca anlaşılması beni öyle bir sakinleştirdi ki o an. “Nereden biliyorsun ki aynı şeyleri yaşayacağını. Demek ki burada bitmeyen bir ödev var. Sen iyi bir öğrencisin, hızlıca geldi ki hemen gör ve bitir! Seni çok seviyor, uzun süre üzülmene müsaade etmez o kızdığın yukarıdaki!”
Eğer başımıza gelen bir şeyden ders almamışsak, bakışımızı, tepkilerimizi değiştirmemişsek farklı yollarla nasıl koyuyor aynı şeyleri önümüze değil mi? Ta ki öğrenene kadar! Diyorum insan olmak zor diye işte! Ama buraya da bile isteye gelen biziz. Ay gene bizim sorumluluğumuz gördünüz mü? Vallahi bayılacağım!
Biraz hikaye gibi oldu bugün. Ama cümlelerle birebir yazmak istedim ki cümlelerin kendisi bana çok iyi geldi çünkü. En çaresiz, kötü hissettiğim zamanda tuttu omuzlarımdan kaldırdı beni ayağa. Aslında hepimiz aynıyız birbirimizden farkımız yok biliyorsunuz değil mi? Burada arkadaşımın bahsettiği güçlü Gamze aynı zamanda sizsiniz de. Sizde de var o. Belki bir yerlerde bekliyordur onu keşfetmenizi büyük bir heyecanla. Unutulduğu için üzülüyordur belki bir köşede oturmuş. Bilin ki her birimizin içindeki o kuvvetli ışık parıldayıp tüm dünyayı parlatmaya hazır aslında. Ona izin verirsek… Hepimiz harika kaptanlarız kendi denizlerimizde. Fırtına delirmişcesine bizi savurmaya çalışsa da bazen, o fırtına diniyor. Dindiği zaman da her birimiz çok daha güçlü kaptanlar olarak çıkıyoruz o fırtınadan. Fırtınaya teşekkür mü etmek lazım aslında yoksa? Ve istediğimiz kadar bazen yorulduk, sıkıldık diyelim yaşadıklarımızdan; aslında seviyoruz yaşamayı hepimiz. Çok seviyoruz hem de. E o zaman gülü seven dikenine katlanmaz mı?
İlginizi çekebilir: İçimizdeki pusula: İçgüdü, kalp sesi, altıncı his