Kentlerde yaşayanlar olarak malum artık hepimiz her dakika, her saniye koşuşturma içindeyiz. Düşünün: Sabah uyandığımız andan itibaren yaşadığımız işe yetişme telaşı, üzerine işyerindeki işleri bitirme telaşı, bir de üzerine mesaisi, eve dönüş trafiği derken farkında olmadan kendimizi unutuyoruz. Ve bedenimizdeki stres kronik hale gelmeye başlıyor. Bu durum uzun bir süre devam ettiğinde ise önce ruhumuz, sonra da bedenimiz çığlıklar atmaya başlıyor.
- Hayatımızın ne kadarını gerçekten bilinçli olarak yaşıyoruz?
- Hayatımızın ne kadarını anın farkında kalarak yaşıyoruz?
- Yapmak istediğimiz şeyleri yapacak zamana ve enerjiye sahip miyiz? Yoksa sürekli erteliyor muyuz?
Son yıllarımı bu soruların yanıtlarını çokça düşünerek ve hayatımın anlamını sorgulayarak geçiren biri olarak bu konudaki bakış açımı sevgili Uğur Batı “Özgün İnsandan Özgür İnsana” kitabında bundan daha iyi anlatamazdı:
“Kentlerde yaşayan bireyler ya da kentleşmiş bir toplum olmak bizi doğanın bir parçası olmaktan koparmadı. Ya da şöyle söyleyelim, doğanın esamisinin bile okunmadığı hayatlar yaşıyor olsak da, beton yığınlarının çevrelediği, yollarında yüz binlerce aracın cirit attığı, en basit işlerin bile büyük kısmının makinelerle yapıldığı, üst üste dizilmiş sefer taslarında yaşıyor olsak da bedenimiz hem kendi iç biyolojik işleyişi hem de en basitinden mevsimlerle ilişkisi açısından doğanın bir parçası olarak işlemeye devam ediyor.
Bütün hormon salgılarımız ve sindirim sistemimiz, kalp-damar sistemimiz, her şeyimiz belirli bir ritme göre işliyor. Bedenimiz endüstriyel kapitalizmin vardiya sistemine uyum sağlayamadığı gibi, modern kapitalizmin mesaisiz çalışma, esnek çalışma (yani hayatın tüm alanlarına ve saatlerine yayılmış çalışma) biçimine de uyum sağlayamıyor.
Fecir vakti vardı mesela, onu sabah takip ederdi. Böyle böyle akşama ve yatsıya varırdı vakitler. Bu kadarla kalmazdı elbet saat yerine vaktin hükümranlığı. Kiraz vakti vardı mesela, hasat vakti, çiçeklerin açma vakti…
Oysa hem mevsimler hem de günlerin bu vakit anlayışı ile yürümesi insanın sirkadiyen ritmine de gayet uygundu. Lafı bu kadar dolandırmamın nedeni insanın doğasından ayrılmasının mümkün olmadığını anlatabilmek. Ve dahi, bugün bile her türlü duygu, düşünce ve davranışımızın arka planında 400.000 yıl önce yaşamış atalarımızın evriminin yattığını anlatabilmek.
Ne de olsa içinde yaşadığımız modern çağın yaşı evrenin -hadi bırakalım evreni sadece Homo sapiens’in- yaşıyla kıyaslandığında bile bir göz yumup açma mertebesinde. Yüz binlerce yılda oluşmuş bir varlığın sadece bir asırdır yaşadığı bir altüst oluşa alışması, uyum sağlaması ya da ona göre evrimleşebilmesi ne kadar mümkün?”
Hal böyleyken vakit bir şeyleri farklı yapma vakti. Bugün hayatınızda neyi farklı yapabilirsiniz? Sahneye çıkın ve evrene gösterin.
“Kim olduğunuzu tekrar hatırlama” yolculuğunda size çokça hizmet edecek olan Thetahealing ve Jean Adrienne Arınma Sistemi yöntemleriyle ilgili ayrıntılı bilgiye ve seminerlerin içeriğine www.esindemir.com sitesinden ulaşabilir, hediye çalışmalarımdan faydalanabilmek için Instagram hesabımı takip edebilir ve her türlü sorunuzu info@esindemir.com mail adresim üzerinden bana iletebilirsiniz.
Tekrar görüşünceye dek sevgiyle kalın…
İlginizi çekebilir: Kendinize değer verin ki hayat da size değer versin