Kalp dediğin atıyor, hüner ritmi değiştirende
Evrende her şey belli bir titreşim ile var olmakta… Madde gibi, biz insanoğlu da sürekli titreşen enerjileriz. Belli bir ritimle atan kalbimizden yaydığımız yüksek enerji titreşimi ile kişileri ve olayları çekiyor ya da uzaklaştırıyoruz.
Zaman zaman içe dönmekte zorlansak bile kalbimizin ritmi bizi bir şekilde yakalıyor, doğamıza, yolumuza ışık tutuyor.
İşte böyle kalbimin ritmi beni yakalamışken, kendimi doğu ya da batıya ait olmayan kutlu bir zeytin ağacının altında buldum. Şifanın, barışın, varoluşun sembolü zeytin ağacı…
Ruhum zeytin ağacı ile huzurda, bedenim ait olduğu doğada iken kulağımda seramik darbukanın kalbime vuran ritmi vardı… Eller, parmaklar darbukaya dokunurken çıkan sesler, ritimler bir olmuş, iç içe geçmiş, muhteşem bir ahenk ile kalbe dokunuyordu…
Ben de aldım elime bir darbuka başladım çalmaya… Belki yeni öğrendiğimden, darbukaya her vuruşum başka türlü titreşiyordu. Yine de o acemi titreşim doğanın ve doğanın bir parçası olan “ben”in her hücresine eşlik ediyordu, bütüne yayılıyordu adeta… Sağ el ile “düm” sol ile “tak” sesi çıkarmayı denerken sağ elimin ne kadar rahat hareket ettiğini, sol elimin diğerine nazaran tutuk kaldığını fark ettim. Gündelik hayatta sağ elimi daha çok kullanırım. Malum hızlı şehir hayatı, işleri bir an evvel halletmek için güçlü ve çabuk hareket edebilen taraf hangisiyse ona yüklenip, diğer tarafın potansiyelini fark etmeden ve geliştirmeden bedeni daha da dengesiz hale getirmeye sebep oluyor. Anladım ki enstrüman çalmak, çalmaya çalışmak ihtiyacım olan dengeyi bulmamı, bedeni dengeli ve potansiyelinde kullanabilmeyi meditatif bir hale sokarak öğretiyor.
Ellerin, kolların koordinasyonu geliştikçe beden zihin bağlantısını kurmanın yolları da açılıyor sanki…
Bir ritmi bu farkındalıkla tekrar etmek süreç içinde bedeni dengelediği gibi zihni de sakinleştiriyor ve dengeliyor… Zihin ritimle beraber anda, akışta kalarak kendi dinginliğini bulabiliyor…
Ne mutlu ki Mısırlı Ahmet Uluslararası Ritim ve Sanat Kampı‘nda tüm bunları deneyimleme şansım oldu.
Hızlı yaşam şartları, bizlere dayatılan kalıplar, gerçekte özümüzde varolan güzellikleri göremeden, potansiyellerimizi fark etmeden, bizleri doğamızın dışında yaşam şekillerine itiyor… Merak ve heyecan insanın doğasında var olan en temel, en öğretici duygular olmasına rağmen, tüm bu yersiz baskılar sebebiyle bize sunulan yenilikleri, rezil olurum, gülünç duruma düşerim kaygısı ile elimizin tersiyle itiyoruz. Aslında elimizin tersiyle ittiğimiz yepyeni bir deneyim, belki kendimizi ifade edebileceğimiz yeni bir alan ya da açılacak yepyeni yollar, güzellikler oluyor…
Mısırlı Ahmet kampında üstat, gözü gibi baktığı darbukasını ve koltuğunu, belki de daha önce darbukayı eline hiç almamış birine teslim ederken, o kişiden kendi solosunu atmasını isterken aslında kişiye çok kıymetli anlar sunuyor. Kimi orada sevincini, kimi utancını, kimi kalıplarını, kimi özgürlüğünü ortaya atıyor ama en önemlisi öğrenilmiş tüm sahte olanlardan muaf, özünde, derinlerinde olan ne ise o şekilde kendini ifade ederek özgürleşiyor… Yargısız ve sevgi ile…
İlginizi çekebilir: Kalbim nerede: Kalp meridyenime nasıl ulaşabilirim?