“Ustaya sormuşlar, her şeyi kaybettik ne yapacağız?” Üstat cevap vermiş, “Çay koy, yeniden başlayacağız…”
Anonim
Kalp kırgınlığı. Kalben verebileceklerimizi yeterince verememek. “Nasıl olur?” diyerek küs olmak ruh haline büründüğümüz zamanlar; kalbimizi oluşa, akışa kapattığımız o anlar… “Nasıl olur da beni seçmez, nasıl olur da beni o işe almazlar, nasıl olur da bu projeye beni layık görmezler, nasıl olur da benden ayrılır ve o kişi ile birlikte olabilir, nasıl olur da hayat bana bunları gösterir? Nasıl olur da!”
Kaybetmek bu yazı dizimin meditatif açıklamalarına geçmeden önce son bölümünü oluşturuyor. Kalp çakra çalışmalarımıza geçmeden önce “kaybetmek” kelimesine veya bu kelimenin hayatımızda olan anlamına yakından bakmamız gerekiyor… Kaybetmek durumu bizim insan olarak “durumlara” yüklediğimiz bir fiilden ibarettir. Doğada kaybetmek diye bir şey yoktur. Bizler insanoğlu olarak yenen ve yenilen, kaybeden ve kazanan, iyi ve kötü gibi ters uçları yaratmış olanlarız. Kaybetmek aslında sadece bir duruma verdiğimiz isimden ibarettir.
Bir düşünün, eğer kaybetmek diye bir kelime olmasaydı, yitirmek diye bir anlam veya böyle bir kelime hayatımızda bulunmasaydı nasıl olurdu? Örneğin bir ağaç kırılan bir dalını sırf kırıldı diye kaybetmiş sayılır mı? Bir karınca yuvaya kadar taşıdığı kocaman bir çekirdek kabuğunu yuvanın minik deliğinden içeri sokamadığında, onca emeğine rağmen, kaybetmiş sayılır mı? Bir sazan balığı eğer işin ucunda türünün devam etmesi varsa, o muhteşem akıntılara karşı yüzerken hayatını kaybetse, yine de “kaybetmiş” sayılır mı?
Sadece bu kadar mıdır vereceğimiz örnekler? Bir anne dünyaya yeni bir beden, yeni bir ruh getirmeye yol olurken hayatını yitirdiğinde gerçekten “kaybetmiş” sayılır mı? Yürümeyen bir evlilik bittiğinde ve yolumuza yeniden devam etmek üzere yeni yollara çıktığımızda, geride kalan “zamanı” kaybetmiş mi sayılırız? O günleri, o akışı, o mutlulukları, o acı ve tatlı hatıraları, o öğretileri yaşayan bizler değil miydik? Kaybetmek bunun neresinde?
Bugün dopdolu olan bir banka hesabını yarın yitirdiğimizde gerçekten kaybeden kimdir? O para enerjisini çeken ve oluşturan yine biz değil miydik? Bugün pahalı giysileri yok diye sokakta yürüyen bir insan kaybetmiş sayılır mı? Yarın onu nerelerde görebileceğimizin bir sınırı var mıdır? Eğer kaybettiğine inansaydı cebinde bir doları bile olmayan, bugün tüm dünyanın tanıdığı “Madonna” ismi olur muydu? Eğer kaybettiğine inansaydı, o muhteşem Sinan, elli yaşından sonra Edirne’de tüm dünyanın hala sırrını çözemediği Selimiye’yi bitirebilir miydi? Eğer kaybetmek diye bir kavram gerçekten olsaydı, defalarca denenip de bulunamamış kıtalar keşfedilebilir miydi? Eğer birileri “kaybetmek” diye bir şeye inansaydı, bugün insanlık olarak bu noktalara gelebilir miydik?
Bugün bu yazımda bana eşlik ediyorsanız kalbinizi açmadan önce kaybetmek ve kaybetmeye olan inancınızla kapattıklarınıza bakmanızı dilerim. Kaybetmek gerçek midir? Kaybetmek kader midir? Kaybetmek size biçilmiş bir kıyafet midir? Ya kaybetmek diye bir kelime olmasaydı? Hayatımız daha farklı olur muydu?
İlginizi çekebilir: Kalp çakra üzerine çalışmalar 6: Her şeye rağmen sevgide kalabilmek