İnsanlar olarak bizler temelde iki saf duygu ile dünyaya geliyoruz: Korku ve sevgi. Kaygı, suçluluk, umutsuzluk, öfke gibi duygular korkunun, güven, neşe, memnuniyet ve huzur gibi duygular da sevginin türevleri. Korku ve kaygıyı yaratan şey zihin iken, güven ve sevgi hali kalple, yani yaşamla ilgili. Ancak korku hayatı sınırlandırıyor. Aslında zihin sınırlı olduğu için korkuyor. Kalp ise geniş olduğu için yaşama yer açıyor. Burada kalp ile daha bütüncül ve yargısız bir bilinç halini, zihin ile de daha sınırlı bir bilinç halini kastediyorum. “Bilinç” kelimesini bu kadar çok söylemişken gelin şu bilinç kavramına bir göz atalım.
Bilinç tanımlanması en güç kavramlardan biri. Genel olarak “etrafımızdaki dünyanın ve kendimizin farkında olmak, duyabilmek, hissedebilmek ve duyumlara uygun tepkiler verebilmek” olarak tanımlanıyor. Bilinç deyince onun doğasını anlamak için şu iki kavramı da ele almamız gerekiyor: Farkındalık ve öznellik. Farkındalık, nelerin bilincinde olup nelerin bilincinde olamayacağımızı ifade ederken öznellik, kişinin kendi zihinsel durumlarının bilgisine nasıl eriştiği olarak tanımlanıyor. Öznellik, bilincin özü. Bilinçle ilgili çıkmazın en önemli sebebi de işte bu öznellik sorunu. Bilincin özsel niteliği olarak öznellik, kişinin birinci şahıs bakış açısını da temsil ediyor.
Bu konuda Thomas Nagel’in “What Is It Like To Be A Bat?” (Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?) isimli araştırmasına bir bakalım. Bu araştırmada Nagel bilinci, dünyanın öznel deneyimine sahip olma yetisi olarak tanımlıyor. Buna göre bir yarasa, yarasa olmaklığın öznel deneyimine sahip bir varlık olarak bilinçlidir. Yarasanın dışında hiçbir varlık, yarasa olmanın kendine özgü deneyimine sahip olamaz. Bu anlamda bilinç, dünyaya ilişkin öznel bir bakış açısı. Burada anlaşılması gereken sorun, bir insanın diğer bir insanın bilinç durumunu, kendi bilinç durumuna bakarak çıkarsıyor olması ve kendi bilinç durumuna benzediğini varsayması. Oysa yarasa olmanın ne demek olduğu bilgisi, yalnızca yarasaya açık olan bir bilgi. Nagel’e göre zihinsel durumlar, yalnızca o durumları içsel olarak birinci şahıs formunda bilen kişinin bakış açısından biliniyorlar. Nagel’in araştırmasında söylediği şey özetle şu: Zihinsel olguların öznelliği demek, bu olguların tek bir bakış açısından anlaşılması ve o durumlara sahip olan kişinin dolaysız erişimine bağlı olması demek. Çünkü “Nasıl bir şey olmak” her zaman bir özneyle ilişkili olarak sorulur ve ancak öyle anlam kazanır (Elbeyoğlu, 2011). İşte söz konusu insansa algı ve öznellikten bağımsız bir deneyimden söz edemiyoruz. Algı ise zihinle ilgili bir kavram. Şimdi gelin zihin neymiş ve bilinçle ne ilgisi varmış bir de ona bakalım.
Zihni cam bir akvaryuma benzetecek olursak, akvaryumun içindeki suyu bilinç, balıkları ise düşünceler ve kavramlar olarak düşünebiliriz. Zihnin içeriğinin ötesinde, düşüncelerin meydana geldiği bir bağlam veya “alan” var. Balıklar (düşünceler) sürekli hareket etmelerine rağmen su (bilinç) her zaman aynı kalıyor ve düşüncelerden etkilenmiyor. Ama bizler düşüncelere tutunma eğilimindeyiz çünkü zihnimiz onları “benim” olarak nitelendiriyor. “Benim” ifadesi eklendiği anda o şeye otomatik olarak bir değer ve önem katıyor. Bir düşünce bir kez “bu benim” ön ekiyle önemli hale getirildiğinde zihin artık ne pahasına olursa olsun -gerekirse çarpıtmak pahasına- onları sonuna kadar savunma eğilimine giriyor.
Aslına bakarsanız zihin düşünceler, kavramlar, anlamlar, anılar, planlar, geçmiş olaylar, senaryolar, kaygılar ve yargılardan oluşan bitmeyen hikayeler anlatan bir makine. Sanki bir an sessiz kalsa varlığını yitirecekmiş gibi çılgınca bir faaliyet içinde. Sessizlik onun için son demek olduğundan zihin hayatta kalma umudunu kesintisiz gevezelik etmeye bağlamış görünüyor. İşte bu nedenle zihin düşünmeye bağımlı. Daima duygular, hisler, önyargılar, inkarlar, şüpheler, korkular, pişmanlıklar, suçluluklar ve endişelerle kaotik bir meşguliyet halinde. Fakirlikten, yaşlılıktan, hastalıktan, ölümden, başarısızlıktan, reddedilmekten, kayıptan ve felaketten çok korkuyor. Çünkü zihin sınırlı gerçeklerle programlanmış, sürekli bilişsel çarpıtmalar yapmaya eğilimli bir yapı. Bu sebeple zihin aracılığıyla gerçeği bulmaya çalışmak boşuna.
İşte bu nedenle aşırı meşguliyet halindeki zihinle aramıza mesafe koymak için öncelikle düşüncelerin bize ait olduğu, değerli olduğu ve bizden kaynaklandığı yanılsamasını fark etmek gerekiyor. Çünkü düşünce sadece bir düşüncedir. Düşünceler benliğiniz bile değil. Onlar var ancak bizim ürettiğimiz bir şey değiller. Zihnin işi sürekli düşüncelerle meşgul olmak olduğundan, o andaki içeriğinin de bir önemi yok. Burada iyi oluşumuz için yapabileceğimiz tek şey, bu düşünce akışını izleyen, gözlemleyen, tanık olan bir gözlemciden bakmak. Aynı bir arabanın camından dışarıyı izlemek gibi, odağımızı belli bir nesnenin üzerinde tutmadan, nesnelerin içinden akıp geçtiği hayali bir yarık üzerinden onları izlemek. Gözlemleyerek herhangi bir fikre veya görüntüye odaklanmadan, içeriğe takılmadan akıp gitmesine izin vermek. O zaman düşüncelerin aslında kendiliğinden meydana geldiğini, hatta kişisel seçimler bile olmadığını fark ederiz. Böylelikle “ben” dediğimiz şeyin zihin olmadığını anlarız (Hawkins, 2001).
Yeni Bir Bilinç Atölyesi ile kalbine ve yaşama yer aç
Şimdi size güzel bir haberim var. Zihninizle aranıza mesafe koymakta size yardımcı olacak ve yepyeni bir bilince geçmenizi kolaylaştıracak bir çalışma hazırladım. “Yeni Bir Bilinç Atölyesi” olarak isimlendirdiğim, birebir ve online gerçekleştirilecek bu atölyede şu sorulara yanıt bulacaksınız:
- Hayatın getirdiği kayıplar, hayal kırıklıkları, stres ve krizlerden kaynaklı iniş çıkışlar ile nasıl baş edebilirim?
- Olumsuz duyguların ilişkilerim, iş yaşantım ve iyi oluşum üzerine olan etkilerinden nasıl kurtulabilirim?
- Mevcut bakış açımın işe yaramadığının farkındayım. Yepyeni bir bakış açısı ile hayatta isteklerimi nasıl gerçekleştirebilirim?
Bu çalışmada neler yapacağız?
- Sizi bugüne kadar sınırlandırmış inanışları/kavramsallaştırmaları fark edecek,
- Algı ile olgu arasındaki farkı anlayacak,
- Ego ile Self arasındaki farkı ve “Benlik” konusunu kavrayacak,
- Olaylara ve kendinize “gözlemciden” bakmaya başlayacak,
- Ve yeni bir bilince alan açacaksınız.
Böylelikle hayatınızda sürdürmek istemediğiniz şeyleri bırakmayı öğrenecek veya olmasını istediğiniz değişime izin vereceksiniz.
Yeni Bir Bilinç Çalışmasının dayandığı bilimsel temeller ve felsefe ise şöyle:
Yeni Bir Bilinç Çalışması hayatınızdaki sorunların kaynağının zihninizdeki bazı kavramsallaştırmalar ve algı biçimi olduğu üzerine temellenmiştir. Bu çalışma bilimdeki yeni paradigmaya uygun şekilde psiko-fizik, bağlantısal bütünsellik, holistik (bütünsel) yaklaşım temelli ve Rasyonel Duygucu Bilişsel Davranışçı Terapi, sinirbilim, Carl Gustav Jung’un Analitik Psikolojisi, Alan (Field) Teorisi ve “Öznelerarasılık” gibi bilimsel yaklaşımlara dayanan bir çalışmadır. Bu çalışma hayatınızı istediğiniz doğrultuda yönlendirmenizi sağlar ve bugüne kadar kendiniz zannettiğiniz kimliğinize gözlemci konumundan bakarak bambaşka düşünmenize yardımcı olur. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak hayatınızın değiştiğine şahit olursunuz.
Yeni Bir Bilinç Atölyesi veya online psikolojik danışmanlık hakkında detaylı bilgi almak için bana ayselkeskin2004@yahoo.com eposta adresi üzerinden ulaşabilirsiniz. Kalbinizle daha çok bağlantıda olduğunuz günler dilerim. Yazımı şu şarkı ile bitireyim: YouTube: Wham! – Where Did Your Heart Go? (Official Music Video)
Kaynaklar:
Elbeyoğlu, K. (2011). Zihin Felsefesi. Editörler: Veli Urhan & Serdar Uslu. Anadolu Üniversitesi.
Hawkins, D. R. (2001). The Eye of the I: From Which Nothing is Hidden. Veritas Publishing. Sedona, Arizona, USA.
İlginizi çekebilir: Kimsin sen: İyi oluşun yolu benliğin tek ve sabit olmadığını kavramaktan geçer