Kahramanın, içindeki gücü çalıyor olabilir mi?
Güç kavramı her çağda önemli bir yer tutar. Güçlü olmak, güçlü hissetmek pek çok insan için önemli bir konu çünkü istediğimiz, sevdiğimiz şeylere sahip olma arzusu hepimizin içinde var. Yetiştiğimiz döneme göre güç anlam değiştirse de güçlü olmaya ya da güçlü olanın yanında olmaya ilişkin isteğimiz bitmez. En temelinde insan için güç, bilinç dışında otorite ile simgeleşir. Anne-babaya muhtaç olan insan yavrusu bir kapsayıcı, kural koyucu ile büyümeye başlar, dünyasını ona göre şekillendirir. Kural koyucu her kimse bilinçdışı olarak da güç ona atfedilir. Baba, yasa, otorite bilinçdışı olarak güçlü gördüğümüz simgelerdir.
Bu hiyerarşide güçsüz bir konumda hayata başlayan insan zamanla kendi gücünün farkına varmaya başlar. Özellikle ergenlik döneminde anne-baba çatışmalarının ve otorite sorunlarının kaynağı, güç dengelerinin yeniden düzenlenmesinin zamanının gelmiş olmasıdır. Bu dönemde kurallar sorgulanmaya başlanır, bireyselleşmek ve kendi kurallarımızı koymak isteriz. Ergenlik aynı zamanda diğer kişileri idealize etmeye başladığımız dönemdir. Kendimize kahramanlar yaratırız. Özendiğimiz, imrendiğimiz, hayranlık duyduğumuz kişiler bizim için otorite haline gelebilir. Artık onlara yakın olmayı ya da onlar gibi olmayı arzularız. İşte benim anlatmak istediklerim de tam bu noktadan temelini alıyor.
Bir kahraman yaratırken bizim için ideal olan, ancak kendimizin gücünün yetmediğini varsaydığımız özellikleri yansıtarak o kahramanın içini doldururuz. Bu bazen bizi her şeyden kurtaracak ve sevgiyle dolduracak bir sevgili, arkadaş, bazen bizi mucizevi bir şekilde iyileştirecek bir şifacı ya da bize bilmemiz gereken her şeyi öğretip bizi güçlü kılacak bir öğretmen olabilir.
Hayatımızda karşılaştığımız “kahramanlar” aslında bu şekilde idealize edip kendi gücümüzü yansıttığımız kişilerdir. Onlarda olmasını istediğimiz güç çoğu zaman bizde olmasını istediğimiz potansiyeli anlatır ve çoğu zaman vardır da. Bir insanı idealize ettikçe onu kendimizden daha üstün görmeye başlarız. Karşı tarafı yücelttikçe onun karşısındaki kendimizi daha aşağı bir noktada konumlandırırız. Kıyaslamaya başlayıp kendimizi yetersiz gördükçe yarattığımız kahramana verdiğimiz güç artar. Aslında o güç, kaynağını bizden alır, ancak o sırada bunu görmeyiz.
Kendi gücünüzle beslediğiniz kahraman kim olursa olsun yüceleştirmek ve idealize etmek sizi güçsüz hissettirmeye başladığında beraberinde hayal kırıklığını da getirir. Nihayetinde hiçbir insan mükemmel değil, kahramanınız da gerçek değildi, onu kahraman haline getiren biziz. Bu durum bir yandan öfkelendirse de görmemiz gereken şey kahramanın dışarıda değil, içeride olduğudur. Her insan kendi potansiyeline sahip ve kendi hayatının kahramanı, bu kahramanı dışarıda aramak günün sonunda bizi eli boş bırakır. İdealize edip, kurtarıcı olarak gördükçe özellikle de onsuz anlamsız hissetmeye, “Her şey onun sayesinde”, “Her şeyi o daha iyi bilir” düşünceleri zihnimizi ele geçirmeye başlamışsa orada kendi gücünüzü kahramanınıza kaptırıyor olma ihtimaliniz yüksektir.
Peki, ne yapmalı?
Sizi kurtardığını ya da kurtaracağını düşündüğünüz her neyse sizde olmayan neye sahip? Bu sorunun cevabı önemli çünkü aynı kaynağa sahip olan muhtemelen sizsiniz. Kendi gücümüzü keşfetmenin yolu kendimize sahip çıkmaktan geçer. Dışarıdan bir kahramana yatırım yaptığımız sürece hayal kırıklığına uğramaya mahkum kalırız. Mükemmel insan olmadığı gibi bizi kurtaracak kahramanlar da yoktur. Neye ihtiyacımız olduğunu keşfedip o yönde ilerlemeye başlamak kendimizi yeniden hayatımızın baş rolüne oturtacaktır.
İlginizi çekebilir: “Ben”i kaybetmek: Kendi hayatımın içinde ne kadar varım?