X

Kadının kurtarıcısı dişil doğasıdır

Günümüzden 167 yıl önce bugün Amerika’da bir felaket yaşandı. Bir tekstil fabrikasında çalışan kadınlar, zorlu iş koşullarına dikkat çekmek ve daha insani şartlarda çalışabilmek üzere greve başladı. Haklarını talep ettikleri grev, polisler tarafından engellenirken, kadınlar fabrikaya kilitlendi. Bu esnada çıkan yangın içeride bulunan 120 kadının can vermesine neden oldu. Hayatını kaybeden işçilerin cenazesine 10 binlerce kadın katıldı ve bu tepkisel direniş, 8 Mart’ı kadın hakları için simgesel bir gün olmaya götürdü.

Takvim yaprakları 2024’ü gösterirken dünya düzeninde pek bir değişim yaşanmış değil. İş dünyasında halen iki kategori var: Kadınlar ve erkekler. Sistem özünde insan emeğine dayansa da, eril gücün hakimiyet kurduğu bir gerçeklik söz konusu. Hal böyle olunca kadınlar, erkek egemenliği içerisinde var olmaya ve hak mücadelesi vermeye devam ediyor.

Peki bu hikaye nereye dayanıyor? Geleceğimizi şekillendirmek için, geçmişin desteğini almanın şart olduğunu düşünüyorum. Çünkü ataerkil sistemin bizi dişil doğamızdan nasıl uzaklaştırdığını bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki nasıl geri kazanacağımızı da anlayabilelim.

Sistem nasıl değişti?

Sanılanın aksine dünya her zaman ataerkil düzene tabii değildi. Yerleşik düzenin ilk dönemlerine  kadar anaerkil bir sistem hakimdi. O dönem için iş hayatı demek temel yaşam gereksinimlerini karşılamak yani beslenmekten ibaretti. Ve beslenme konusunda kadının ciddi bir etkisi vardı, bu da dişilliğin saygınlığını arttıran en önemli etkendi. Anaerkil düzende kadınlar hem bireysel hayatları hem de içinde yaşadıkları toplumda rahat ve özgür biçimde söz hakkına sahipti. Hatta lider konumundaydı.

İnsan ırkının ilk yaşam biçimi olan avcı toplayıcı dönemde erkekler de kadınlar da avlanırdı. Antropolojik kaynaklar gösteriyor ki, o dönemde kadınlarla erkeklerin fiziksel olarak büyük farklılıkları yoktu ve dolayısıyla birbirlerine fiziksel güç üzerinden tahakküm kurmuyorlardı. Ne var ki aradaki biyolojik farklılığı yadsıyamayız, kadınlar dişil bir bedene yani doğurganlığa sahip. Fakat o dönemde bu bir zayıflık olarak algılanmamış, aksine 3 boyutlu hayatta dişile güç vermiş.

Erkeklerin temel ihtiyaç olan beslenmeye ilişkin aktif olduğu tek alan avlanmakken ve bu garanti bir iş değilken -çünkü av her zaman bulunamaz ya da yakalanamazdı- kadınların sorumlu olduğu alan daha çeşitliydi ve devamlılığa sahipti: Doğadan toplamak. Annelik deneyiminin içinden geçen ve minik bebeğine annelik yapmakta olan kadın, sabit halde yaşayıp ava çıkmazken doğanın verdiklerini topladı. Doğa ana, hayvana nazaran daha bereketli ve devamlılığı olan bir besin kaynağı olduğu için; bunu sağlayan kadın da daha saygın bir konum edindi. Beraberinde tarım toplumuyla tam yerleşik düzene geçmeden önce arada ‘bahçecilik’ denen bir yaşam biçimi vardı; büyük işgücüne gereksinim olmayan, kendi bahçemizde bir şeyler yetiştirmeye benzetebiliriz bu dönemi. Bu dönemde avcılık da devam etti ve bahçecilik düzeninde yine kadının gücü varlığını sürüdürdü. Kırılma ne zaman yaşandı peki? Tarım toplumuyla tam yerleşik düzene geçilmesiyle ataerkil düzenin önünü açıldı.

Depolamanın keşfedilmesi tarımın büyümesini sağladı bu da daha fazla işgücü demekti. Nüfusun artması bir ihtiyaç haline gelince kadının doğurgan doğası önem kazandı ve kadınlar daha fazla evde yaşamaya zorlanır hale geldi. Tarımla yerleşik hayata geçiş döneminde ayrıca, avcılık bırakılıp hayvancılığa geçiş yapıldı ve böylece erkekler de tamamen yerleşik hayatın parçası oldu. Hayvanların yönetilmesinde ya da tarladaki ekin işlerinde daha büyük işgücüne ihtiyaç duyulunca erkekler ön plana çıktı. Bu da ekonomide ve gündelik hayatta eril doğanın daha fazla söz sahibi olması anlamına geliyordu. Böylece patriyarka iş hayatına da dünyaya da hükmedeceği gücünün ilk tohumlarını attı. Güç ve dolayısıyla servet erkeğin eline geçince, kadının elindeki son kale de düştü: Soy devamlılığı. Erkekler sahibi olduğu ekonomik gücü kendi soyuna aktarmak istedi. O güne dek kadın üzerinden devam eden soy sistemi, erilin bu tahakkümüyle erkeğe geçti ve böylece soy erkekle devam eden bir düzen halini aldı.

İnsanlığın uzun bir dönemini kısacık bir paragrafla özetledim ve sizler de birçok kaynakta karşılaşabileceğiniz bilgileri buraya kadar okudunuz. Ancak anaerkil düzenin önce var olup sonra yıkılmasına neden olan bir büyük gerekçe daha bulunuyor. Yazının geri kalanı bunun üzerine olacak ve pek de karşılaşılan bir bakış açısı olmayacak. İlham vermesini, yeni pencereler açmasını diliyorum.

Kadını güçlü kılan neydi?

Tarım toplumuna kadar anaerkil düzeni sürdüren ve kadını güçlü kılan sadece beslenme üzerindeki etkisi miydi? Böyle bakmak sığ kalır ve aslında patriyarkayı yeniden inşa etmek olur. Çünkü kadının, dünyayı temelinden etkileyen dişil gücü var ve bunu görmezden gelmek hikayeyi yanlış anlatmak anlamına gelir.

Evrenin üzerine kurulu olduğu eril ve dişil prensipte, dişil prensibin insan tezahürüdür kadın. Dişil; yaratımdır, olma halidir, hislerin ve sezgilerin rehberliğiyle hareket etmek, yaratıcı kanalla bağlantı kurabilmek demektir. Dişil prensibin dünyadaki en büyük tezahürüyse doğadır. Gaia, doğa ana, toprak, yaşamın madde hali… Dişildir. Ve anaerkil düzene baktığımızda kadının gücünü doğadan aldığını görüyoruz. Tarımla ilgilenenin kadın olmasının bir tesadüf olmadığını görebilecek kadar kalplerimiz açık olsa gerek… Sistem zaten bu; doğa ve kadın bir. Ve o dönemde bu kadını zayıf kılmıyor; aksine saygın, değerli ve güçlü bir pozisyona getiriyor. 

Kadın da özgür alanında kendi olabiliyor, yani dişil doğasını yaşatabiliyor. İşte onu güçlü kılan aynı zamanda bu oluyor. Örneğin; Şaman toplumlarında kadının ve dişil doğanın gücünü çok net biçimde görüyoruz. Kanama günleri kadınların sezgilerinin en kuvvetli olduğu günlerdir ve güçlerini birlikte kullanmak üzere şaman kadınları bir araya geliyordu. Kadınlar regl zamanlarında hep birlikte ‘ay çadırlarında’ toplanıyordu. Gece boyunca toplu dualar ve meditasyonlarla yaratıcı kanalla, doğayla bağ kuruyorlardı. Buradan aldıkları bilgileri de erkeklere iletiyor ve gündelik hayat akışını organize ediyorlardı. Böylesi bir kaynak olabilmek kadını toplumda daha saygın bir konuma getiriyordu şüphesiz. Yaratıcı kanaldan ve doğadan rehberlik almanın, aslında rahimden rehberlik almanın sadece şaman kültürüne değil dünyanın farklı yerlerindeki yerel bazı topluluklarda da kullanılan bir yöntem olduğunu belirtmek isterim.

Dişil doğa; olma haliyle ilgilidir, sezgiler ve yaratımdır kadının gücü. Dolu dolu şefkat ve sevgi demektir. Bu aynı zamanda ne anlama gelir? Rekabete, egoya, fiziksel tahakküme pek de yer olmaması anlamına gelir. O nedenledir ki anaerkil dönemdeki güç kavramıyla, ataerkil dönemdeki güç kavramı birbirinden farklı şekillenir. O nedenledir ki erkekler gücü eline aldığında dünya farklı biçimde yeniden kurulur. İlerlemek elbette kötü değil ancak ilerlemek için seçilen yollar onu kötü yapıyor. Yani yapmak yani eril prensip değildir kötü olan, sürekli yapma haline saplanmak ve işin içine hırsın, bencilliğin girmesidir.

Tarım toplumuyla yerleşik düzenle geçişle beraber işte bunun önü açılmış oldu. Erkekler gücü eline geçirince kadın değersizleşmekle kalmadı gücünü kaybetti. Erkeğe bağımlı hale geldi ve dişil doğasının saygınlığını yitirdi. Özünde sevgi ve şefkat olan dişil doğa, yerini korku ve rekabete bıraktı. Kadınlar hislerini görmezden gelmeye başladı, yaratım gücünün değil patriyarkanın kurguladığı başarı kavramının peşinden gitti. Kadın, doğasına aykırı bir sistemde var oluş mücadelesine girişti. Bir kedinin denizde yüzmeye çalışması kadar acımasız buluyorum ben bu düzeni, yani kadının eril düzendeki yerini. Kadın o denizde yüzemez çünkü, keyfine varamaz, ilerleyemez; ancak var olmaya çalışabilir.

 

Eril düzen kadınları yönetici koltuklarına oturtmak istemediğinde kadınları duygusallıkla ya da yeterince zeki olmamakla yaftaladı. Dişil doğanın gücü olan nitelikler, kadınların aleyhine kullanıldı. Böylelikle düzen iyice çarpıklaştı. Hissetmenin değeri, fazla duygusallık ya da akıllı olmamakla yer değiştirdi. Ve kadın çalışabilmek, ekonomik olarak özgürleşmek için ruhsal tutsaklıklığa mahkum oldu.

İşte 8 Mart tarihini dünya çapında bir anma gününe çeviren de kadının eril düzendeki yeridir. Toksik hale gelmiş eril dünyanın inşa ettiği sistemde yönetici koltuklarını dolduranlar erkekler, kadınları tahakküm altına aldığında çıktı isyan. Kadınlar da kendi olarak yaşamanın mümkün olmadığına kanaat getirdi ve erilleşmeye başladı. Kadınlar iş dünyasında ancak bu eril tavırla yükselebildi. Peki bu tavır kadını özgürleştirdi mi? Görüyoruz ki hayır. Kadın iş hayatında başarı basamaklarını çıktıkça, ruhsal aleminde ve özel hayatında düşüşe geçiyor ya da büyük zorluklarla baş ediyor. Bunun farklı sebepleri var. Kadın eril yaklaşımla çalışmaya çalışınca doğasına aykırı hareket ediyor ve bu onu içten içe kemiriyor. Aynı zamanda eril düzen kadından hem anne, hem eş, hem iş kadını kimlikleri eşit derecede mükemmel yapmasını bekliyor. Ancak bir erkekten aynı hayat performansının beklenmediğini biliyoruz.

Kadınlar nasıl özgürleşecek?

Peki bu ne demek? Kadın iş hayatından çekilsin, yönetici olmasın ya da dünyanın gelişiminde pasif bir yerde mi kalsın demek? Hayır. Ataerkil düzenin bir diğer çarpıtması: Dişil enerji pasifize olmaktır şeklinde bir algı pompalanıyor ve bu çok tehlikeli. İhtiyaç olan şey dünyanın tıpkı kendisi gibi eril ve dişil niteliklerle birlikte düzenlenmesidir. İkisinin birlikte dans ettiği, gereksinim neyse onun ön plana çıktığı seçimlerle bir düzen kurulmasıdır. Ne sadece eril, ne sadece dişil. Bu hayatta ikisi de varsa, ikisinin de kullanılması gerekiyor. Yin ve yangı hatırlayalım, birinin içinde diğerinden de var. Bizlerin de insan olarak her ikisine ihtiyacımız var.

Ve bunu eril düzen yapmayacak. Bunu biz kadınlar yapacağız. Eril düzenin içinde dişilliğini unutmuş kadınlar, önce dişil bilgeliği hatırlayacak. Bir kurtarıcının gelip ataerkil düzeni kurmadığı gibi, anaerkil düzeni de gelip kimse yeniden kurmayacak. Nasıl mı yapacağız? Yazının başında bahsettiğim gibi; tarihe bakıp ilham alacak, anlayacağız. Neydi dişili özgür ve güçlü kılan? İşte her şey oradan filizlenecek!

Tesadüf olmasa gerek bu simgesel tarihin bahara denk gelişi, doğa uyanırken bize de enerji versin dilerim. Dişilliğin yaratımını, renklerini, dokularını hatırlatsın her birimize 8 Mart… Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun!

İlginizi çekebilir: Dişil bilgeliğin yolu rahimle bağ kurmaktan geçiyor

Burcu Durmuşoğlu: Merhaba. Çocukluğumda saç fırçasını haber sunup röportajlar yapmak için kullanınca, ruhumun çağrısını dinleyip Anadolu Üniversitesi Basın ve Yayın Bölümü’nü okudum. Aynı yıllarda tutkum olan futbolla işimi birleştirip spor muhabirliği yaptım. Sektörün yıpratıcılığı sebebiyle ömür boyu medyada kalamayacağımı hissedip farklı alanlara yöneldim. Ayrılma kararını verirken yaşım 28’di ve telaşlı bir haldeydim. 30’undan sonra yeni bir kariyer kurulamayacağına dair köklü bir inancım vardı, ancak o inanç yıkıldı. 40’ıma yaklaşırken yolumu henüz buluyorum. Yogayla birlikte özüme indikçe, döndüm dolaştım ve yeniden anlatıcı oldum. Sormaya ve anlatmaya olan tutkum beni içerik üreticiliğine taşıdı. Dişil ve eril alan üzerine çalışıyor, kadın özgürlüğünü gözetiyor ve yogamı paylaşıyorum. Hayatımı içerik üreticisi, bireysel danışman olarak sürdürüyorum. Uplifers ailesinde kaleme aldığım yazılarımla, okuyucularda soru işaretleri uyandırmayı diliyorum. Sevgiyle…

‘Evdeki herkes barista’: Bosch VeroBarista ile kahve deneyiminizi zirveye taşıyın

Kahve, şüphesiz ki pek çoğumuz için lezzetli bir içecekten çok daha fazlası; adeta bir tutku, bir ritüel… Sabahın ilk ışıklarında enerji veren, gün içindeki küçük molalarda kendimizi şımartmamızı sağlayan, bazense sohbetlerin tadını ikiye katlayan en keyifli eşlikçi. O yüzden günün farklı anlarını, farklı kahvelerle taçlandırmak gibisi yok; ne de olsa her anın kendine has bir kahvesi var. Güne enerjik bir başlangıç yapmak için yoğun aromalı bir americano ya da gün içinde en sevdiğimiz tatlının yanında yumuşak içimli bir cappuccino en iyi seçim olabilir.



Peki ya bu seçimlerimizi evde barista ustalığıyla hazırlayabilir miyiz? Elbette. Bosch Tam Otomatik Kahve Makinesi VeroBarista ile günün her anına ve her damak tadına uygun lezzetli kahveler hazırlamak mümkün; çünkü VeroBarista ile evdeki herkes barista. Her fincanınızı ustalık eserine dönüştürmeye hazırsanız, işte VeroBarista ile yapabilecekleriniz:

Kahve çekirdeklerini dilediğiniz gibi öğütebilirsiniz

Barista ustalığında lezzetli kahveler hazırlayabilmenin ilk adımı, kahve çekirdeklerini doğru bir şekilde öğütmekten ve tazeliği korumaktan geçiyor. Güzel haber; VeroBarista tüm bunları sizin için yapıyor. CreamDrive, yüksek kaliteli seramik kahve öğütme ünitesi ve özel aroma koruyucu çekirdek haznesi ile günün her saati taze çekilmiş kahve çekirdekleriniz hazır.

Üstelik çekirdek öğütme inceliğini de dilediğiniz gibi ayarlayabilirsiniz. Arka arkaya iki öğütme ve ısıtma sayesinde ekstra güçlü kahvenizi tadı daha az acı olacak şekilde hazırlayabilirsiniz. AromaDouble Shot Fonksiyonu ile kahve aromasından ödün vermeden ekstra yoğun kahveler hazırlamak da mümkün. E bir barista daha ne ister, öyle değil mi?

Farklı anları, farklı kahve çeşitleriyle taçlandırabilirsiniz

Taze çekilmiş kahve çekirdeklerinin mis kokusunun yanı sıra kahve hazırlamanın en güzel yanlarından biri de hiç şüphesiz her damak zevkine uygun farklı seçenekler yapabilmek. Sert tatları sevenler, yumuşak içim tercih edenler ya da daha eğlenceli köpüklü bir şeyler arayanlar… VeroBarista’da herkes için bir şeyler var. Cappuccino, flat white, latte macchiato, sütlü kahve, OneTouch Function ile hepsini tek tuşla hazırlayabilirsiniz. Dahası, yoğun tatları seviyorsanız americanonuz da VeroBarista ile hazır.

Belirtmekte fayda var ki; bir barista ustalığında kahve hazırlayabilmek için özellikle sütlü kahvelerde doğru lezzeti yakalayabilmenin en önemli sırrı sütün sıcaklığını ve kıvamını doğru ayarlayabilmek. Neyse ki VeroBarista, ideal demleme sıcaklığı konusunda tam bir usta. Sütlü kahvelerde bile mükemmel sıcaklığı yakalıyor, süt köpüğü ve sıcak su hazırlama seçenekleri ile her kahve türünü lezzetten ödün vermeden hazırlıyor. Ayrıca sütlü kahveleriniz için de hortumlu süt adaptörü sayesinde esnek çözümler sunuyor. İster kutudan, ister şişeden, ister kendi termosundan süt alın, VeroBarista ile sonuç hep aynı; hep mükemmel.



Kişisel tercihlerinizi kaydedebilirsiniz

Geçek bir barista kahve hazırlarken mutlaka kişisel dokunuşlarıyla fark yaratır; VeroBarista da evdeki herkesin kendi ‘barista’ dokunuşunu ekleyebilmesi için kişiselleştirilmiş tercihlere göre 4 adede kadar favori kahve kaydedebilme özelliğine sahip. Böylece her yudumda tam da istediğiniz gibi bir lezzete kavuşabilirsiniz. Ayrıca evinizde baristalığı başkasına devretmeniz gereken anlarda da kahvenizin yine tam istediğiniz gibi hazırlanacağından da emin olabilirsiniz 🙂 Sıfır risk, bol lezzet…

En sevdiğiniz kahveyi, en sevdiğiniz fincanda içebilmeniz için de VeroBarista üstüne düşeni yapıyor ve yüksekliği ayarlanabilir kahve çıkışı sayesinde 15 cm yüksekliğe kadar ayarlanabiliyor. En uzun latte macchiato bardaklarınızı bile rahatlıkla kullanabilirsiniz.

Zamandan ve enerjiden tasarruf edebilirsiniz

Kahve hazırlarken lezzet kadar önemli bir şey daha varsa; o da şüphesiz ki zamandan ve enerjiden tasarruf edebilmek. VeroBarista, minimum ısınma süresiyle 45 saniye gibi çok kısa bir zamanda kahvenizi hazır hale getiriyor. Ayrıca her kahveden sonra autoMilkClean süt temizleme sistemi ile tam otomatik temizlik sunuyor ve kolayca çıkartılabilir damlama tepsisi, kahve posası kabı ve süt ağızlıkları bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Yani kahve keyfiniz bittiğinde sizi temizlikle hiç yormuyor. Ve son olarak ZeroEnergy Auto-off otomatik kapanma özelliği ile belirlenen saatten sonra enerji tasarrufu yapmak için kapanıyor, sizi düşündüğü kadar çevreyi de düşünüyor. Kim hem çok lezzetli kahveler yapan hem de akıllı özellikleriyle kahve hazırlamayı mükemmel bir deneyime dönüştüren böylesi bir yardımcıyı evinde istemez ki?

Siz de evinizin baristası olmaya hazırsanız, en lezzetli kahveleri kendi damak tadınıza göre ayarlamak ve her defasında mükemmel sonuçlar elde etmek için hemen tıklayabilir, VeroBarista ile tanışabilirsiniz.

*Bu yazı Bosch katkılarıyla hazırlanmıştır.



21 Günde Ustalaş: Hayatınızı dönüştürmenin kısa rehberi

Günümüz dünyasında insanlar hızlı ve etkili çözümler ararken, uzun vadeli değişikliklerin ne kadar süre gerektirdiği sorusu akıllarda yer ediyor. Araştırmalar, bir alışkanlık kazanmanın 21 günlük bir süreç olduğunu belirtiyor. Bu gerçek, “21 Günde Ustalaş” serisini şekillendiren temel düşünce. Omega Yayınları’nın yayımladığı ve Marie-Claire Carlyle, Leon Nacson ve David A. Phillips gibi alanında prestijli yazarların katkıda bulunduğu seri, hayatın farklı alanlarında bir dönüşüm yaşamak isteyen okurlara kısa ama derinlemesine bir yolculuk sunuyor. Peki, bu serinin her kitabı, okura nasıl dokunuyor? Gelin, seriye birlikte göz atalım.



Marie-Claire Carlyle-Para Mıknatısı: Zenginliğe Giden Yolda Bir Yol Haritası

Serinin ilk kitabı olan Para Mıknatısı, parayla olan ilişkimize yeni bir perspektif getiriyor. Carlyle, paranın sadece maddi bir unsur olmadığını, aynı zamanda kişisel değerimizin ve başkalarına sunduğumuz katkının bir yansıması olduğunu öne sürüyor. Kitap, okuyucuları “zengin” olmanın ötesine taşıyarak, yaşamlarında gerçekten neye değer verdiklerini sorgulamalarına yardımcı oluyor. Paranın bir enerji olduğu fikri üzerine kurulu bu kitap, hayata daha fazla refah çekmek isteyenler için önemli adımlar sunuyor. Okur, mevcut finansal alışkanlıklarını gözden geçirmeye ve “para mıknatısı” olma yolunda ilerlemeye davet ediliyor. Carlyle’ın dili basit ama etkileyici. Kitap, “Paranın Değeri” ve “Niyet Etmenin Gücü” gibi bölümlerle, paraya olan bakış açınızı tamamen değiştirebilir. Ancak bu kitap, sadece bir kişisel gelişim kitabı değil; alışkanlıkları kökten dönüştürmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde. Para ve refah konusunda mevcut düşünce kalıplarını yıkmak isteyen okurlar için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor.

Leon Nacson-Rüyalar: Bilinçaltınızı Keşfetmek İçin Bir Araç

Serinin ikinci kitabı olan Rüyalar, sadece uyku sırasında yaşadığımız olayların ötesinde, bilinçaltımızın derinlerine bir yolculuk yapmamıza yardımcı oluyor. Nacson, rüyaların anlamını çözebilmek için onları hatırlamanın önemini vurgularken, okuyuculara kendi rüya günlüğünü tutmanın faydalarından bahsediyor. Modern yaşamın karmaşasında, rüyalarla ilgili sembollerin ve temaların nasıl çözüleceğine dair pratik bilgiler sunuyor. Kitap, rüya yorumlamada bireysel deneyime önem vererek okuyucunun kendi rüyalarının dilini öğrenmesini sağlıyor. Rüyaların sembolizmi üzerine yoğunlaşan bölümler, okurun bilinçaltına dair ipuçlarını yakalamasını kolaylaştırıyor. “Düşmek, Uçmak ve Kovalanmak” gibi herkesin yaşamış olabileceği rüya temalarına açıklık getirirken, kişinin ruhsal yolculuğunda bir rehber olma niteliği taşıyor. Nacson, rüyaların günlük hayatımızdaki yansımalarına dikkat çekiyor; bu da kitabı okura bilinçaltıyla ilgili derin bir keşif fırsatı sunan önemli bir araç haline getiriyor.

David A. Phillips-Numeroloji: Sayıların Gizemli Dünyası

Üçüncü kitap Numeroloji ise, yaşamın derin sırlarını anlamak için sayıların gücüne odaklanıyor. Phillips, Pisagor’un öğretilerine dayanan bu kadim bilim dalını modern hayata uyarlayarak, insanların kendilerini ve çevrelerindekileri daha iyi anlamalarına yardımcı olmayı hedefliyor. Numeroloji, sadece kişilik analizi değil; aynı zamanda kariyer seçimleri, ilişkiler ve ruhsal gelişim açısından da rehberlik sunuyor. Phillips, kitabında sayılara dair teorik bilgilere ek olarak, gerçek dünyadan ünlü örnekler sunarak konuyu daha somut bir hale getiriyor. “Ruh Sayıları” ve “Adların Gücü” gibi bölümler, okurların kişisel yaşamlarına dair önemli çıkarımlar yapmasına olanak tanıyor. Numerolojiye ilgi duymayanlar bile, bu kitap sayesinde yaşamlarını yeni bir gözle değerlendirmeye başlayabilir.

21 Günlük Yolculuk: Alışkanlıklar ve Dönüşüm

Bu seri, alışkanlıkların nasıl şekillendiğine ve yaşamda yeniye yer açmanın neden önemli olduğuna dair kapsamlı bir rehber niteliğinde. Her kitap, 21 gün boyunca okuru derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor ve bir yandan kısa süreli bir rehber gibi görünse de her birinin arkasında büyük bir felsefi altyapı bulunuyor. Para Mıknatısı, finansal refahın anahtarlarını sunarken; Rüyalar bilinçaltımızı çözmemize yardım ediyor ve Numeroloji kişisel potansiyelimizi anlamamıza kapı aralıyor. Bu serinin en büyük gücü, herkesin hayatında bir noktada değişiklik yapma ihtiyacını hissetmesi ve 21 gün boyunca süren bu küçük ama etkili adımların, büyük dönüşümlere yol açma potansiyelinde yatıyor. Her kitap, farklı bir tema etrafında dönse de ortak payda: Bireyin kendi gücünün farkına varmasını sağlamak ve bunu bir alışkanlığa dönüştürmek.



Sonuç olarak, “21 Günde Ustalaş” serisi, hayatta bir adım öne geçmek ve yeni bir başlangıç yapmak isteyenler için ilham verici bir çalışma. Her kitabın derinliği, okurun kendine dair yeni keşifler yapmasına olanak tanıyor. Seriyi okurken hem kişisel gelişiminize katkıda bulunacak hem de alışkanlıklarınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Hayatta yeni bir sayfa açmak için siz de bu 21 günlük yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Bu yazı Deniz Poyraz tarafından kaleme alınmıştır.

İlginizi çekebilir: Yaratıcılık bir hayal mi? Yaratıcı olmak mümkün mü? İyi ama nasıl?



İlgili Makale