“…İnci küçük ve kırık bile olsa hasta göze tutya olur. Ey inci, kırıldığına acınma… Kırılmakla parlayacak, apaydın olacaksın… Buğday, kırıldı, ufalandıysa zayi olmadı ya… Un haline geldi de dükkana girdi, ekmek oldu. Ey aşık, senin de suçun belli oldu. Artık suyu yağı bırak da kırık dökük bir hale gel!” – Mesnevi
Ne kadar vurucu değil mi? Tekrar tekrar başa dönüp okuduğunu görebiliyorum. Her bitişinde paragrafın sonundaki sessizliğini… Çünkü ne kadar da derin! Her okuduğunda ne kadar da “sana” işliyor. Çünkü sen de kırıldın, defalarca… Ve biliyorsun ki, zaman içerisinde kim bilir daha kaç defalarca kırılabilme ihtimalindesin. Buğdayın kırılması, buğdayın un ufak olmasında kendini nasıl da gördün, değil mi? Şimdiye kadar belki de sadece her kırıldığında “nasıl da kırıldığını” düşündün sen de. Belki ilk kez bu satırlardan sonra kendine soracaksın; “evet, filanca zamanda, filanca şeye nasıl da kırılmıştım”.
Günlerce belki aylarca düşündün. Belki halen aklına geldiğinde durup da nasıl kırıldım, nasıl acıdı canım diye düşünüyorsundur… Peki ya, kırıldıktan sonraki ben? “Aynı mıydım?” diyeceksin. Belki geçmiş zamanlarına bir/birçok yolculuğa götürecek seni üstadın sözleri. Gittiğin yerlerden yeniden doğarak geleceksin bu gününe, bugünündeki sana.
Evet, hayat… Hayatın içinde bir nefes, bedenin aracılığıyla süregelen… Emanet bedenlerimizle “biz” olmaya çalıştığımız her anın içinde birden fazla biz varız. Kırılarak, parçalanarak, parçalarımızı tekrar birleştirip, tekrar ayağa bambaşka kalkarak… Burası incecik bir çizgi, yanlış anlaşılmasın. Kırıldınsa ve tekrar ayağa kalktınsa eğer, burada bir yüceltme yok. Ya da bir dram, hayır asla yok! Sen kırıldın diye drama düşmez burada senaryo… Sen, sen olmak için kırıldın, ve oldun. Bu kadar. Bu bir devamlılık, bu bir akış hali, bu bir dönüşüm hali.
Hayat pratiğimizin içinde nasıl da dönüşüyoruz zamanla. Hayata nasıl da tutunuyoruz, ayaklarımız nasıl basıyor yere? İşte tüm bunları gördüğün yer bazen bir matın üzerindeki pozda, bazen eğer görebilmene izin veriyorsa zihnin, yaşadığın an… Bazen baş üstü durmak gelir içinden. Belki içeriden bir ses diyor, hep ayakların üzerindesin, hep vücudunun en ağır yerini yukarıda tutabilmek için ayakların uğraşıyor. Hayatın karışık belki, tetikliyor seni. Baş üstü duracaksın diyor için, belki o zaman terse akan zaman, terse dönen kan dolaşımın, nötrler her şeyi. Nitekim kimi zaman bu hissi yaşıyorsun da izin verdiğin ölçüde.
Bazen çok daha hızlı gelişiyor düşünceler, belki gün içinde verdiğin bir karar ve bu kararın ne kadar manasız olduğu geliyor aklına. Tesadüf mü? Hayır. Aklına gelen şeyi yaşamışsın, aslında yanlış karar olduğunu içten içe biliyorsun ancak bir güce, bir dayanağa ihtiyacın var bunu kendine itiraf etmek için. Bunu belki matta buluyorsun. Belki yemek yaparken, belki koşarken, belki sadece bir müziği dinlerken… Ama tam olarak yaptığın eylem olurken, izin veriyorsun akmasına.
Bugün kendine izin ver, aksın senden sana… Bugün, o gün olsun. Bugün kırık dökük hale gel! Bana sebnemmpinar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımdan ulaşabilirsin. Kırıklarının çatırtılarını duyabilmen dileğimle!
İlginizi çekebilir: Zihnin bir yere koşarken sen bunun neresindesin?